Zaman'dan Said-i Nursi referanslı röportaj!
Abone olSaid-i Nursi'nin ‘manevi evladım’ dediği talebesi Mustafa Sungur’un kızı Aynur Sungur Zaman gazetesine konuştu.
Said-i Nursi'nin ‘manevi evladım’ dediği
talebesi Mustafa Sungur’un kızı Aynur
Sungur, sosyal medyadaki cemaat ve Fethullah
Gülen'e dönük suçlamalara karşı çıktı. Yapılanlara
babasının da alet edilmesinden rahatsızlığını dile getiren
Aynur Sungur Zamansine konuştu. "Fethullah
Gülen Hocaefendi’ye ve Hizmet Hareketi’ne atılan iftiralar, yapılan
zulümler bana çok ağır geldi. Dayanamadım." diyen Sungur
"Hocaefendi'ye yapılanlardan ötürü babamın kemikleri
sızlıyordur" diye devam etti.
İşte röportajdan çarpıcı
bölümler:
“Babam üzerinden Hizmet Hareketi'ne laf-ı güzaf edenlere
‘Siz ‘Ufku engin herkesi kucaklayan, bir saç teli kadar dine hizmet
eden herkesin başımızın üzerinde yeri vardır.’ diyen Sungur
Ağabey’i hiç tanımamışsınız, babamın gönlünde Hocaefendi’nin apayrı
yeri vardır.” şeklinde sosyal medya üzerinden mesajlar verdiniz. Bu
tweet’leri atmanıza sebep olan neydi?
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ve Hizmet Hareketi’ne atılan
iftiralar, yapılan zulümler bana çok ağır geldi. Dayanamadım. Ne
diyor Üstad: ‘Zulme rıza zulümdür. Taraftar olsa zalim olur.’ Bu
karalamaların, saldırıların berzah âlemine göç etmiş babam
üzerinden yürütülmesini hazmedemedim. Taş olsa çatlardı, daha fazla
sessiz kalamazdım. Böyle bir zamanda konuşmayacaktım da ne zaman
konuşacaktım?
Açıklamanızın ardından ‘seçim sonrasını bekledi, öncesinde
neden sustu?’ diyenler oldu.
Daha da ağır ithamlarda bulunuldu. ‘Azerbaycan’daki
dershanelerinize baskın yapılmasa, talebeleriniz tutuklanmasa
sesiniz çıkmayacaktı. İşin ucu size dokununca mı konuşasınız
geldi?’ dediler. Seçim dönemi siyaset dili öyle sert ve ağırdı
ki... Belki o dönemde konuşulabilirdi ama düşünemedim. Şu anki
açıklamalarımın hiçbiri de siyasete malzeme edilecek türden değil.
Zira tek amacım Mustafa Sungur ’un bir evladı olarak babamı ve
babamın Hizmet’e, Hocaefendi’ye bakışını anlatmak. Çünkü babam yeni
nesillere Hizmet’e ve Hocaefendi’ye düşmanmış gibi anlatılıyor,
resmen siyasete alet ediliyor. Buna gönlüm daha fazla razı
gelemezdi.
Azerbaycan’daki tutuklamalara dair listede yer alan
isimlerin Başbakan tarafından verildiği iddia edildi…
Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz’ün bununla
ilgili güzel bir sözü var. Bir buçuk yıl önce cenazesine katıl,
sonra dershanesine tutuklamalar olsun. Listede adı geçen insanlar
kim? Hepsi Risale-i Nur dairesinde hizmet eden insanlar. Ayrıca
bunlar hangi cemaate yapılırsa yapılsın kabul edilemez. Alet
olanları da Allah ıslah etsin.
Babanızın Fethullah Gülen Hocaefendi’ye düşmanmış gibi
aktarılmasının doğru olmadığını belirttiniz. Peki nasıldı
bakışı?
Birbirlerini yakından tanır, sever ve ziyaret ederlerdi. Şahsına
böylesi büyük bir saygısı olmasa babam, Muhammet ağabeyimi ilkokulu
bitirir bitirmez kolundan tutup İzmir’e Hocaefendi’nin yanına
götürür müydü? Ağabeyim yüksek öğrenimini bitirene kadar yanında
kaldı. Çocukluğumdan beri evimizde adı saygıyla anılır, vaaz
kasetlerini hıçkırıklarla dinlerdik. O küçük yaşımızda şahsına
hürmet ve muhabbet ruhumuza işledi. 2005 yılında babam ciddi
sıkıntılar yaşadı. Kendisine ihanet edenler oldu. O zamanlar en
başta Hocaefendi sahip çıktı babama. Bunları görmemiz lazım.
Seçim döneminde bir televizyon programına çıkıp Camia’ya
dair menfi yorumlarda bulunan kardeşleriniz tweet’leriniz hakkında
ne yorumda bulundu?
Hiçbir şey söylemediler.
Siz onların daha önceki açıklamalarının ardından tepki
verdiniz mi?
