Yılmaz'ın komik klibi nasıl engellendi?
Abone olMesut Yılmaz'ın kurabiye yerken çekilen görüntülerini komik bir klip yapma emrini kim verdi? Arslan'ın kaleminden yakın dönemin medya-iktidar ilişkileri günışığına çıkıyor.
Televizyon gazeteciliğinin usta isimlerinden Ayşenur Arslan'ın
Radikal 2 Eki'nde kaleme aldığı "Medyanın Yakın Tarihi" başlıklı
yazı dizisi bir dönemin perde arkasını aralamaya devam ediyor.
Ayşenur Arslan'ın TRT'de başlayıp, sonra Babıali ve ardından
İkitelli'de tanıklık ettiği olaylar zinciri medya-iktidar-siyaset
üçgenindeki inanılması güç olayları gözler önüne seriyor. Ayşenur
Arslan'ın Radikal 2'de işlediği "Medya cephesinden zayiat
raporları" başlıklı çok çarpıcı anıları aynen yayınlıyoruz: "Medya
cephesinden zaiyat raporları" Süleyman Demirel'i "yüzyüze" gördüğün
ilk günü bugün gibi hatırlıyorum. 1974 yılıydı. Henüz bir aylık TRT
muhabiriydim ve o sırada -rotasyon çizelgesi- gereği TBMM'de görev
yapıyordum. Demirel'i "kanlı canlı" karşımda görünce, nedense gülme
tutmuştu beni. Turgut Özal'ı ilk görüşmemde de, -yine nedense
dikkatimi çeken- ayakkabıları olmuştu Sivri burunlu ve yumurta
topukluydu diye hatırlıyorum. Bülent Ecevit'i ilk kez, eski genel
merkez binasındaki odasında görmüştüm. Elini sıkmak için ayağa
kalkmıştı. Ecevit'i tanıyan herkes gibi, ben de "çok kibar" diye
düşünmüştüm. Devlet Bahçeli'yi ise, Bahçeli olmadan çok önce,
Datça'daki bir tatil sitesinde Devlet Bey olarak tanımıştım. Birkaç
sohbetten sonra belleğim, "mizantropik" diye kayıt düşmüştü.
Kuşkusuz, "ilk karşılaşmalar" önemlidir. Hele o kişiler, daha önce
ya da sonra "önemli" konumdaysalar, unututlazdır. 1995 yılının bir
Aralık akşamı, kimisini "ilk", kimisini de "son" kez gördüğüm
liderlerde, böyle unutulmazdı işte. 24 Aralık seçimlerine kısa bir
süre kalmıştı. Ve Siyaset Meydanı liderleri buluşturacaktı. O
günlerde Refah Partisi Genel Başkanı ünvanını taşıyan Necmettin
Erbakan canlı yayınlara katılmama kararı almıştı. Hele diğer
liderlerle birlikte bir tartışmaya katılması, söz konusu değildi.
DYP lideri Tansu Çiller, -grubun gözdesi olmanın da rahatlığıyla-
davete hemen "evet" demişti. CHP lideri Deniz Baykal ve MHP lideri
Alparslan Türkeş de. Türkeş: Rica ederim kızım Ancak karede çok
önemli bir eksiklik, o eksikliği gidermedeyse çok büyük bir sorun
vardı. ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın katılması -bize göre- şarttı.
Oysa o günlerde Yılmaz, Sabah/ATV grubunda "adı bile anılmaması
gerekenler" Top 10 listesinde ilk sıradaydı. Bu nedenle bizi çifte
engel bekliyodu. Önce "yukarısı" Yılmaz'ın mutlaka çağrılması
konusunda ikna edildi, sonra sıra, Yılmaz'ı iknaya geldi. İşte bu
ikinci engelin aşılmasında yardımımıza koşan, Türker İnanoğlu oldu.
Doğrusu Türker İnanoğlu, tanımadan önce hakkında pek de olumlu
fikrim olmayan hatta zihnimde "Godfather/Baba" portresi çizem bir
isimdi.Tanıdıktan sonraysa bambaşka bir insanla karşılaştım. ATV
Haber'de her derdimize koşardı. Şirketindeki arşivi ve sonsuz
ilişkiler ağı gibi yüreğini de açmıştı bize. Yalnızca bize mi!
