Zaman Gazetesi'nde roller değişti
Abone olBu kez Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı sordu, Türkiye'nin en iyi röportaj yapan isme Nuriye Akman cevapladı. İlginç sorular ve Akman'ca cevaplar:
Ama önce Ekrem Dumanlı'nın röportajı tanıtma sözleri: Hayat,
doğum-ölüm sarkacında bir nefesmiş. Tiryakisi olduğunuz Nuriye
Akman’ın sayfasını bugün işgal etmiş durumdayım. Bugün o, soru
soran değil; sorulara cevap vermek zorunda kalan bir insan. Çünkü
o, soru sorulmayı hak edecek bir iş yaptı, roman yazdı. Birkaç ay
öncesinden karşıma dikilip “Biliyorum, gazetecilikte uzun süreli
izin olmaz; ama bana müsaade edin bir roman yazmam gerekiyor.”
dediğinde şaşırmıştım. Ne yalan söyleyeyim önce böyle bir izne
gönlüm el vermedi. Ancak bu talebe “hayır” demek hiç de kolay
gözükmüyordu. Sonunda orta yol sayılabilecek bir formül önerdim.
İlk bilgisayar çıktılarıyla geldiğinde “Bunu Zaman’a nasıl
taşırız?” diye düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü bizim okur, bu
kitabı merak edecekti. “Sizinle arkadaşlar bir röportaj yapsın.”
dediğimde “Kim?” sorusu çıktı karşıma. Gerçekten de kim yapacaktı
bu röportajı. Gerçi bizde çok arkadaş var bunu layıkıyla
yapabilecek. Nitekim Ali Burhan Turkuaz’da kitapla ilgili hoş bir
görüşme yaptı. Zaman’da o kadar çok Ali Burhan vardı ki… Bu duruma
rağmen Nuriye Akman’ın Zaman okuru ile gerçekleştirdiği özel
iletişim, daha özel bir mülakat çerçevesi gerektiriyordu.
Romancılık dünyasına atılan ilk adıma sembolik ve kurumsal bir
dille “hoş geldin” demek gerekiyordu. Bu röportaj böyle bir
atmosferde yapıldı. Ramazan’dı, konuğum orucun etkisiyle konuşmak
istemiyordu, ağır bir eser yazmanın yükünü henüz omuzlarından
atamamıştı… Her şeye rağmen kitaba odaklanan mülakatımızın romanı
okuma arzusuna vesile olacağını ümit ediyorum. Gerçekten de okumaya
layık bir roman çıkmış ortaya.… Nereden geldi aklına roman yazmak?
Yaş kemale erdi, sıra roman yazmaya gelmişti zaten. İçimden bir şey
beni dürtüyordu uzun zamandır. Yaş kemale erince roman mı yazılır?
Evet. Yaptığın iş gazetecilikse eğer, artık onu hafifçe küçümsemeye
başlarsın. Çünkü yaş kemale erince birçok şey biriktirmişsindir.
Bunları hangi kalıpta anlatacaksın insanlara? Haber dili, röportaj
dili yetmez. Daha derin bir dil gerekir. Bunun adı da romandır.
Gerçi dünyada böyle bir şey yok. Yani “gazeteciler meslek hayatının
sonuna doğru romana kayar” denemez. Ben şöyle düşündüm: Nuriye
Akman biraz cüretkardır, maymun iştahlıdır. Bir de roman mı olsun
dedin acaba? Yok o kadar da değil.. Tamam maymun iştahlı olduğum
doğrudur. Bütün bu nitelendirmelerinizi kabul ediyorum. Yarım
bıraktığım şeyler de var; ama roman öyle bir şey değil. Bu tamamen
varlıkla ilgili. Çünkü, varlığın ne olduğunu her yaşta başka türlü
ararsın. Gençlikte isyanla ararsın. Daha sonra düzene uygun
kalıplar içinde ararsın. Tekrar çember döner başladığın yere
gelirsin. Yine bir isyan dili sana gelir. Böyle bir şey bu. Bunu
bir isyan dili olarak mı görüyorsun? Tabii isyan dili. Neye isyan?
Her şeye isyan. İçinde seni sıkıştırdıkları kalıplara, düşüncelere.
