Dünya üzerinde yapılan ve Klinik Psikolog Ege Ebrar ÖNÜR olarak aldığım eğitimler, yaşadığım tecrübeler ve tüm gözlemlerim doğrultusunda kaliteli, uzun ve sağlıklı yaşayan insanların ortak mucizesinin mutluluk sürelerinin uzun olması ve stresten tamamen uzak olmaları olduğunu sizlere söyleyebilirim. Hepimiz belli ölçülerde vücut sağlığımıza önem verip özen gösteriyoruz. Aldığımız besinlerin olabildiğince besin değeri yüksek sağlıklı şeyler olmasına dikkat ediyoruz ancak tüm bunları yaparken bizlere yediğimiz içtiğimiz şeylerden daha çok zarar verecek olan stresten uzak duramıyoruz. Oysaki stres vücut sağlığımızı çokça etkisi altına alan bir olgu. Hatta en derinden etkileyen yegane şey. Yapılan araştırmalar ve kişisel klinik gözlemim sayesinde şunu söyleyebilirim ki somatik yani fiziksel dediğimiz birçok hastalığın altında yatan sebepler arasında en sık karşılaştığımız şey kişinin hayatında yönetmekte güçlük çektiği stres faktörü. Stres, fizyolojik birçok rahatsızlığın tetikleyicileri arasında yer almakta ve birçok deri hastalığı, gastrointestinal problemler, kanser gibi durumlarda karşımıza çıkmaktadır. Vücudumuza dışarıdan aldığımız şeylerin kanserojen olup olmamasına bu kadar dikkat ederken, vücudumuzun ürettiği ve yönetemezsek bizi kanser gibi bir hastalıkla burun buruna getiren stresle neden başa çıkamıyoruz? Oysaki vücudumuza sürdüğümüz kremler, kullandığımız probiyotikler, organik besinler hep kendimizi korumak ve daha iyi bir forma kavuşmak için dışarıdan içeriye aldığımız şeyler değil mi? O halde neden bizleri içeriden yıkıma uğratacak durumlara karşı koyamıyoruz? Yüzümüzde çıkan sivilceler için nasıl ki her zaman kullandığımız kremler, dışarıdan yaptırdığımız işlemler yeterli gelmiyor, zaman zaman içeriden bir müdahaleye ihtiyaç duyup ilaç tedavisine baş vuruyorsak stresle baş etmeyi öğrenmek de bizler için bu durumdan farksız bir yerde konumlanıyor. Stresle nasıl başa çıkabileceğimizi öğrenmemiz ve bunu en iyi şekilde yönetmemiz gerekiyor. İçimizde barındırdığımız korkunun, endişenin ve stresin en hızlı etkileşimini mide ve bağırsaklardan aldığımız sinyaller doğrultusunda gözlemlememiz mümkündür. Örneğin askerlik, uzun süreli misafirlik, sınavlar, ani yer değişiklikleri gibi kısaca konfor alanımızdan çıkıp kendimizi rahatsız hissettiğimiz bir yerde konumlandığımızda bir çeşit kabızlık belirtilerinin ortaya çıkışı, mide yanması ya da kramplarla karşılaştığımız, şiddetli baş ağrıları çektiğimiz, libidonun aşağıya çekilmesi, keyifsiz bir ruh hali ile anın tadını çıkartamamamız gibi. Yaşanılan korku, endişe ve stres belirli ölçülerde insan hayatı için kurtarıcı, yol gösterici bir olgudur. Yüzyıllardır bireyin hayatta kalma mücadelesi sempatik yani savaş ya da kaç mekanizması ile parasempatik yani sakinleş ve stabilleş mekanizması üzerinden açıklanır. Mağaradan çıkan insanın doğanın şiddetli etkileri ve yırtıcı hayvanların varlığı ile mücadele edip türünün devamlılığını sağlaması ancak ve ancak onlarıalgılayabildiği ölçüde mümkün olmuştur. Sempatik sistemin tehlike algıladığında devreye girip bizleri harekete geçirmek sebebiyle göz bebeklerimizde büyüme, kalp çarpıntımızda hızlanma, tüylerimizde dikelme gibi fizyolojik etkilere sebep olması bulunulan ortamı daha iyi gözleyebilmek ve gerektiğinde en hızlı şekilde oradan uzaklaşabilmek içindir. Ancak bu fizyolojik reaksiyonlara sebebiyet veren korku, kaygı ve stres şiddeti ve süresi kişi tarafından kontrol edilemediğinde bu duyguların esiri olan kişi insan olur. Parasempatik sistemi devreye sokabilmek bu hususta bir hayli önem arz eder. Ne zaman ki kişi stresle başa çıkabilmeyi, korkularının üstesinden gelebilmeyi, endişesini yönetebilmeyi öğrenir o zaman sağlıklı, kaliteli ve uzun bir yaşamın anahtarını elinde tutan ve o kapıyı aralayan kişi haline dönüşür.