Bak, yine sarardı yapraklar sevdiğim.
Kuşlar bile terk etti bizi...
Oysa ne çok severdik onlar yemlerini yerken çatıda çıkardıkları
sesleri...
Yapraklar birer birer düşüyor yere sevgilim.
Rüzgara kapılıp gidiyorlar, bakakalıyorum ardlarından...
Hani bana kalsa "ayrılmayın, ayrılmasın" diye bas bas bağırırdım
dallarından...
Ama doğa beklemez ki bilirim.
Ve bunca rengi bedenine sığdırabilen doğa çok da asidir
eminim...
Hani şu en sevdiğimiz çiçek, hani sabah mutlaka günaydın bekleyen,
hani sen dokunduğun gün mutlaka çiçek veren...
Bükmüş boynunu biliyor musun.
Yerini soğuğa bırakan, etkisini yavaş yavaş azaltan güneşe mi
kızgın?
Yoksa o da mı terk ediyor bizi akıl erdiremiyorum!
Gözlerim bahçedeki rengarenk gülleri arıyor bugünlerde...
Hepsi dalında birer iz bırakıp gitmiş sanki...
Gül bile giderken iz bırakıyorsa dalında...
Çiçeklerde de ayrılık acısı var demek oluyor sanırım bu...
Başka bir açıklaması var mıdır aslında?
Bir mevsim terk ediyor yine dünyayı izliyor musun sevgilim...
Yaz yerini yine güze bıraktı edepli bir ev sahibi gibi...
Hep diyorlar ya hani, hazan hüzün mevsimidir diye...
Bence nedeni, renkler gözlerimizi terk ediyor diye.
Doğa soyunurken bizim giyiniyor olmamız da son derece tuhaf değil
mi bir tanem?
Sanki bütün yaz bizi ısıtmak için giyinen doğa görevi bize
bırakıyor.
Sanki bize, "Ben aşkı terk ediyorum, onu üstüne geçirme sırası
sizde" diyor.
İşte böyle sevgilim...
Yokluğunun bıraktığı izleri taşırken bedenimde...
Gülün dalında bıraktığı yara izlerine bakıp avunuyorum ben
de...
twitter.com/nsrnylmz