Zafer Mutlu'dan skandal manşet önerisi
Abone olSabah Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, 28 Şubat'la ilgili müthiş ifşaatlarda bulundu.
Star Gazetesi yazarı ve Sabah'ın eski Genel Yayın Yönetmeni
Ergun Babahan, Taraf Gazetesi'nden Neşe
Düzel'e müthiş ifşaatlarda bulundu...
Ajan gazetecilerle ilgili bir dönemin şifrelerini anlatan
Babahan'ın konuşmalarından can alıcı satır başlıkları şöyle:
İstihbarat kurumları, ajan gazetecilere şu adamı yıpratın der ve onlar da suçlayıcı haberleri ve yazılarıyla yıpratırlar. Biz Sabah'ta ajan olarak bir tek Ünal İnanç'ı bilirdik.
Hürriyet Grubu'nda ise Fatih Altaylı'nın ve Tuncay Özkan'ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkileri biliniyordu. Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür onların ismini açıkladı
Fatih Altaylı ile Tuncay Özkan, Mesut Yılmaz'ın önünde bir tartışma yapmışlar.
"MİT'te kim maaşlı, kim gönüllü çalıştı" diye atışmışlar. Güya
biri paralı,biri gönüllüymüş.
Askerlerin mesajları bize Sabah'ın Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge üzerinden geliyordu.
Hürriyet devlet gazetesidir. Onların askerlerle ilişkisi çok farklıydı. Onlar askerle iç içe gibidir.
Doğan ve Sabah Grubu ayda bir buluşurdu. Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Aydın Doğan, Mehmet Ali Yalçındağ, Dinç Bilgin, Kenan Sönmez, Beyti'nin üst katında bir araya gelirlerdi.
Erbakan Türkiye'nin Başbakanı olarak gittiği Libya'da, Kaddafi'den fırça yemişti. Sonra Abramowitz Sabah'a gelip 'Türk askerlerini tanıyamıyorum. Sünepe olmuşlar' gibi laflar etti.
28 Şubat'ın organizasyonunda Amerikan devleti adına en önemli ayak Morton Abramowitz'di.
Şeriat tehlikesi yaşandığına inanıyorduk. Ahmet Vardır, Salih Memecan, Can Ataklı karşıydı.
En önemli işim, yazarları tek tek sansürlemekti. Hükümet yanlısı, asker karşıtı ise silerdim.
Çiller'e Erbakan'la koalisyon kurdu diye çok öfkeliydik. Kendimizi ihanete uğramıştık.
ZAFER MUTLU'DAN AKIL ALMAZ MANŞET ÖNERİSİ
Neşe Düzel'le konuşan Ergun Babahan'ın birbirinden ilginç ifşaatlarında 'şaka gibi olan' bölüm ise gerçekten akıl almaz boyutlarda. İşte Düzel'in sorusu ve Babahan'ın yanıtı:
Yazarları çok sansürlediniz mi o günlerde?
Çoook... Bir korku atmosferi yaratılmıştı. Düşünün, 28 Şubat'ın generali Erol Özkasnak, Mehmet Altan için "Onu süngüye oturtup Güneydoğu'da dolaştırırım" demişti. Faşizmin ne olduğunu, o döneme baktığımda şimdi daha iyi anlıyorum. İnsanın bayağı ruhunu ele geçiriyor faşizm. Bir gün Zafer Mutlu yazıişleri toplantısına geli, manşeti "De-de rahatsız" yapalım dedi.
De-de mi?
Derin devlet yani... Sonra, "Bu manşet, bela çıkarır başımıza"
dedi ve de-de başlığından vazgeçtik. Beş dakika sonra Fatih Çekirge
Ankara'dan telefonla aradı. "De-de manşeti atıyormuşsunuz. Beni
aradılar. Yapmayın" dedi. Haber anında askere gitmiş.
Ajan gzetecilerin sayısı basında çok mu
fazladır?
Çok fazladır. Meşhur bir Hayri Birler olayı vardır. Hürriyet'in
Ankara bürosunda ikinci adam olarak çalışırken, esas işi açığa
çıkıyor ve Hürriyet'ten ayrılıyor ve gerçek işine dönüyor. MİT'in
Diyarbakır bölge müdürü oluyor.
Bu ajan gazeteciler ne yaparlar?
