Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Eğer bu ülkede milletin vicdanını derinden yaralayan çuval
olayının intikamını almayı; demokratik düzen içinde sadece
kendisine söylenilen görevin sınırları içinde kalma mazeretiyle
bedel ödemekten kurtulacağını varsayan anayasal bilumum kurum ve
kuruluşlar filmcilere, senaristlere ve artizlere bırakıyorlarsa
yüce divan tartışmalarının hakikaten yeri ve zamanı gelmiştir ey
millet?
Çünkü "Kurtlar Vâdisi" film haline de getirilecekmiş ve konusu
Irak'ta
geçecek olan senaryosunda vâdinin "ağır abi"si Polat Alemdaroğlu
"çuval"ın
intikamını alacakmış!
Bu açıdan ben Bahçeli'nin çıkışıyla başlayan ve Erdoğan'ın
cevabıyla devam eden Yüce Divan muhabbetinin son derece gerekli ve
yararlı olduğunu düşünüyorum.
Ancak vücudu tepeden tırnağa saran bu kanser illetini kökünden
halletmenin de sadece Yüce Divan olgusu ile çözülmeyeceğine
inanıyorum.
İstiklâl Mahkemeleri gereklidir.
Özel şartlar, özel çözümler gerektirir.
***
Bakın 5 Ağustos 2005 tarihli ve "İspanyol kadar Türk
Olamamak"başlıklı yazısında Hüseyin Mümtaz ne demişti?
"Karar vereceksin.
Türksen, bağımsız devletsen, bağımsız kalmak istiyorsan.
İçeride ve dışarıda.
Dahili ve harici bedhahlara karşı..
Ona göre davranacaksın.
Bağımsızsan ve bağımsızlığını korumak istiyorsan..
Bağımsızlık Mahkemeleri kuracaksın..
Eski dilde bağımsızlık, İstiklal demektir.
Yâni İstiklal Mahkemeleri..
Sonra da ''tek dişi kalmış'' AİHM filan dinlemeden adam
asacaksın.
Kararlı duracaksın, adam gibi duracaksın, adam olacaksın..
Sevr'e değil, Lozan'a sahip olacaksın".
***
Yine, 31 Temmuz 2004 günü yazdığı "Van'da Devlet" başlıklı
yazısında şunları yazmış:
"Akepe, ANAP'lı bakanlar ve başbakanı da yine ''akçalı konular''
yüzünden yüce divana sevk ediyor.
Ülkeyi bölüp-parçalamayı öngören ilk üç uyum paketini çıkardıkları
içindeğil.
Öcalan'ı asmadıkları için değil...
Ben şaşırmadım..
Biz 44 sene önce don-bebek yüzünden Menderes-Zorlu-Polatkan'ı asmış
bir milletin çocuklarıyız. Başbakanlıktaki kasadan bilmem kimin
donu çıkmış.
Salim Başol Kore'ye neden asker gönderdi de şu kadar vatan
evlâdının sebepsiz yere şehit olmasına yol açtığı sorusunu hiç
yöneltmemiş. Biz hep politikacının ahlakını sorgulamışız.
Uyguladığı politikanın ahlâksızlığını değil."
***
("Cumhuriyet'in En Uzun 6 Ayı" .. Hüseyin MÜMTAZ. Kum Saati
Yayınları. İstanbul Aralık 2004. Sayfa 141.)
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ayaklar altına
alınıyorsa?
Anayasa'nın; devletin nitelikleri, bayrağı, başkenti ve milli marşı
ile ilgili ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek başlangıç
maddeleri tartışmaya açılıyorsa?
İstiklal Mahkemelerinin kurulması elzem hâle gelmiş demektir.
Hem İstiklâl Mahkemeleri kurulmalıdır?
Hem de kapısının üzerine?
"Yalnız Allah'tan Korkar" yazılmalıdır?
Tıpkı Kurtuluş savaşı'nda olduğu gibi?
***
Şimdi de geliyoruz nedenlerine?
Eskiden elimiz yüreğimizde MGK Toplantılarını beklerdik, kimi 7.5,
kimi de 9 saat süren?
Önce ekmekler değil ama MGK "bozuldu". MGK'nın "olağan"
toplantıları iki aya çekildi. Sonra yapısı değiştirildi, AB'ye
uyduruldu?
Sırada asker üyelerin sayısının azaltılması değil, külliyen
kaldırılması var, hiç şaşırmayın. Çerçeve Belge pazarlıklarının;
ilk defa Genelkurmay Başkanı'nın dillendirdiği gibi "bedel ödeme"
bâbında Parti Genel Merkezinde yapılmış olması uzun vâdede onun
işareti değil de nedir?
***
Şimdi ise hacı yolu bekler gibi AB'nin bilmem ne raporlarını
gözlüyoruz.
