Yunanlı gazetecinin Türkiye yazısı
Abone olYunanistan'da Dawtown adlı dergiyi çıkaran Petros Kostopoulos'un nefis Türkiye yazısı...
''Bu makaleyi garip bir yerde yazıyorum. Saat 19:30 ve ben
İstanbul'da bir otobüsün içindeyim. Otobüse bineli 45 dakika oldu,
daha 1.5 saatlik yolumuz var, anlayacağınız çıldırmak işten bile
değil. İstanbul'da olmamın nedenin Olimpiyakos'un maçını seyretmek
olduğunu anlamışsınız. Tabii ki içinizden Panatikaikos ve AEK'yi
tutanlar 'oh olsun hıyara' diyebilir. Şayet Olimpiyakos yenilirse
sevinciniz daha fazla olacak. Fakat ben de sizin takım yenildiği
zaman bu deyimi aynen iade etmek üzere hazır olacağım. Ne de olsa
dergi benim, ne istersem onu yazarım! Özetle, yaklaşık 6 saat (üç
saat gidiş, üç saat geliş) otobüste olmamın sebebi Türklerin de
bizim modele uyarak, önce şahane bir stad yapıp 2012
olimpiyatlarına adaylık koymaları ve yol yapmayı sonraya
bırakmaları... ''Yolu s...et, stadı yapalım da sonrası kolay ''
felsefesi tabii ki beni çok güldürdü. Çünkü (maç dahil) bu 8 saatte
insan New York'a varıyor. Fakat burası doğu ve zamanın akışı başka.
Bütün bunları yazmamın asıl nedeni İstanbul'un şahane bir şehir ve
Türkler'in (en azından benim tanıdıklarımın) çok iyi insanlar
oldukları sonucuna varmam. Hatta bizden bile iyi olduklarını
söyleyebilirim. Bana öyle geliyor ki, biz de 20 yıl önce böyleydik:
Güleryüzlü, samimi, eğlenceli, misafirperver (adamlar üstlerine
basasın diye halı oluyor!). Yani çok güzel insanlar. Bizimle aynı
tarzda sohbet ederler. Güzel kadınlara hayran olurlar ve onları
severler. Hep onlardan bahsederler. Bizim gibi dert ve ihtiraslarım
beraber taşırlar. Fakat maalesef bizim gibi onlar da bir gün bu
hislerini yavan bulacaklar. Köprüyü geçtiğimizde bir sürü fakir
insana rastladık. Bazılar düşünceli ve asık suratlıydı. Burada orta
sınıf yok, insanlar ya çok zengin ya da çok fakir... Bu fakirliğe
rağmen, otel ve restoranlarda asık suratlı personel göremezsiniz.
Hepsi sizi memnun edebilmek için devamlı ve içten gülümser.
İstanbul'da hâlâ şahane semtler var. Fakat Türkler de kalkınma
uğruna bizim yaptığımız gibi bunları mahfetmek için çabalıyor.
Güneş batarken Galata Köprüsünü'nü geçtiğin zaman arkana bakarsan
göreceğin manzaradan beyin felcine uğrarsın. Başka çağa gittiğini
sanırsın. Burada arkadaşım Tito ile beraberim. Tito İstanbul'da
doğup büyümüş. Onun Türk arkadaşları ile olan ilişkisini ve
İstanbul'a her gidişimizde bizi nasıl karşıladıklarını görünce
atılan 'milliyetçilik' nutuklarını anlayamıyorum, ''İki halkın
kardeşliği'' krizine tutulmuş değilim, fakat düşmanlığı anlamak
zor. Türkleri tanımıyorsanız, onlar hakkındaki kolayca olumsuz
fikirlere kapılabilirsiniz. Ama tanıyınca bunları nasıl
düşündüğünüze şaşarsınız. Biz de misafirperveriz fakat onların
misafirperveliğindeki 'asalet' çoğumuzda yoktur. Bizim grupta 5
kişiyiz. Bu 5 kişi için en aşağı 10 Türk ailenin programı değişti.
Adamların kibarlık ve hovardalığı bizde çok az kişide bulunur.
''Sadece iyi taraflarından bahsediyorsun'' diyeceksiniz. Evet, şu
anda yalnızca iyi tarafları görüyorum... Yüzyıllar boyunca
İstanbul, çok kozmopolit bir şehirdi. Oryantal bir New York
diyebilirim. İstanbullular politikacıların oynadığı oyunları bilir
ve din hususunda fanatik değillerdir. Kendimi bildim bileli
İstanbul'a gitmek istemezdim. Okulda okuduğum kitapların etkisiyle
şehrin Türkler'e ait olmasından rahatsızlık duyardım. Şimdi bir
Türk şehri olduğunu benimsedim, başka türlüsü de olamaz zaten.
İnsanın böyle bir milliyetçiliğe kapılması için çok hasta olması
lazım. Ayrıca Yunanlı olarak en fazla hüsnükabul gördüğümüz yer
İstanbul. Burada bulduğunuz yakınlığı ne Paris'te ne Londra'da
bulursunuz. Bizimle otobüste olanlar fanatik Galatasaraylılar. Buna
rağmen Olimpiyakos bir gol atıp havaya fırlarsam, kafama bir
sandalyenin atılmayacağından eminim. Halbuki Leoforos'ta
(Panathinaikos'un Stadı) havaya fırlasam canıma okunacağından
hiçbir şüphem yok. Bunlar başka türlü heyecanlar çünkü. Kendini
bilmezin biri çıkıp Fatih Sultan Mehmet'in panosunu stadda
sergilemiş, böyle bir hıyarı bizim stadların birinde de
bulabilirsiniz. Sporun politika ile hiçbir alakası yok. Sporda
yalnız duygu var. Ben öyle hissettim, öyle gördüm ve öyle de
hazmettim. Üstelik büyük de bir kârım oldu. Çünkü harika bir kebap
reçetesi aldım: İşin sırrı koyun kıymasının içine başka tip bir
koyunun kuyruğundan yağ katmak. Valizimde 2 kilo kuyruk yağı, 3
kilo ekmek kadayıfı, 4 kilo kaymak ile Atina'ya döneceğim. Bir de
2-3 gol atıp maçı kazanırsak değmeyin keyfime. Fakat dediğim gibi,
bu ayrı bir mesele...''