Karakter suikasti yaparlar. İstihbarat kurumları, onlara şu adamı yıpratın der ve onlar da yıpratırlar. Suçlayıcı ve çarpıtma haberleri ve yazılarıyla yıpratırlar. Biz, Sabah Grubu'nda ajan gazeteci var mıydı, varsa bunlar kimlerdi, bilmiyorduk. Bir tek Ünal İnanç'ı biliyorduk. O da Ankara büroda alt kademede biriydi. Ama Hürriyet Grubu'nda Fatih Altaylı'nın, Tuncay Özkan'ın MİT'le ilişkileri biliniyordu. Biz de öyle bilinen gazeteci yoktu.
Onlar nasıl biliniyordu peki?
Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür, onları açıkladı. Zaten geçen gün bir gazeteci arkadaşımız anlattı. 28 Şuat'tan sonra gazeteciler Mesut Yılmaz'la yemekteler. Fatih Altaylıyla Tuncay Özkan, Yılmaz'ın önünde, "MİT'te kim maaşlı, kim gönüllü çalışıyordu" tartışması bile yapmışlar birbirleriyle. Yani kendeliri anlatıyorlar bunu. Güya biri paralı çalışıyormuş, biri de gönüllü. Kendi aralarında bu konuda atışıyorlar. "Sen MİT'ten para alıyorsun, yok ben almıorum, sen alıyorsun" diye kendi aralarında tartışmışlar.
Şaka değil, değil mi bu?
Hayır şaka değil.
O dönemde Sabah'ın sahibi olan Dinç Bilgin de, gazetelerde Ankara bürolarının çok önemli rolleri olduğunu söyledi. O dönemde diğer gazetelerin Ankara bürolarının askerle ilişkisi nasıldı?
Hepsinin askerle ilişkisi iyiydi. 2002 yılında ben Akşam
Gazetesi'nin temsilcisi olarak Ankara'ya gittim. Kimi temsilcilerin
generallerle samimiyetini görünce çok şaşırdım. Doğrusu o kadar
içli dışlı olduklarını bilmiyordum. Bazıları generallerle tenis de
oynuyordu. Öyle ilişkiler vardı yani...
Neşe Düzel'in Ergun Babahan'la yaptığı röportajın tam
metnini okumak için ikinci sayfaya geçiniz
Türkiye’de medyanın günahı çoktur. Darbecilerle, muhtıracılarla,
andıççılarla işbirliği yapmış, çok insanın da canını yakmıştır.
Genellikle de kendi günahlarının üstünü örtüp gerçekleri
saklamıştır. Dinç Bilgin son zamanlardaki açıklamaları ve
itiraflarıyla bu örtüyü önemli ölçüde kaldırdı. Medyanın kendisiyle
yüzleşmesinin ve hesaplaşmasının yolunu açma konusunda ciddi bir
katkıda bulundu. Bugün de 28 Şubat döneminin yakın tanıklarından
gazeteci yazar Ergun Babahan yaşadıklarını ve gözlemlerini anlattı.
Medyanın generallerle ve siyasilerle ilişkilerini, medyada
çalışanların yaptıklarını, nerelerden rant kazandıklarını,
haberleri nasıl yayınladıklarını okuduğunuzda bir kere daha “aman
Allahım” diyeceksiniz. Medyanın önde gelen isimlerinden olan Ergun
Babahan, Hukuk fakültesini bitirdikten sonra bir süre avukatlık
yaptı ve gazetecilikte karar kıldı. İzmir’de Yeni Asır’da başlayan
gazetecilik hayatı, Sabah gazetesinde devam etti ve 1999 yılına
kadar İstanbul’da Sabah’ta dokuz yıl yazı işleri müdürlüğü ve genel
yayın müdürü yardımcılığıyla yaptı. 1999-2001 yılları arasında Yeni
Binyıl gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Ergun babahan,
2002’de Sabah’ın genel yayın yönetmeni oldu. Halen Star gazetesinde
köşe yazarlığı yapan Babahan, Kanal 24’te de hafta içi her sabah
gündemi tartışıyor.
Siz 28 Şubat döneminde Sabah Gazetesi’nin yönetim
kadrosundaydınız. O günlerde neler yaşandığını çok iyi
biliyorsunuz. O günlerde gazete yönetimleriyle generaller
arasındaki ilişki nasıldı?
Ben o dönemde yazı işleri müdürüydüm. Genel Yayın Müdürü Zafer
Mutlu’dan sonra gazetede ben vardım. Askerlerin mesajları bize,
Sabah’ın Ankara Temsilci Fatih Çekirge üzerinden geliyordu. Mesela
Zafer Mutlu Alevidir ve Kürt’tür. Ankara bürodan sık sık, Zafer
Mutlu’nun bu Alevi ve Kürt kimliğinin onun aleyhine
kullanılabileceği mesajları gelirdi. Bu da Zafer Mutlu’yu çok
tedirgin ederdi.