Erdoğan, Gül ve Çiçek boşuna dememişler meğer "17 Aralık'tan sonra
yeni bir düzen başladı" diye...
Önce 2004'ün 6 Ekim İlerleme raporlarını bekledik.
Sonra yine 2004'ün 17 Aralık'ını, ve sonra 2005'in 3 Ekim'ini.
Duyduk ki hükümet bu defa gözünü 9 Kasım'a dikmiş.. 9 Kasım'da yeni
ilerleme raporu yayınlanacakmış. Çünkü yeni "özel komiser" Rehn'in
özellikle üzerinde durduğu dört başlık var ve bunlar şöyle
sıralanıyormuş: İfade özgürlüğü, Kadın hakları, Sendikal
özgürlükler ve Azınlık vakıflarının malları.
Eğer bir ilerleme olmazsa bu dört başlıktaki sıkıntının Türkiye ile
ilgili ilerleme raporunda yer alması bekleniyormuş, bu da bu
noktada müzakerelerin kesintiye uğrama ihtimali ortaya
çıkarıyormuş. Çünkü Avrupa Konseyi geçen seneki 17 Aralık
zirvesinde kalıcı insan hakları ihlalleri ve demokrasi zafiyeti
olması durumunda müzakerelerin kesilebileceğini hükme
bağlamışmış...
Evet Dengir birisinin dediği gibi asker artık bizi bağlamıyor ama
AB bağlıyor.
***
Lâf aramızda ey millet "Mustafaoli" iyi ki geldi.
Neler öğrendik, neler...
Mantı yemeğe gittiği Kayseri'de "Tören bitti, şimdi çalışma zamanı"
dedikten sonra iki büyük edepsizlik yaptı.
1. "Ek protokolün Mecliste onaylanacağı teminatını hükümetten
aldım" dedi,
2. Avrupa'da iktidar ile muhalefetin anlaşmasının bir uzlaşma
kültürü olduğunun altını çizdikten sonra muhalefete de seslenerek,
hükümetle uzlaşma çağrısında bulundu.
Yâni hem Yasama'nın işine karıştı, hem demokratik sistemimizi
sorguladı, muhalefete talimat verdi.
Bahçeli ne diyor?
"Başbakan polemik yapmasın. Madem öyle Abdullah Öcalan hainini
asmadığım için beni Yüce Divan'a göndersin".
Erdoğan cevap veriyor;
"Ana muhalefet lideri veya diğer marjinal gruplar kendilerine göre
bazı şeyler oluşturuyorlar. Artık yetişemedikleri için üzüme...
Bundan sonra kendilerine göre işte 'bu yol Yüce Divan'a çıkar'
diyorlar. Bir yerden
kendilerini tatmin edecekler. Başka çareleri kalmadı. Biz siyasetin
ne olduğunu çok iyi biliriz. Biz siyasetin dilini çok iyi bilir,
anlarız. Bu yola çıkarken, biz bunun bedelinin ne olduğunu bilerek
çıktık."
Eskiden anayasayı tağyir, tebdil ve ilgaya teşebbüsün sonu
belliydi. Şimdilerde nasıldır hiç haberim yok.
***
Bakın Bahçeli ne yapmıştı.
Ocak 2000'de 57'inci Hükümetin koalisyon ortakları, üç kafadarlar;
başbakanlıkta 7.5 saatlik bir toplantı yapmışlar ve Öcalan
dosyasını başbakanlıkta bekletme kararı almışlardı.
Bağımsız Türk yargısının kesinleşmiş idam kararını onay için
Yasamaya göndermemişlerdi. Yürütme'de bile görüşmeye gerek
duymamışlardı. Üç ahbap çavuşlar kendilerine, anayasada olmayan bir
yetkiyi vehmederek; hâttâ açıkça anayasayı ayaklar altına alarak
dosyayı bekletmişlerdi.
Anayasada "liderler zirvesi" diye bir kurum,kurumsallaşmış bir yapı
var mıdır?
Demek ki anayasa 57'inci hükümet zamanında bizzat ortaklar eliyle
rafa kaldırılmıştır.
Peki anayasada "Parti Genel Merkezi" diye bir kurum var mıdır?
Erdoğan da Çerçeve Belge pazarlıklarını Başbakanlık'ta, Bakanlar
kurulu'nda değil, MYK'da yürütmüştür.
Bırakınız devletin diğer "bedel ödemeyeceğini" zanneden
kurumlarını; fakat Yüce Meclisi bile kaale almamıştır.
***
Almadığını Finli Mustafa'dan, Mustafa Oli'den öğreniyoruz.