Kızımın nişanında güzellikle bu konulardan bahsettik. Ahmet
ağabeymin de, Saide ablamın da bütün çocukları Hizmet okullarında
okudu. Ablamın küçük oğlu hâlâ Hizmet’in okulunda okuyor,
dershaneye gidiyor. Ablam zamanında, Hizmet için bütün altınlarını
düşünmeden vermiş biriydi. Sonradan biraz uzaklaşma oldu. Ama aile
olarak şu zamana kadar Hocaefendi’yi babamdan ayrı düşünmedik, hâlâ
da ayrı görmüyoruz. Hizmet, Risale-i Nur üzerine bina edilmiş.
Bütün talebeler onun vesilesiyle Nurlarla tanışıyor, okuyor. Nasıl
ayrı görebiliriz?
Oysa Başbakan öğrencilere risale değil beddua
okutturulduğunu iddia etti.
Asla katılmıyorum. Bir de mülâane ve mübâhale konusu var. Bu da
beddua olarak yansıtıldı. Oysa Kur’an-ı Kerim’de yeri vardır.
Hocaefendi’nin öyle üzerine gelinmişti ki... Mülâane ve mübahalesi
bir çıkış yoluydu aslında. Keşke karşı taraf ‘amin’ deseydi,
diyebilseydi.
Seçim döneminde yürütülen kutuplaştırma politikası aynı
evde yaşayan insanların bile arasının bozulmasına neden oldu.
Sungur ailesi de bu süreçten olumsuz etkilenmiş
görünüyor.
Maalesef. Hakikaten çok üzülüyorum, en azından biz böyle
olmamalıydık. Yakışmadı. Programa katılan kardeşlerimin görüşünün
tüm kardeşlerin görüşü olarak lanse edilmesi de ayrıca üzdü
beni.
BABAMIN SADELEŞTİRMELER YÜZÜNDEN FELÇ OLDUĞU
YALAN
Hocaefendi’nin Sungur Ağabey’in ardından ettiği bir dua
var: “Allah’ım beni ve Mustafa Sungur Ağabey’i mağfiretinle,
rıdvanınla, rü’iyetinle şereflendir.” Bu duayı duyunca ne
hissettiniz?
Hizmet Hareketi’ndeki kardeşlerimizin günde yüz defa babam için bu
duayı etmesi çok sevindirdi beni, Allah razı olsun ondan.
Risalelerin sadeleştirilmesi mevzuunda Sungur Ağabey’in
internete düşmüş görüntülü bir konuşması olmuştu. En çok da
bu videoya dayanılarak Hocaefendi’nin üzerine gelindi…
Video dikkatle izlenirse karşı tarafın babama ne söylediği, sorduğu
belli değil. O kısımlar çıkarılmış. Babamın dolduruşa getirildiği
kanaatindeyim. Ayrıca yüksek şeker hastası, sinirlendiğinde şekeri
400’lere çıkan hasta birine, pijamasıyla, yatağın üzerine
oturtulmuş o şekilde açıklama yaptırılıyor. Anladığım kadarıyla da
birinci kez sorduklarında istedikleri cevabı alamıyorlar sonra
başka bir şekilde ikinci kez soruluyor. Kim bilir neler söylenmiş
de babam öyle celalleniyor. Birileri ‘sadeleştirme yapıyorum diye
kendi fikirlerini mi yazıyor’ dedi, bilmiyoruz ki. Daha ağır şeyler
de söylenmiş olabilir. Hatta soru belki de Hocaefendi’nin ismi hiç
geçmeden soruldu. Yoksa babam Hocaefendi hakkında kasten bu kadar
ağır konuşsun, beddualar etsin mümkün değil. Bilakis bu vesileyle
yetiştirilen talebelerden memnun olurdu. Dolayısıyla karşı olması
mümkün değil. Hizmet’i rakip olarak görüyorlar diye düşünüyorum.
Kaldı ki babamı sevseler üzüleceğini, sinirleneceğini bile bile
üstelik doğru olmayan şeyleri aktarmazlardı. Orada şekeri yükselip
ölebilirdi. Hiç umursanmamış.
Sadeleştirme sonrası üzüntüden felç olduğu
söylendi.
Kesinlikle yalandır, yanlıştır. Zira babam 13 Haziran 2011 yılında
felç geçirdi, sadeleştirmeler bu tarihten sonra yapıldı. Kaldı ki
böyle bir şeye üzülse o güne kadar evlatlarıyla paylaşmaz mı? Bir
kez bile konusunu açmadı, üzüldüm demedi. Babamı sadeleştirmeler
değil, Hizmet’e ihanet edenler, hareket edenler üzdü.
“Hocaefendi’yle kalbi bağım ebeden kopmuştur.” açıklaması
da doğru değil o halde...