Kim gönderiyordu bu mesajları?
Herhalde asker gönderiyordu. Zaten Çiller Hükümeti düşürülürken ve
DYP dağıtılırken, hükümetten istifa etmeleri için kimi bakanlara
Alevi kökenlerinden dolayı çok baskı yapıldı.
Gazete merkezlerine generallerden talimatlar Ankara
üzerinden ne şekilde gelirdi?
O sırada Sabah’ın Ankara temsilcisi olan Fatih Çekirge, ‘ şu
paşayla konuştum’ diye bizi telefonla arardı. Fatih’in bizimle
yaptığı konuşmalardan anlardık askerlerin ne isteyip ne
istemediklerini. Askerler hoşlanmadıkları bir şey yayınlandığında
Fatih’i telefonla arıyorlardı. O da bize, ‘çok rahatsız oldular,
köpürdüler’ diye haber veriyordu.
Diğer gazetelerde de aynı sistem mi
işliyordu?
Bildiğim kadarıyla Ertuğrul Özkök, askerlerle yakın bir gazeteci.
Zaten Hürriyet devlet gazetesidir. Dolayısıyla onların askerle
ilişkisi bizimkinden çok farklıydı. Askerlerle iç içe gibidir
onlar. Ama şu var. Biz o dönemde Tansu Çiller’e, Necmettin
Erbakan’la koalisyon kurdu diye çok öfkelendik. Sabah Grubu olarak
kendimizi ihanete uğramış olarak gördük.
Niye?
Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin Avrupa yanlısıydı ve askerin siyasete
müdahale etmesine karşıydı. Tansu Çiller Sabah’ın siyasetçisiydi.
Sabah Grubu, DYP Başkanı Tansu Çiller’i çok destekledi. Onun için
çok kavga etti ve epey tiraj kaybetti. Ama Çiller’in bu desteğe
rağmen gidip Necmettin Erbakan’la koalisyon için anlaşması ve
RefahYol hükümetini kurması Dinç Bey’i şoke etti. O günü çok iyi
hatırlıyorum.
O gün tam olarak ne yaşandı?
Fatih Çekirge Ankara’dan telefonla aradı. Tansu Hanım, Erbakan’la
hükümeti kuruyor’ dedi. Ben, gene de çok emin olamadığım için
‘RefahYol’a doğru’ diye bir manşet attım. Manşeti görünce Dinç
Bey’in yüzü asıldı. ‘Oğlum olmayacak şeylere amin diyorsunuz. Böyle
bir şey mümkün olabilir mi? Aydın Bey’le (Aydın Doğan) ben varız
böyle bir koalisyon mümkün değil. Biz buna karşıyız’ dedi. Dinç
Bey, Çiller’in medyayı karşısına alamayacağını, medyaya rağmen
RefahYol hükümetini kuramayacağını düşünüyordu.
Niye bu kadar emindi?
Çünkü o dönemde siyasiler çok zayıftılar. O akşam Zafer Mutlu
Londra’dan aradı. Tansu Hanım beni aradı, koalisyon protokolünü
imzalamış. Erbakan başbakan diye manşet yapalım’ dedi. İki sene
Erbakan, iki sene Çiller başbakan olacak diye protokol
imzalamışlar. Nitekim Sabah’ın Çiller’le ve hükümetle ilişkileri
ondan sonra gerilmeye başladı. Hatta Hyaatt Oteli’nde bir Sabah
yöneticisi için verilen davette, Dinç Bey, Çiller için, ‘Hata
yaptı, bedelini öder’ dedi.
Sabah Grubu’nun askerlerle yakın ilişkisi o günden sonra mı
başladı?
Türkiye’de gazetelerin Ankara bürolarının askerle ilişkisi zaten
hep vardı. Çünkü asker, politik hayatın bir gerçeğiydi. O sıralar,
Genelkurmay’a davet edilmek, bir asker, general tanımak çok
önemliydi. Hürriyet Grubu ise zaten o dönemde Çiller’le kanlı
bıçaklıydı. İşte o sırada Doğan Grubu’yla Sabah Grubu arasında
kartel ilişkisi kuruldu.
Kartel ilişkisi ne demek?
Fiyatı beraber belirleyeceklerdi. Birbirlerinden adam
almayacaklardı.