Haber bültenlerimizde öykülerini izleyip de, adının bırakın haberde
kullanılmasını, ulu orta konuşulmasını bile yasaklayarak, ne çok
yoksul aileye yardım ettiğine ben tanığım. Sinemanın
emektarlarından birinin evine, elinde poşetlerle yemek götürmesine
ise ortak bir tanıdığımız. Türker İnanoğlu, 1995 kışındaki o krizde
de imdadımıza yetişen kişi oldu. Mesut Yılmaz'la konuştu. Ve ortaya
"kendisini" koyarak ikna etti. Bu konuşmayla kare tamamlandı ve
Siyaset Meydanı akşamı geldi çattı. Ali Kırca programdan önce
konuklarla görüşmemeye özen gösterirdi ve bu yüzden onları
karşılamak bana düşerdi. O akşam olduğu gibi. İlk gelen Deniz
Baykal oldu. Baykal, İkitelli'deki Sabah binasında kendisine
gösterilen bir odaya çekildi, program için çalışmaya başladı.
Ardından Alpaslan Türkeş geldi. Yıllar önce birkaç kez görev greği
aynı mekanda bulunduğum, politik görüşlerimizin zıtlığı nedeniyle o
mekanlarda "ayrı" durmaya özen gösterdiğim bir siyasetçiydi Türkeş.
Ama zaman herkes gibi onun için de acımasızca akmış ve ben o akşam
hasta ve yaşlı bir adamı karşılamıştım. Yürüyebilmek için koluma
girdi. Konuk odasına giden ara koridorun kapısı kapalı olduğu içi
uzayan ve binanın koca mutfağından geçen bir yolu öyle, kolkola
yürüdük. Yemek kokulu güzergah için özür diledim. "Rica ederim
kızım" dedi. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra, Ankara'dan ölüm haberi
geldiğinde, yine bir Siyaset Meydanı akşamıydı. Ve Ankara büromuz,
hastanenin önünden canlı yayınla gelişmeleri aktarırken, Ali Kırca,
o inanılmaz hafızasıyla Türkeş'in yaşam öyküsünü "ezberinden"
anlatmıştı. 1995 kışındaysa Türkeş'i, onu son kez gördüğümü
bilmeden, konuk odasına emanet etmiştim. Kazara makyaz bozulsa Sıra
Çiller'deydi. Türkeş'i bir tek ben karşılamıştım. Oysa Çiller için
Dinç Bilgin bile kapıya çıkmıştı. Ortalığı geren haber, kapıda
geldi. Miting için Bursa'ya giden Mesut Yılmaz gecikecekti. Bu
nedenle Siyaset Meydanı'nın saati de ileriye alınmıştı. Bütün akış,
"o binaya girmesi" bile mesele olan Yılmaz'a göre mi düzenlenecekti
yani! Çiller'e bu gecikme nasıl açıklanacaktı! Olacak şey miydi
yani bu! İlginç biçimde ortalığı yumuşatan yine Dinç Bilgin oldu:
"Çiller'i makyaja alın. Tam bitmişken bir şey döküp "eyvah bozuldu"
diye silip yeniden makyaj yapın. Zamanı dolodururuz." Neyse ki,
buna gerek kalmadı! Çiller, Dinç Bilgin'in odasında ağırlandı. Ve
anlaşılan beklemekten şikayetçi olmadı. O sırada Türker İnanoğlu'ya
ben, Mesut Yılmaz'ı karşılıyoduk. Yılmaz, kardeşi Turgut Yılmaz'la
birlikte geldi Ve, Türker İnanoğlu'nun, Çiller'in ağırlandığı
salonda aynı kattaki odasında k onuk edildi. Yılmaz, o dönemde
"sevilmediği" grubun binasına ilk kez geliyordu. Bu nedenle en de
onu ilk kez "yüzyüze" görüyordum. O akşam ilk d ikkatim çeken,
konuşurken karşısındakinin gözlerine bakmamasıydı. Aslında pek
konuşmoyurdu da. Kardeşi Turgut Yılmaz, ATV Haber'in ANAP'ı
görmezden geldiğini söylüyodu. Doğrusu bunda haksız da değildi.