Olli Rehn, Kayseri Ticaret Odası'nda düzenlediği basın
toplantısında, Türkiye'nin imzaladığı gümrük birliğini AB'nin yeni
10 üyesine genişleten ek ptorokolün Meclis tarafından onaylanması
için hükümetten güvence aldığının söylüyor ve bu onay olmazsa,
katılım müzakerelerin olumsuz etkileneceğini belirtiyor.
Yâni hükümetten (Yürütme); Meclis (Yürütme) çalışmalarını
etkileyeceği konusunda söz almış, teminat, güvence almış?
Anayasamıza göre hükümetin böyle bir yetkisi yoktur ey
okuyucu...
Ek protokol ne?
GB Ek Protokolü; Rumların da diğer 24 AB ülkesi gibi Türkiye
tarafından tanınmasını öngörüyor. AB, hükümetin mektubunu yeterli
görmüyor, meclisten de çıkmasını istiyor.
Ve iş(p)in ucu gelip Kıbrıs'a dayanıyor. Daha düne kadar Erdoğan
"Önce çözüm sonra tanınma" diyordu. 3 Ekim'den sonra ise bir adım
gerileyerek "Önce izolasyonların kaldırılması, sonra tanıma" demeye
başladı.(NTV)
Mustafa Oli ânında cevap verdi.
"Evet, izolasyonların kaldırılması için çalışıyoruz ama tanımayı
buna bağlamak yanlış. Bu yeni bir durum olur, müzakereler
türbülansa girer."
Derken Erdoğan ile Rehn Havaalanı'nda "karşılaşıyorlar".
45 dakikalık karşılaşmanın arkasından bir gazetecinin, "Ek
protokol'ün TBMM'ye getirilmesi konusunda bir mutabakata varıldı
mı? Bu konu görüşmede gündeme geldi mi?" şeklindeki sorusu üzerine
bir gün önce Murat Akgün'e
"gereği yok" demiş olduğu için sıkıntısı yüzüne vuran Erdoğan, "Bu
konuyu Bakanlar Kurulu'nda arkadaşlarla görüşeceğiz. Onun 'timing'i
noktasında kararı ondan sonra vereceğiz" diyor. Erdoğan, "Bir an
önce gelmesi
noktasında bir ısrar var mı?" sorusuna ise "O konuda, bir süre
noktasında Rehn'in böyle bir açıklaması olmadı. Ama 'tabii bir an
önce geçerse isabetli olur' diyorlar" şeklinde karşılık
veriyor.
Bize de bu son derece çapraşık Türkçeyi çözmek kalıyor.
Oli Rehn Kayseri'de "sınır sorunları çözülmeli"derken; canım
yurdumun bir başka köşesinde aynı anda denetlemelerde bulunan
Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı Helene
Flautre, Kürtçe'nin
devlet okullarında rahatlıkla okutulabilmesi gerektiğini
savunuyor.
Olli Rehn Orhan Pamuk'u ziyaret ediyor.
Hrant Dink'i neden etmiyor?
Olli Rehn kadın derneklerinin dertlerini dinliyor.
Şehit Aileleri ile neden görüşmüyor?
***
Ve iş kıymetli okuyucu gelip "timingine sonra karar verilecek olan"
Ek Protokolün onayına dayanıyor.
Yâni Kıbrıs'a.
Ve "Yüce Divan" bu işi kesmez ey okuyucu...
Ancak İstiklâl Mahkemeleri paklar?
Son söz olarak; Râmazan-ı şerif dolayısı ile üç mübarek iftar vakti
sorusu?
1. Hıristiyan Büyükelçiler acaba Ankara gibi başka "Müslüman ülke"
başkentlerinde de Ramazan boyunca Müslümanlara, Müslümanlar da
onlara ahkâmlı iftar yemekleri veriyorlar mı?
2. "Dinler arası diyalog" ve cemaati olmayan harap kiliseleri
onarıp cemaat icat ettikten sonra yeniden ibadete açma modası diğer
Müslüman ülkelerde de mevcut mu?
3. Filistinli Baş Müzakereci Nebil Şaat'a 2003 yılında Mısır'ın
Şarm El Şeyh beldesinde "Tanrı bana, George Afganistan'daki
teröristlerle savaş, dedi. Gittim savaştım. George Irak'taki
despotluğu bitir, dedi. Bitirdim. Şimdi bana, Filistinliler'in
devlet kurmasını sağla ve Orta Doğu'ya barış getir, dediğini
hissediyorum. Bunu da yapacağım..." diyen Bush ile bizdeki
"İbrahimî dinli" ve kerameti kendinden menkul birtakım nevzuhur
şeyhlerin büyük bir işbirliği sergileyerek "stratejik ortak"
olmaları tamamen tesadüf mü yoksa "amentüde birleşmeleri"nden
mi?
Bilene "icazet" verilecektir.