O dönemde medyaya bu iki grup hakimdi. Birinden ayrılan
sonsuza kadar işsiz kalıyordu, gazeteciliği bırakmak zorunda
kalıyordu. Köle ticareti gibi bir durum değil miydi
bu?
Tabii.
Gazetecilere karşı yapılan bu anlaşmanın bir benzeri
siyasetçilere karşı da yapıldı mı o dönemde peki?
Tabii… Doğan ve Sabah Grubu ayda bir Beyti lokantasının üst katında
toplanırdı. Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Aydın Doğan, Mehmet Ali
Yalçındağ, Dinç Bilgin, Kenan Sönmez akşam yemeğinde buluşuyorlardı
ve o yemekte her şeyi konuşuyorlardı. Hürriyet hep askerciydi de…
Sabah Grubu öyle değildi. Sabah, 28 Şubat döneminde değişti. Bir de
o zaman Amerika’nın eski Ankara büyükelçisi Abromovitz Sabah’a çok
gelip gitti. Dinç Bey’le konuştu.
Anlamadım…
Erbakan, Türkiye’nin Başbakanı olarak gittiği Libya’da, Kaddafi’den
çadırda fırça yemişti. Bu fırçadan sonra Abramovitz geldi mesela.
‘Türkiye gibi bir devlet nasıl böyle bir aşağılanmaya
katlanabiliyor? Bu Türk askerlerini tanıyamıyorum. Sünepe olmuşlar,
falan gibi…’ laflar etti. Zaten 28 Şubat’ın organizasyonunda,
Amerikan devleti adına en önemli ayak oydu.
28 Şubat’ı ABD mi organize etti sizce?
Tabii… Yanılmıyorsam… Abramowitz, bu iş için devreye girmeden önce,
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda Demokrat ve Cumhuriyetçi
partilerden bütün Türkiye ve bölge uzmanları ortak bir toplantı
yapıyorlar. Darbe değil ama, darbe benzeri bir müdahale üzerinde
anlaşıyorlar. Yol haritası o şekilde çiziliyor. Abramovitz o sırada
emekli büyük elçiydi. Türkiye’yi çok iyi bilen ve herkesi tanıyan
biri olarak Türkiye’ye gelip gidiyordu. O zamanlar, Zafer Mutlu’yla
yaptığı görüşmelerde, ikisi arasındaki tercümeleri ben yapıyordum.
Abramovitz, Dinç Bey’le de bir, iki kez görüştü.
Abramovitz ne istiyordu medyadan?
28 Şubat’ın alt yapısını hazırlıyordu herhalde. RefahYol
hükümetinin Türkiye’ye zarar verdiğini düşünüyordu. Sanıyorum
Erbakan’ın bölge politikasından İsrail çok rahatsız olmuştu. O
sırada Erbakan’ın kabinesinde Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener
bakandılar ama Erbakan’a karşı kimsenin sesi çıkamıyordu.
Peki Refah kapatıldı yerine AKP kuruldu ve ilk seçimde
Abdullah Gül başbakan oldu. ABD, Gül’ün başbakanlığına karşı
çıkmadı, öyle değil mi?
Bilmiyoruz. Bakın şimdi Ergenekon soruşturmasıyla, 2002 -2003 darbe
planları ortaya çıkıyor. Demek ki AK Parti hükümetine karşı bir
darbe için alt yapı hazırlıkları yapılmış. Belki Genelkurmay
karargahının bu planlarla doğrudan bir ilgisi vardı ve sonra
yaşanan gelişmelerle tablo değişti. Çünkü şu bir gerçek. 1960
ihtilalinden sonra, alt kadrolar yanlış yapmasınlar diye orduda
öyle müthiş bir istihbarat ağı kuruldu ki, Genelkurmay karargahının
ve genelkurmay başkanının bilgisi olmadan orduda hiç bir darbe
hazırlığı yapılamaz.
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz, bu ay
başında gene ortaya çıktı ve Türkiye’nin İran’la ve Rusya’yla artan
ilişkileriyle ilgili yeni uyarılarda bulundu. İsrail’le gerginliğin
ABD’deki muhafazakar kesimleri i kızdırdığını, Başbakan Erdoğan’ın
Gazze’de yaşananlara ‘soykırım’ demesinin Türkiye’nin Batı’daki
duruşuna zarar verdiğini , Türkiye ile ABD ilişkilerinin önümüzdeki
birkaç yılda zorluklar yaşayacağını söyledi. Abramowitz,
Türkiye’deki kutuplaşmanın daha derinleşeceğine de dikkat çekti.