Bir de gazetecilik de beni provoke etti. Nasıl provoke etti? O
kadar çok şey öğretti ki bana. Bu mesleği 20 yıldır yapıyorum.
Yüzlerce, binlerce insanla konuştum. Herkesten bir şey öğrenmiş
olsam... Röportaj yaparken öğrenen Nuriye Akman’dan çok öğreten
Nuriye Akman var sanki. Öyle. Benim bir öğretmen edam var. Çünkü
ben öğrenmeye çok meraklıyım. Düşününüz ki bir sabah kalkmışsınız
nefes kelimesi..… Nereden geldi aklınıza, ruhunuza nefes kelimesi?
Bilmiyorum. Yemin ediyorum hiç abartmam yok. Uykuda biri nefes diye
fısıldadı, öyle uyandım. Kaç yıl önce? 5 yıl evvel Sonra... Yahu
nedir nefes, ben ne yapacağım, bilmiyorum. Hiç düşünmedim. Sonra
peşine takıldım. Tıngır tıngır gidiyorum. Ve bir sürü kapılar
açılıyor önüme. Onu açıyorsun aa burada böyle bir şey varmış. Onu
çözümlerken böyle böyle dil geldi. Dil konusu nefesten sonra gelen
ikinci tema. Açık bir soru sorayım. Bu kitabı yazarken çok ağladın
mı? Çok ağladım. Kendimi yerden yere attım. Hatta acaba deliriyor
muyum diye düşündüm. Delirdin mi? Bilmiyorum. Ama korktum
delirmekten. Hiç kolay olmadı. Zaman zaman kendimi koltuktan attım.
Çıkmıyor, bu ne? Kitap bitmiyor, yazı gitmiyor diye mi, yoksa ifade
mi edemiyorsun? İfade edemiyorum. Çok iyi biliyorum ne olduğunu;
ama ifade edemiyorum. Öyle tıkandığım anlar oldu ki. O noktaya
gelince mi ağladın? Bilmiyorum. Ben her dakika ağlarım zaten. Hiç
kimse ihtimal vermiyor. Evet, hiç kimse ihtimal vermiyor. Herkes
seni daha cadı... Evet cadı olduğum doğru. Ama ben çok ağlak bir
insanım aynı zamanda. Her şeye ağlarım. Diyelim ki oradan bir kuş
geçiyor. O kadar güzel ki kanadı. Ben durur ağlarım. Elimde değil.
Eskiden de böyle miydi? Hep böyleydi. Yoksa bu daire yukarıdan
aşağıya inerken mi tamamlanıyor? Belki de.. bilmiyorum. Dairenin
aşağıya doğru inmesi sana neyi çağrıştırıyor? Ölümü mü? Ölüm aynı
zamanda doğum demek. Ölüm duygusunu eskiye oranla daha yoğun
hissediyorum. Ama Allah’tan ölüm bir son değil, başlangıç. Bunu
içselleştirmişiz. Bu bizi ayakta tutan, dengemizin bozulmasını
önleyen bir şey. Röportajlarda tanıdığın insanlardan izler var mı
romanında? Bunu bire bir söylemek çok zor; şundan şunu aldım,
bundan bunu aldım. Ama hepsi birden karışıyor beynimde, yeniden
yoğruluyor. Ruh halini merak ediyorum kitabı okuduktan sonra. Hep
şöyle düşündüm: Nedir ruh hali bu kitabı yazarken, vecd mi,
istiğrak mı, cinnet mi, incizap mı, cezbe mi? Peki o kadar mı?
Demek hissettirdi kitap. Hissettirdi bana. Mesela 19 sûreden, 67
ayetten alıntı yapmışsın. Aaa! Onları vallahi bilmiyorum. Muhittin
İbn-i Arabi’den Bediüzzaman’a kadar epey bir yerde de dolaşmışsın.
Bunlar beni var eden insanlar. Yani bunlardan çok şey öğrendim.
Onlara da demek ki bir selam çakmışım. Ama bu böyle hesaplanıp
kitaplanıp, şunu şuraya koymam lazım düşüncesiyle değil katiyen.