Asla böyle bir şey yok ama maalesef televizyonda Sungur ailesi
böyle bir açıklama yaptı şeklinde yansıtıldı. Muhammet ağabeyim
STV’de bizzat babamdan duyduklarını aktardı. Sırf bu yüzden bu
süreçte ağabeyim yalnız kaldı, yazık. Zaten onun bu açıklamaları
birilerini rahatsız etmiş ki, hemen ertesi gün iki kardeşimi
çıkartıp Hocaefendi aleyhine konuşturdular. Babam Hocaefendi’ye
kırgın olsa ikinci kez Sema Hastanesi’nde tedavi olmayı kabul eder
miydi, son nefesini orada verir miydi? İlk felç geçirdiğinde de
Sema Hastanesi’nde yatmış ve çok memnun kalmıştı. Oradaki doktorlar
Sungur ağabeyleriyle ilgilenmeyi vazife değil, ibadet olarak
görmüşlerdi.
O ZAMANLAR İRTİCA DENİYORDU ŞİMDİ DE PARALEL
YAPI
Peki neden sadeleştirme konusunda Hocaefendi’ye gönderilen
ve aleyhte görüş bildiren mektuba imza attı dersiniz?
O mektup babama imzalatılması için getirildiğinde ağabeyim,
‘Yazmadığın ve hatta okumadığın şeyi neden imzalayacaksın?’ diye
soruyor. Babam ‘Abdullah ağabey imzalamış, ben imzalamasam olmaz.’
şeklinde cevap veriyor. Yoksa mektupta yazılanlar şahsi görüşü
değil, sadece saygısızlık olmasın mantığıyla hareket ediyor. Belki
gönlü istemiyor bile ama talebeler sadakat üzerinde çok durur.
Tesanüd çok önemlidir. Bu yüzden imzalıyor.
Sizin bu konuya dair düşünceniz nedir?
Arzu ederiz ki Risale-i Nur yazıldığı gibi okunsun, orijinali
herkes tarafından anlaşılabilsin. Ama günümüzde kullanılan Türkçe
buna pek imkân vermiyor. Bu açıdan yeni nesil ya da Nurlarla yeni
tanışan ve anlamakta güçlük çekenler için kolaylık diye
düşünüyorum. Ama tabi ki ben orijinalini okumaktan zevk alıyorum.
Hizmet orijinal risale basımını mı durdurdu? Yalnızca
sadeleştirilmiş hali mi basılıyor? İsteyen istediğini okuyamıyor
mu? Esas hedef iman kurtarmaksa kimileri için bunun yolu sadeleşmiş
risaleden geçiyorsa ne mahzuru olabilir? Dinden bir saptırma mı
oluyor? Bu eserlerle İslam’ı tanımış birine orijinaliyle mi,
sadeleştirilmiş haliyle mi Müslüman oldun diyeceğiz? Aslı duran bir
eserin meali, tefsiri yazılmış, ne zararı var? Bu çabaları
tahrifat, tahribat demenin kastı aşan şeyler olduğunu düşünüyorum.
Suni bir yaygara koparılıyor. Sadeleştirilmiş değil,
sahteleştirilmiş yorumları bile yapıldı. Bu çok ağır bir hakaret.
Kaldı ki Hocaefendi sadeleştirilmeye rıza göstermişse bu konuda
kılı kırk yararcasına bir hassasiyet içine girmiştir, buna şüphem
yok. Sadeleştirme başkaları tarafından yapılsa, arkasında başka
amaçlar aranabilirdi belki. Ama Hizmet’in hedefini biliyoruz.
İstikameti Üstad’ımızın yolundan farklı değil. Bu açıdan muhakkak
bir hikmeti vardır diye düşünüyorum. Bu arada birilerinin imanını
kurtarma adına elleri şimdiye dek suya sabuna dokunmamış insanlar
Hocaefendi’ye bunun üzerinden hakaret ediyor. Ne cüretle? Bu konuda
bu kadar aşırı tepki verilmesi Risale-i Nur’u hiç okumamış, bu
davadan bîhaber olan insanlarla hakaret etmek, saldırmak
birilerinin aleti olunması gerçekten çok üzücü.
Üstad döneminde her kim Risalelerin basımına yardım etse
ağır tazyik, zulüm, sürgün ve işkencelere maruz kalıyordu. Şimdi de
dershanelerin ve yurtdışındaki okulların kapatılması,
olimpiyatların engellenmesi gündemde. İki dönemi kıyaslarsak neler
söyleyebilirsiniz?
O dönemki zulümler ehl-i küfür tarafından yapılıyordu. Belki o
zaman katlanabilmek, bu tazyikleri göğüslemek daha kolaydı. Şimdi
yaşananlar çok üzücü. Kur’an’ı, hadis-i şerifleri okumuş, dini
eğitim almış insanların bu şekilde davranması çok acı.
Anlayamıyorum, anlamakta güçlük çekiyorum. O zamanlar irtica
deniyordu şimdi ise paralel yapı.
Risale-i Nur kitaplarının basımının tekele alınma meselesi
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kamu malı, vakıf malı, en önemlisi Kur’an’ın malıdır nasıl tekele
alınabilir? Üstad döneminde Diyanet tekel olarak görülüyor ama
Üstad ‘Din kimsenin tekelinde değil’ demiş karşı çıkmıştır.
RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN