YÖK Başkanı vazgeçmiyor
Abone olYÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, türban başta olmak üzere kamusal alan, üniversite ve Kemal Alemdaroğlu gibi gündeme ilişkin sıcak soruları cevapladı.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Radikal Gazetesi
yazarlarından Neşe Düzel'in sorularını cevaplandırdı. Teziç'in uzun
süre tartışılacak olan cevaplarını aynen yayınlıyoruz: NEDEN?
Erdoğan Teziç Yaşanan son tren kazası, Türkiye'nin, gündemindeki
siyasi çekişmelerin dışında, çok ciddi sorunları olduğunu gösterdi.
Tren faciasındaki temel sorunun derinliğini bize gösteren, aslında
bu olaydan bir hafta önce herkesi kaza tehlikesine karşı uyarmış
bulunan bir akademisyen oldu. Böylece üniversitelerin ve
akademisyenlerin hem bir ülke için, hem de insan hayatı için ne
kadar önemli olabileceğini bir kez daha gördük. Kendisinden çok
ciddi katkılar beklenen üniversite ise son zamanlarda türban ve
laiklik tartışmalarının içine sıkışmış gibi gözüküyor. YÖK
dendiğinde, herkesin aklına, bilimsel ölçüler, araştırmalar,
incelemeler değil, siyasi konular geliyor. Hatta bilimsel ahlak
titizliği bile bu siyasi konuların ardında kalıyor. YÖK Başkanı
Erdoğan Teziç ile türban sorununu, Avrupa'nın bu sorunu hukuki
yönden ele alış biçiminin Türkiye'yi nasıl bağladığını,
üniversitelerdeki fikir özgürlüğünü, üniversitelerimizin bilimsel
karakterini ve uluslararası üniversite çevrelerinde eser
hırsızlığıyla suçlanan üniversite rektörleri hakkındaki
sessizliğinin nedenini konuştuk. YÖK dediğimizde artık aklımıza
hemen türban geliyor. Türban, Türk eğitiminin en acil ve en ciddi
sorunu mu? Türban sorunu YÖK'ten kaynaklanmadı. Eğitim kurumlarında
bu giysinin kullanılamayacağına ilişkin karar, üniversite
öğrencilerinin yaptığı bir başvurudan kaynaklandığı için, YÖK buna
müdahil gözüktü. Biz YÖK olarak, 'Şu giysi biçimi yasaktır' diye
bir karar almadık. Kararlar yargıdan geldi. Şimdi de, İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi'nin, dolayısıyla Avrupa'nın bir kriteri ortaya
çıktı. Bu kriterin oluşması da, bu konuyu yargıya götürenler
sayesinde oldu. Refah Partisi, bizim Anayasa Mahkemesi'nin kapatma
kararıyla yetinmedi, konuyu Avrupa Mahkemesi'ne götürdü. Oradan da
bir içtihat geldi ve Türkiye adeta bağlandı. Artık Anayasa ve
yasaları değiştirerek konuyu çözme imkânımız yok hukuken. Niye yok?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 'Türban sizin iç sorununuz. Kendi
içinizde çözün' demedi mi? Hukuk değişmeyen birşey değil. Anayasa
ve yasalar değiştirilerek bu sorun çözülemez mi? Zaman içinde
koşullar değişti mi, kararlar da değişir. Anayasa da ileride
değişecektir, değişebilir. Ama Anayasa değişse bile, Türkiye
kendini uluslararası planda bağladı. Çünkü Anayasa'nın 90'ıncı
maddesi değiştirilerek, iç hukukumuzda uluslararası antlaşmalar,
Anayasa'dan ve kanunlardan üstün bir yere getirildi. İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi'nin, bu giysiyle ilgili kararı da adeta
'anayasaüstü' bir bağlayıcılık taşıyor. Türkiye gelecekte
Anayasa'yı değiştirirken, bu mahkemenin kararlarını görmezden
gelemez. Bu mahkemeyi kuran Avrupa ülkelerinin üniversitelerinde
türban yasağı yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararının,
Türkiye'de üniversitelerdeki türban yasağını hangi yönden
desteklediğini anlamış değilim. Bu mahkeme Türkiye'yi hangi yönden
bağladı? Mahkeme, Türkiye'deki öğrencilerin başvurusu üzerine
kararını verdiğine göre, bu giysinin üniversitelerde
engellenebileceği konusunda bir hukuki zemin oluştu. Avrupa'nın
kendisi de, diğerleri üzerinde baskı aracı olabilen ve ayrımcılığa
yol açan bu giysi biçimini kademe kademe kurallara bağlama ihtiyacı
hissediyor. Avrupa'da konu, önce kamu hizmeti verenler açısından
değerlendirildi. Sonra öğrenci bazına gelindi. Ardından ortaöğretim
kurumları dendi. Gelecek sene Fransa'da bunun, üniversite boyutuna
taşınacağı yönünde tartışmalar yapılıyor. Türbanlı öğrencilerin
üniversiteye girmesinin, Türkiye'de laikliği tehlikeye atacağına
inanıyor musunuz gerçekten? Ben, laikliği tehlikeye atacak,
atmayacak tartışmalarına bu aşamada girmek istemem. Beni bağlayan
hukuki kararlar var. Avrupa Mahkemesi'nin kararları da, bu giysinin
demokratik düzeni tehlikeye sokucu boyutlarda olduğunu ortaya
koydu. Bu bir dinsel simge, sembol... 'Kamu alanına bununla
girdiğimde, ben artık kamusal hayatta adım adım başka noktalara da
gidebilirim' cesaretini vermesi tehlikesinden söz ediliyor burada.
Avrupa'daki laik ya da seküler ülkelerde dahi, bu bir tehlike
olarak görülmeye başlanıyorsa, demek ki onlar da demokratik düzenin
zedeleneceği endişesindeler. Ayrıca İslam dininin, toplum hayatının
her alanında kural getirme özelliği başka bir sıkıntıyı daha ortaya
koyuyor. Kendi Rönesans'ını henüz yapmakta olan Türkiye'nin tekrar
bu sorunlarla yorulması, Türk demokrasisine gelecekte çok zemin
kaybettirebilir. Türbanlı öğrencilerin üniversiteye girmesinin
laikliği yok ede-ceğine inanan bir görüş var. Eğer türbanlılar
irtica getiriyorsa, aynı mantıkla türbansızlar da laiklik
getirmeli. Neden türbansızların size verdiği güvenden değil de, hep
türbanlıların yarattığı korkudan söz ediyorsunuz? Ben etmiyorum.
Bir de 'kamusal alan' kavramı var. Siz, kamusal alanı "Polisin
kimlik kontrolü yapabildiği yer olarak" tarif ettiniz. Bu tarifin
arkasında mısınız? Kamusal alan, mekânsal bir alan değil. Bu alan
ancak işlevsel kriterle değerlendirilir. Mesela, yolda bir olay
var, kolluk kuvveti kimlik kontrolü yapıyor. 'Resimdeki gibi
misiniz? Yüzünüzü, saçınızı açın' dediğinde, uymak zorundasınız.
Çünkü orada o anda kamusal bir ortam oluşuyor. Kendinizi
gösterdikten sonra ancak tekrar özel dünyanıza devam ediyorsunuz.
İşte bu işlevsel ölçüt, tüm tartışmaları bitirir. Mahkemeyi ele
alalım. Geçen sene bir hanım şahit duruşma salonuna türbanıyla
girmek istedi. Böyle adliye koridorlarına girebilir, hiç kimse
müdahale etmemelidir. Ama devlet gücünün kullanıldığı en kutsal
alanlardan biri olan duruşma salonunda, hâkim, yargılamanın
selameti için kavliyle ve fiiliyle sanık, şahit ve iddia
sahiplerinin nasıl bir tutum içinde olacaklarını değerlendirir.
Hâkime bu takdir yetkisi verilmiştir. Nitekim hâkim o hanıma, 'Siz
taraflı bir kimlikle geliyorsunuz. Ben sizi bu biçimde salona
almam' dedi ve hanım derhal salonu terk etti. Hastaneleri,
camileri, lokantaları, otobüsleri, vapurları nasıl tarif edersiniz?
Polis kontrol yapabildiğine göre, buralar da işlevselliğinden
ötürü, kamusal alan mı? Ben kamusal alan terimini kullanmıyorum.
Polis zorunlu olarak bir denetim yapıyorsa, orada kamusal işlev
başlar. Denetimini yapıp kimlikleri kontrol ettikten sonra polis
gider. Herkes tekrar istediği giysiyle oturur. Anayasa Mahkemesi,
'Öğrenciler olmadan, üniversiteler üniversite olamaz' mantığından
hareketle, öğrencileri kurumun parçası olarak değerlendirip,
türbanın üniversiteye girmesini yasakladı. Hastasız hastane,
cemaatsiz cami, müşterisiz lokanta, yolcusuz otobüs olmayacağına
göre, bu insanlar da kamusal kurumların parçası mı kabul edilecek?
Anayasa Mahkemesi, belli bir giysi biçiminin farklılığı ortaya
koymasının, ayırımcılığa yol açacağını düşündü. Bu kurumun parçası
olarak, ayırımcılığa yol açacak biçimde oraya gidemezsiniz.
Türbanın siyasi simge olduğunu söylüyorsunuz. Öğrencilerin siyasi
tercihlerini sözleriyle ya da kıyafetleriyle belirtmelerinin nasıl
bir sakıncası var? Üniversite görüşlere ve inançlara açık
olmayacaksa, neresi açık olacak? Ben, öğrencilerin siyasi
görüşlerini ortaya koymaları, tartışmaları yasaklansın demedim
hiçbir zaman. Bir düşünce plaformunda ülkenin sorunları
tartışılırken, öğrenciler görüşlerini akademik çerçeve içinde
ortaya koyarlar. Ama bunu bir düşünce platformuyla sınırlı tutarız.
Yoksa dersin ortasında kalkıp, 'Hocam benim siyasi görüşüm budur,
siz yanlış anlatıyorsunuz' diyemez. Türbanlı kızların giremediği
üniversiteye aynı düşünceyi taşıyan erkeklerin girmesine izin
vererek, ciddi bir cinsiyet ayrımcılığı yaptığınızı düşünüyor
musunuz? Ben size soruyu tersinden soracağım. Bu giysi biçimini
sadece hanımların yapması, cinsiyet ayırımcılığının tipik bir
örneği değil mi? Türban inançla da ilgili bir konu. Aslında dinin
kendisinin bir cinsiyet ayırımcılığı yaptığını mı söylüyorsunuz?
Hayır, ben onu söylemiyorum. Dini planda kendilerinin farklı
olduğunu ortaya koyma tutumu dolayısıyladır ki, yargıçlar bunun bir
ayırımcılığa yol açtığı kararını verdiler. Önümüzdeki süreçte
Avrupa'da ve Türkiye'de türban konusunda ne yaşanacağını
öngörüyorsunuz? İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kararıyla,
Kopenhag Kriterleri'ne bir yenisi ekledi. Avrupa, 'Kendi ortamımda
huzursuzluk yaratacak birtakım faaliyet, tutum ve davranışları
kabul etmem' kriterini ortaya koydu. Peki üniversitelerimizde
türban serbest olabilecek mi? Bu kararlar olduğu sürece serbest
olamayacak. Beni çok yadırgatan bir şey var. Türbana verilen önem,
sanki bilimsel ahlaka verilmiyor. Bilimsel ahlaka da türbana önem
verdiğiniz kadar önem veriyor musunuz? Veriyoruz. İntihal
olaylarını kasdediyorsunuz siz. Evet... Eser hırsızlığını, bir
başkasının eserini kendi imzasıyla yayımlamayı bilimsel ahlaka
uygun buluyor musunuz? Hayır. Bunu önlemek için, kanunda daha
ayrıntılı bir düzenleme öngördük. Batı'da da, Türkiye'de de bu
yönde yoğun ve tatsız gelişme var. Bu konuda ben ve arkadaşlarım
çok hassasız. Eğer bir öğretim üyesi bu etiğe uymuyorsa,
öğrencisinin önüne çıkmamalı. Ona, hocalık görevi yaptırılmamalı.
Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere
ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede
bulunmaması gerekir. İstanbul Üniversitesi'nin rektörü Kemal
Alemdaroğlu, Virginia Üniversitesi'nin resmi kaynaklarında bir eser
hırsızı olarak tanıtılıyor. Bir başkasının eserini kendi eseri gibi
yayımladığı için, İstanbul Tabibler Odası'ndan iki ay süreyle
meslekten men cezası aldı. Türban konusunu sizden duydum ama, sizin
bu konuda hiç demeç verdiğinizi görmedim. Niye bu konuda açıklama
yapmıyorsunuz? Bu konu genel kurulumuzda gündeme geldi. Bu konunun
hukuki planda zamanaşımına uğradığını gördük. Bu kadar önemli bir
konuda zamanaşımı nasıl gerçekleşebilmiş? Zamanında işlem
yapılmamış. Bu konudan sorumlu olan YÖK niye işlem yapmamış
zamanında? Onu bilemem. Bana kendi dönemimle ilgili soru sordunuz.
YÖK, o zaman işlem yapmak için bir değerlendirme yaptırmış. Bunun
intihal olmadığını tespit etmiş. Tabibler Odası'nın-ki farklı,
buradaki farklı. Ben bunların dışında, bu konuyu tekrar
inceleyelim, dedim. Ama hukukçu arkadaşlarımızdan biri, 'Önümüzde
zamanaşımı faktörü var. Üzerine gidemeyiz' dedi. Ben de rahatsız
oldum. Bir konunun zamanaşımıyla çözümsüz kalması beni hep rahatsız
etmiştir. Biz bugün ele aldığımız dosyalarda zamanaşımına uğramamak
için çok dikkatliyiz. Virginia Üniversitesi'nin internet sitesinde
açıkça intihalle suçlanan Kemal Alemdaroğlu'nu uluslararası
toplantılara gönderebiliyor musunuz? Bize bu konu, Virginia
Üniversitesi gerekçesiyle intikal ettirildi. Ben de, 'Derhal
yargıya intikal ettirelim, bu konuda soruşturma yapılsın' dedim.
Ama karşıma zamanaşımı faktörü çıktı. Daha sonra Danıştay, rektörün
müracaatı üzerine Tabipler Odası'nın meslekten men kararını bozdu.
Kararın gerekçesini de hatırlıyor musunuz? İntihal yapmadı diye
bozmadı. Yetkisizlik olarak bozdu. Başkasının eserini çalan biri
eğitime zarar vermiyor mu sizce? Tartışmasız zarar veriyor. Ahlaki
açıdan bir defa, bir malı memalikine geçirmek nasıl bir hırsızlık
suçuysa, çevreye ve ortama kötü bir örnekse, bu da hiçbir savunması
yapılamayacak çok kötü örneklerden biridir. Yalnız bu soruları
sorarken, Alemdaroğlu da burada bulunmalıydı. Birisini yargılar ve
değerlendirir gibi bir sürece giriyorsak, o şahıs da burada olmalı.
Bu soruları sormamı kabul etsin, kendisiyle görüşmeye hazırım. Peki
siz, başında bulunduğunuz Türk üniversitelerinin bilimsel düzeyini
nasıl buluyorsunuz? Özellikle yurtdışına doktora yapması için
gönderilmiş gençlerimizin dönüşünden sonra, Doğu'daki
üniversitelerimizden başlayarak büyük bir sıçrama var. Uluslararası
hakemli dergilerde de yoğun olarak yazılar çıkıyor. Gelişmiş
ülkelerinkiyle, ciddi bir bilimsel rekabete girebilecek düzeyde mi
üniversitelerimiz? Şu aşamada girebilecek düzeyde. Bilimsel
sıralamada Türk üniversiteleri, kırkıncı sıralardan yirmincilere
geldi. Üniversitelerimizde her fikir özgürce tartışılabiliyor mu?
Tartışılıyor. Toplumdaki yaygın değer yargılarını rahatsız edici
olsa da her görüş, bilimsel verilere dayanılarak korkusuzca dile
getirilebilmeli. Özerklikten anladığım budur. Batı'da da bu tür
sorunlar oldu. Amerika'da bir ögretim üyesi görüşlerinden ötürü
üniversiteden uzaklaştırılmak istenmişti. Fakat üniversiteler ona
sahip çıktı. Biz 12 Eylül darbesinin ürünü olan YÖK'ün,
düşüncelerinden dolayı başı belaya giren bilim adamlarına sahip
çıktığını hiç görmedik Mesela Rektör Alemdaroğlu'yla aynı görüşte
olmadığı için Bülent Tanör'ün başı belaya girmişti. Bülent Tanör'le
aynı kürsüde çalıştım. Üniversiteden izin almadan TÜSİAD'a
araştırma yaptığı için hakkında kovuşturma yapılmak istendi. Bu
bana göre doğru değildi. Çok isabetsiz bir tutumdu. Daha önce biz
de toplu olarak TÜSİAD'a raporlar hazırladık. Meclis'ten yeni bir
yasa geçti. Buna göre, doçent olan milletvekillerinin yasama
görevi, akademik kariyerden sayılacak. Üniversitede çalışmadan
profesör olmak biraz tuhaf değil ? Milletvekillerinin bu yoldan
profesör olmasını önlemeyi düşünüyor musunuz? Önleriz.
Profesörlüklerine itiraz ederiz, yargı yoluna başvururuz. Çünkü
imtiyaz sağlama hukuken geçerli değildir. Parlamentoda doçent
sıfatını taşıyanların buna tenezzül edeceğini sanmıyorum. Daha ağır
konuşamam Röportaj: Neşe Düzel Kaynak: Radikal Gazetesi