Zaten önemli olan da hesaplanmadan almak, değil mi? Kendiliğinden
geldi. Mesela Said-i Nursi, o Kürt adam girdiği zaman ona cevap
verirken Gaffar’ın ağzından çıktı. Haşir Risalesi okumuş… Hakikaten
bilmiyorum. Geldi yani. Kahramanımı çizerken... Nefes’te herkesin
tanıdığı hırçın, cadaloz... Nuriye Akman yok. Hatta imza gizlense
kimsenin aklından geçmez ki bu kitabı sen yazdın. Bu kitapta Nuriye
Akman’ın bilinmeyen bir yönü mü var? Yoo... Benim için sürpriz
değil. Ben zaten böyleydim. Ama öbür şapkam daha çok, ben o
tarafımla ekmek kazandım. Bu tarafımı çıkarmak için bir fırsat
olmadı. Doğum ile ölüm arasında kurduğun salıncakta ne buldun?
Nefesi buldum işte. Bir anlık, onu anlatmak çok zor. İşte bunu
buldum yani. Nasıl anlatayım onu? Sen hayatta böyle derin nefes
alır mısın? Bir dönem nefes alma güçlüğü çektim. İstanbul’a
gelmeden evvel Ankara’da.. Bak bu soruda kaptım bağlantıyı.
Boğuluyor gibi oluyordum. Allah Allah bununla bağlantısı olabilir
mi? Annem falan korkuyor, üzülüyordu. Sonra geçti. Yazım
aşamalarında destek aldın mı? Çünkü çok değişik konular var; dil
var, tasavvuf var, hatta zaman zaman coğrafya var, mitoloji var...
Bütün bunları çalıştım 5 yıl içerisinde. Ders çalışır gibi.. Yani
ders çalışır gibi. Ziraat Fakültesi’ne gittim, ağaçlarla ilgili
bütün kitapları aldım. Dille ilgili Türkiye’de ne kadar kitap varsa
alıp okudum. Kadın doğum kitapları okudum. Bayağı TUS Sınavı’na
giren tıp öğrencisi hangi kitapları okuyorsa ben de onları okudum
doğum betimlemeleri için. Bir ressam nasıl “eskiz” yapar, ben de
onu yaptım ve kadın doğum doktoru olan kuzenime gösterdim doğru
yapmış mıyım diye? Ondan sonra başka ne çalıştım? Ölüm! Ne kadar
ölüm kitabı varsa.. ölüm kültürü, tarihte ölüm âdetleri bilmem
neler. Bir doğumevine ya da gasilhaneye gittin mi? Gitmedim. Ancak
yıllar evvel Hürriyet’te iken bir gassal ile röportaj yapmıştım.
Ondan çok şey öğrenmişim. Annem de zaman zaman ölü yıkardı. Bazı
şeyleri anlatmıştı bana. Onlar kalmış aklımda. Artı ben doğum
yapmış bir insanım, yeterince iyi bir deneyim o. Hepsini
birleştirdim. Akatça, Bulgarca, Çince, İskitçe, Ermenice ve daha
bilmem kaç dilden tam 254 kelime kullanmışsın. Nereden buldun bu
kelimeleri? Aldım. Nasıl aldın? Sözlükten mi çıkardın? Tabii tabii
sözlükten çıkardım. Evin bütün koltuklarının üstü bu yazma
sürecinde hep sözlüklerle doluydu. Her tip sözlükten satın aldım.
Hollanda’dan Aramice sözlüğü getirttirdim, yoktu Türkiye’de.
Beğendiğim kelimeleri çıkardım, bir liste yaptım her sözlükten.
Yani Kur’an dışındaki şeyleri oturdun ders çalışıyormuş gibi
çalıştın? Tabii. İncil mesela. Toma İncili Ahmet Yüksel Özemre
sayesinde Türkçeye kazandırılmış. Oturdum Toma İncili’ni okudum.
John sonuçta bir Hıristiyan yani. Her ne kadar dinle bir alakası
olmasa da Gaffar’ın onu kazanması için biraz İncil okuması lazımdı.
Oturduk, çalıştık. Bana bu kitaba bir isim ver desen Nefes’in
dışında veya önce ben sana sorayım. Nefes olmasaydı ne olurdu?
Güzel bir soru. Siz düşündünüz mü? Düşündüm. Yaa çok heyecanlı.