Koalisyon hükümeti olasılığını bile dile getirdi. Abramovitz’i
yakından izlemiş biri olarak, onun bu yeni açıklamalarını nasıl
yorumluyorsunuz?
Obama, Ermenistan sınırının açılmamasına çok bozuldu. Abramovitz,
Amerikan yönetiminin AK Parti hükümetinden rahatsızlığını ortaya
koyuyor. Amerika’yla ilişkilerde sıkıntılı bir dönem başlıyor.
İsrail lobisinin görüşlerini dile getiren ama Neocon olmayan
biridir Abramovitz. Amerikan politikasında önemlidir. Eğer yaşı
ilerlemiş olmasaydı, bugün Obama yönetiminde yer alırdı.
Abramovitz, Türkiye konusunda söyledikleri kabul gören biridir. Ben
olsam, onun sözlerini ciddiye alırım.
Gazeteci-asker ilişkilerine dönersek… Generallerden
gazetelere talimatlar gelir miydi?
Ankara büroya gelirdi.
Neler yazılmasını isterlerdi?
Sincan olayını çok önemserlerdi. ‘Dört yıldızlı
uyarı’, ‘Komutanlar rahatsız’ gibi manşetler atılmasını isterlerdi.
Bu manşeti hangi generalin attığını bilemiyorum. Belki o manşeti
general atmazdı da, bizim Ankara büro manşet bulamayınca bunu
oturup yazardı… Ama şu var. Bu herhalde bizim de işimize geliyordu.
Dediğim gibi o sırada hem Çiller’e büyük bir öfke vardı. Hem de
Erbakan’a, ‘Türkiye’yi Suudi Arabistan yapacak’ diye bir
güvensizlik vardı. Bizim de o sırada, solculuktan gelen ateist
damarımızla, dinle ilgili her şeye şüpheyle bakan laikçi damarımız
birleşmişti. RefahYol koalisyonunun, hayat tarzımızı
değiştireceğini düşünüyorduk ve askeri doğal müttefikimiz olarak
görüyorduk.
Psikolojik harbin ürünü olduğu apaçık olan o Fadime
manşetlerine gerçekten inanıyor muydunuz?
Şeriat tehlikesi yaşandığına yüzde yüz inanıyorduk. Bizler aktif
laiklerdik. Sadece rahmetli Ahmet Vardar ve Salih Memecan bu yayın
politikasına ve askerle işbirliğine çok kesin karşı çıkıyorlardı.
Can Ataklı, Çiller’e yakındı, o dabenimsemiyordu. Mehmet Barlas da
yayın politikasına karşı çıkıyordu. Geri kalan herkes RefahYol
hükümetinin gitmesini istiyordu.
Darbeyle gitsin, öyle mi?
Biz o dönemde, askerle müttefik olmaktan rahatsız değildik.
Türkiye’yi belaya sürükleyen bir hükümete karşı düzen kavgası
veriyorduk biz. 28 Şubat’ı darbe olarak görmemiştik.
Bugün baktığınızda ne görüyorsunuz peki?
Korkunç tabii.
Askerler, nelerin yazılmasına kızarlardı?
Askerler, kendilerini eleştiren, hükümeti öven yazıların
yayınlanmasını istemiyorlardı. Ben 28 Şubat sürecinin sonuna doğru
depresyona girdim zaten. Benim o dönemde gazetede en önemli işim,
oturup bütün köşe yazılarını okumak ve yazarları tek tek
sansürlemekti. 28 Şubat’taki baskılar, bizlerde öyle tuhaf bir
duygu ve ruh hali yaratmıştı ki… En ufak bir cümle bile hükümet
yanlısı, asker karşıtı gelebiliyordu bize. Ben o bölümleri
yazılardan siliyordum.
Yazarları çok sansürlediniz mi o günlerde?
Çook… Bir korku atmosferi yaratılmıştı. Düşünün, 28 Şubat’ın
generali Erol Özkasnak, Mehmet Altan için ‘onu süngüye oturtup
Güneydoğu’da dolaştırırım’ demişti. Faşizmin ne olduğunu, o döneme
baktığımda şimdi daha iyi anlıyorum. İnsanın bayağı ruhunu ele
geçiriyor faşizm. Bir gün Zafer Mutlu yazı işleri toplantısına
geldi, Manşeti, ‘de-de rahatsız’ yapalım dedi.
De-de mi?
