Zaman yazarı kazananı belirledi!
Abone olZaman yazarından seçimlerin kaybeden ve kazananlarına ilişkin yazı geldi.
Zaman si yazarı Ali Ünal seçim sonuçlarını inanç üzerinden
değerlendirdi. Seçim sonuçlarıyla iktidar elde edilebileceğini ama
bu sonucunun hakikati tespit etmeyeceğini söyledi.
"Kazanmanın ve kaybetmenin hakiki olanı vardır" diyen Ünal, "Allah
yolunun yolcuları, Kur’ân-ı Kerim’de çok sık zikredildiği gibi,
bazen zahirde ve izafî olarak kaybetseler de, daima kazanan
taraftır." diye devam etti yazısına...
İşte Zaman gazetesi yazarının AK Parti'nin seçim
sonuçlarının bir zafer olmayabileceğini Kuran'ı Kerim üzerinden
anlattığı o yazısı...
SAYI ÇOKLUĞUYLA İKTİDAR ELDE
EDİLEBİLİR
Önce hemen belirtelim ki, hak ve hakikatin ölçüsü, sayı değildir.
Sayı çokluğuyla iktidar elde edilebilir, fakat mutlak hak ve
hakikat tayin ve tesbit edilemez.
BURASI ÇIKMAZ SOKAK
Bütün peygamberler ve onların vârisleri olan zatlar, tek başlarına
ortaya çıkmış ve karşılarındaki insanların bazen tamamı başka
yollarda giderken, “Burası çıkmaz sokak!” diyerek kollarını açmış
ve onları kendi yollarına çağırmışlardır. Evet, hak ve hakikat,
bazen tek bir kişiyle bile temsil edilebilir ve o tek kişi, hak ve
hakikati sayıda ve çoğunlukta görüp, insanları doğru olan yoluna
çağırmasaydı, tarihte daima zulüm ve bâtıl hakim olurdu.
KAZANMANIN VE KAYBETMENİN HAKİKİ OLANI
VARDIR
Kazanmanın ve kaybetmenin hakikî olanı vardır, zahirî‒izafî,
dolayısıyla aldatıcı olanı vardır. Hak ve hakikatin bağlıları,
Allah yolunun yolcuları, Kur’ân-ı Kerim’de çok sık zikredildiği
gibi, bazen zahirde ve izafî olarak kaybetseler de, daima kazanan
taraftır. Daima kazanan taraftır, çünkü hak ve hakikat, her şeyden
önce, mahiyeti itibarıyla daima kazanandır. İkinci olarak, hak ve
hakikat, zahirde, maddî ve izafî olarak bazen mağlûp olsa da, bu
sahada da âkıbet itibarıyla mutlaka kazanır. Üçüncü olarak, hak ve
hakikat, zahirde maddî olarak mağlûp olurken de, Kader’in
adaletinin tecellisine vasıta olmakla yine kazanandır. Bir başka
gerçek de şudur ki, hak ve hakikatin zahirî‒izafî mağlûbiyeti nihaî
galibiyetine, bâtılın galibiyeti ise nihaî hezimet ve helâkine
açılan kapı olur.
KAZANAN HZ. HÜSEYİN'Dİ YEZİT
DEĞİL
Hz. Nuh (a.s.), 950 senelik tebliğinin sonunda “Rabb’im, mağlûp
oldum, yardım et!” diye inlerken, maddî sahada da galibiyetinin
kapısını aralıyor; o, Allah’ın emriyle gemisini yapmaya başlarken,
karşısındakileri boğacak tufan kapıda hazır bekliyordu. Âd
Kavmi’nin, yaşadıkları vadi boyunca havada beliren ve yağmur diye
sevinçle karşıladıkları bulut kümeleri, sekiz gece, yedi gündüz
boyunca onları helâk edecek taş ve toz fırtınaları olarak tecelli
etmişti. Hz. Zekeriya (a.s.) testereyle biçilirken, Hz. Yahya
(a.s.) bir bâğıye uğruna kurban edilirken, kaybeden değil, kazanan
taraftı. İki cihanın sultanı Peygamber Efendimiz (s.a.s.), tarihin
en kutlu nesliyle Uhud’un ikinci döneminde ve Huneyn’in başında
zâhirde kaybederken, temelde münafıkların ayrışmasıyla daha bir
saflaşma ve Tevhid’de daha bir oturaklaşma adına yine
kazanıyorlardı. Hz. Ali (r.a.), nâkisûn (biattan dönenler), kâsitûn
(adaletten sapanlar) ve mârikûn (okun yaydan çıktığı gibi Din’den
çıkanlar) karşısındaki hak, hakikat ve adalet mücadelesinin sonunda
şehâdetine sebep olan hançeri sırtından yediğinde “Füztü ve
Rabbi’l-Kâ’be (Kâbe’nin Rabbi’ne andolsun, kazandım)!” diyor;
hakikatte kazandığı gibi, Ümmet’in onun değil, Emevîlerin
iktidarına istihkakıyla ilgili Kader’in hükmüne vasıta olmakla da
kazanıyordu. Yine, Kerbelâ’da ev halkıyla birlikte şehid edilen Hz.
Hüseyin’di kazanan, yoksa Yezit ve taraftarları değildi.
İÇTEN RAZI OLMAK
Önemli olan, her durumda hak ve hakikatin yanında durmak, bu yolda
yapılması gerekeni yapmak ve netice nasıl tecelli ederse etsin, ona
içten râzı olmaktır. “Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine (hükmüne)
karışma!”, hak ve hakikat yolunda esaslı bir düsturdur. Yalan ve
iftira üzerine kurulan ve iyi işletilen bir propaganda ile eczası,
söz gelimi, yolsuzluk, rüşvet, ihtikâr, ihtilâs, zulüm ve
haksızlıktan mürekkep bir yapı sayı itibarıyla geçici bir üstünlük
elde edebilir; böylece hem ülke, Kader’in âdil tecellisini bulur,
hem de hak ve hakikatin âkıbet itibarıyla galibiyetine kapı açılır.
Fakat nihayette bu yapı böyle bir üstünlüğe pişman olduğu kadar
hiçbir şeye pişman olmaz; hak ve hakikat ise, âkıbet karşısında
daima şükürle iki büklüm olur.