Bilmiyorum. Ne? “Kelime”, kitabın şifrelerinden birisi kelime. Eee
nefes de bir kelime; çünkü Allah öyle tarif ediyor zaten. Ben hep
merak ettim, bekledim sonuna kadar da Kur’an’da bir ayet var; “Adem
Rabb’inden kelimeler aldı ve tövbe etti” diyor. Bu ayeti biliyor
muydun? Yok… Romanda dört karakter bulunuyor. Bunlar arasında
birbirlerini bütünleyen, kare değil dairevi bir bütünlüğün parçası
gibi geliyor. Sen de böyle bir şey düşündün mü? Evet önce
kareydiler sonra daire oldular. Köşeleri yumuşadı,
yuvarlaklaştılar, zaten olunması gereken şey de budur. Ne demek?
Yani Tevhid, birliğe ulaşmak. Gaffar isminin mağfiretle bir ilgisi
var mı? Tabii tamamen o nedenle. Çünkü Allah’ın Gaffar ismi
temizliğe işaret eder. Affedilirsen temizlenmiş oluyorsun. Gaffar
da bir temizlik yapıyor, yıkayarak gönderiyor. Onu düşünerek,
bilerek, isteyerek seçtim. Tabende? Tabende, beni doğutturan ebenin
ismi. Ben tanımadım, hiç görmedim. Annemin anlattığı kadarıyla
biliyorum. Umarım yaşıyordur. Bu şekilde haberdar olur ve karşı
karşıya geliriz. Ya Sırrı? Onun ismini değiştirdim. Başka bir
şeydi; ama söylemek istemiyorum niçin değiştirdiğimi. Bir yanlış
anlaşılmadan mı korktun? Evet. Algıların sır olduğu bir toplumda
gereksiz yere yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için üzülerek
sonradan değiştirdim ismini. Romanda kullandığın semboller benim
görebildiğim kadarıyla hep bir yere çıkıyor; Esma’ül Hüsna. Bununla
ilgili bir çalışma yaptın mı? Yapmadım. Sırrı’nın önceki adı da
zaten Esmaül Hüsna’dan bir isimdi. Öyle ama kelimelerin hası orası.
Bu kitap hangi ismin yansıması sayılabilir? Hayy? Muhyi? Yumît?
Bilmem. Onlar beni aşar. Onlara cevap veremem ve çok ukala olur.
Hiç öyle şeyler düşünerek yazmadım. Tabii böyle de okunabilir, din
dışı şekilde de okunabilir. Yol göster bize din dışı nasıl
okuyacağız? Bilmem. Okunabileceğini düşünüyorum. Ortalama bir Türk
okurunun eseri anlayacağını düşünüyor musun? Düşünmüyorum. O zaman
biraz elit bir roman mı bu? Evet olabilir. Niye aşağı ineyim ki?
Ben elit bir kadınım zaten. Bunu da yazmamı istiyor musun?
Bilemiyorum. İstiyorsanız yazın. Elit film olur da elit roman nasıl
olacak ki? Roman neticede. Sizin damganız o. Ben de peki dedim.
Yani şöyle olsun böyle olsun diye yazmazsınız ki. Ben elit roman
yazayım, aşağı tabakaya yazayım böyle düşünceleriniz olmaz. Olay
az, tasvir çok. Bu, ortalama okuyucuyu biraz yoran bir şey. Tamam;
ama onlar diyorum ada. Kendilerinden başka konuştukları biri yok.
Kayıp bir şeyden bahsediyorum. Kayıp evet, kayıp bir dünya. Bizim
arayıp bulmamız gereken kayıp bir dünya. Aslında ne aradığını
bilmeyen, bir arayan o. Zaten o yüzden ona ne oluyorsa bütün
tecelliler o yüzden oluyor. Aradığını bilseydi, bu sefer aklı işin
içine karışmış olacaktı. Asla bulamayacaktı aradığını. Onun için o
tam anlamıyla vecd halinde. Vecd haline girdiğin zaman ne aradığını
bile bilmezsin. O zaman arayanın akla ihtiyacı pek yok diye
düşünüyorsun. Hiç yok evet; ama değişik boyutlarda akıldan söz
edebiliriz. Akla hem ihtiyacımız var hem de yok. Bunları anlatmak
çok zor ya! Anlatabilsem.