Derin devlet yani… Sonra, ‘bu manşet, bela çıkarır başımıza’ dedi
ve de-de başlığından vazgeçtik. Beş dakika sonra Fatih Çekirge
Ankara’dan telefonla aradı. ‘De-de manşeti atıyormuşsunuz. Beni
aradılar. Yapmayın’ dedi. Haber anında askere gitmiş.
Ajan gazetecilerin sayısı basında çok mu
fazladır?
Çok fazladır. Meşhur bir Hayri Birler olayı vardır. Hürriyet’in
Ankara bürosunda ikinci adam olarak çalışırken, esas işi açığa
çıkıyor ve Hürriyet’ten ayrılıyor ve gerçek işine geri dönüyor.
MİT’in Diyarbakır bölge müdürü oluyor.
Bu ajan gazeteciler ne yaparlar?
Karakter suikasti yaparlar. İstihbarat kurumları, onlara şu adamı
yıpratın der ve onlar da yıpratırlar. Suçlayıcı ve çarpıtma
haberleri ve yazılarıyla yıpratırlar. Biz, ‘Sabah Grubu’nda ajan
gazeteci var mıydı, varsa bunlar kimlerdi’ bilmiyorduk. Bir tek
Ünal İnanç’ı biliyorduk. O da Ankara büroda alt kademede biriydi.
Ama Hürriyet Grubu’nda Fatih Altaylı’nın, Tuncay Özkan’ın MİT’le
ilişkileri biliniyordu. Bizde öyle bilinen gazeteci yoktu.
Onlar nasıl biliniyordu peki?
Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür, onları açıkladı. Zaten geçen gün
bir gazeteci arkadaşımız anlattı. 28 Şubat’tan sonra gazeteciler
Mesut Yılmaz’la yemekteler. Fatih Altaylı’yla Tuncay Özkan,
Yılmaz’ın önünde, ‘MİT’te kim maaşlı, kim gönüllü çalışıyordu’
tartışması bile yapmışlar birbirleriyle. Yani kendileri
anlatıyorlar bunu. Güya biri paralı çalışıyormuş, biri de gönüllü.
Kendi aralarında bu konuda atışıyorlar. ‘Sen MİT’ten para
alıyorsun, yok ben almıyorum, sen alıyorsun’ diye kendi aralarında
tartışmışlar.
Şaka değil, değil mi bu?
Hayır, şaka değil.
O dönemde Sabah’ın sahibi olan Dinç Bilgin de, gazetelerde
Ankara bürolarının çok önemli rolleri olduğunu söyledi. O dönemde
diğer gazetelerin Ankara bürolarının askerle ilişkisi
nasıldı?
Hepsinin askerle ilişkisi iyiydi. 2002 yılında ben Akşam
Gazetesi’nin temsilcisi olarak Ankara’ya gittim. Kimi temsilcilerin
generallerle samimiyetini görünce çok şaşırdım. Doğrusu o kadar
içli dışlı olduklarını bilmiyordum. Bazıları generallerle tenis de
oynuyordu. Öyle ilişkiler vardı yani…
Askerler yazarlara kızarlar mıydı?
Kızarlardı tabii. Yanılmıyorsam… Hüseyin Kıvrıkoğlu,
Dinç Bey’i Genel Kurmay’a çağırdı. O sırada Çetin Altan ve Mehmet
Altan Sabah’ta, Ahmet Altan da yeni Yüzyıl’da yazıyordu.
Genelkurmay Başkanı, onları Dinç Bey’e şikayet etmiş. Yani kibarca,
gazeteden çıkarın bunları demek istemiş. Dinç Bey, ‘Çetin Altan bir
edebiyat ustasıdır. Ahmet Altan şöyle iyi yazardır, Mehmet Altan da
profesördür’ demiş.
Sonuç ne olmuş?
Dinç Bey zaten hiç dilini tutmazdı. Onlara, ‘Askerler siyasete
karışmamalı’ gibi konuşmalar yapardı. Kıvrıkoğlu’yla o konuşmadan
sonra Dinç Bey, ‘onları ikna ettim’ diyerek Ankara’dan döndü. Bence
Dinç Bey’in hapse girmesinde o konuşmanın bile payı vardır. Doğan
Grubu’nda eski bürokratlar, milletvekilleri, bakanlar hep bir
köşede tutulur. Sabah’ta hiç öyle şey olmadı.
Güneş Taner, eski bakan olarak Sabah’ın yönetimine girmedi
mi bir dönem?
Sabah’ın yönetim kuruluna girdi. Bankanın alımında destek oldu
diye, o da bir teşekkürdü herhalde…