Ama, bir süre sonra haklı eleştirisi, hakarete dönüşme eğilimi
gösteremye başladı. Ev sahibesi olduğum için kibar davranmaya
çalışıyordum. Ancak sabrım da tükeniyordu. Neyse ki, sonunda Mesut
Yılmaz araya girdi. Söylemeye hazırlandığım şeyi söyledi: "Yeter
artık, çok yüklendin kıza. Onun ne kabahati var. Neyin neden
olduğunu bilmiyor musun sanki!" Yukarıdan talimatlar Turgut Yılmaz
sustu. Çünkü, "neyin neden olduğunu" pekala biliyordu. Mesele,
iktidar-medya ilişkisinden ibaretti. Nitekim, yıllar sonra iktidar
el değiştirdi, küsler barıştı! Ama o akşam Yılmaz, muhalefet lideri
olarak katılıyordu Siyaset Meydanı'na. Ve -doğan olarak- iktidarı
da, ona destek veren medyayı da topa tutuyordu. Aslında tahmin
etmenin zor olmadığı bu k onuşmanın ayrıntalarını ben ertesi gün
öğrenmiştim. Çünkü o sırada, "dışarıda" bambaşka bir telaş
içindeydim. Yılmaz, Sabah/ATV grubuna saldırdıkça, "yukarıdan" sert
talimatlar yağıyordu: "Yalan söylüyor. Çabuk şu belgeyi Ali
Kırca'ya ver. Falan haberi fotokopisini stüdyoya gönder."
Kurabiyeli komik klip Canlı yayında bunu yapamayacağımı
söylüyordum. "Reklam molasını bekleyelim" diyordum, ama nafile.
Sonunda çareyi "kaybolmakta" buldum. Arkadaşlarıma reklakmlara
kadar ortalarda olmayacağımı söyledim. Ve sahiden gizlendim. Bir
merdiven altında sigara üstüne sigara içerek reklam saatini
bekledim. Bu yüzden Mesut Yılmaz'ın (yakın plan çekimde)habire
kurabiye yed iği sahneleri izleyemedim. O görüntüler ertesi gün
herkesin dilindeydi. Bizi de istifanın eşiğine getirmişti. Ertesi
gün, zaten Siyaset Meydanı'nın yorgunluğuyla başlamıştı. O
yorgunluğa, ögleden sonra "yukarıdan" gelen bir talimatın şoku
eklendi. Ali Kırca, çağırıldığı üst kattan allak bullak bir yüz
ifadesiyle döndü: "Yılmaz'ın kurabiye yemesini komik klip yapmamızı
istiyorlar." "Mümkün değil" dedim, "Böyle bir klibin ATV Haber'e
yakışıp yakışmamasını bir kenara bırak, Yılmaz, burada
misafirimizdi. Bu, evine çağırdığın misafiri ısrarla yatıya davet
etmen gibi bir şey. Masasına kurabiyeyi koyan biziz. O yerken, hem
de yakın planda gösterip duran biziz. Zaten yanlış yapmışız.
Üzstüne bir de komik klip mi! Sözkonusu olamaz!" Ali Kırca, "Ama
kesinlikle istiyorlar, yapacak bir şey yok" dedi. Oysa bana göre
yapacak bir şey mutlaka olmalıydı. Ya çantamızı toplayıp
gitmeliydik ya da... Konuşurken iki seçenek aklımıza geldi: "Hemen
yukarıya çık" dedim, "Ve Türker beye nezaketen de olsa sormamız
gerektiğini söyle. Mesut Yılmaz'ı binbir d il dökerek ikna eden o
değil mi! Ondan habersiz böyle bir klip yaparsak Türker bey zor
durumda kalır, ayıp olur..."Tahmin ettiğim gibi, Türker
İnanoğlu'nun adı talimatın geri alınmasına yetti. Biz de istifa ya
da meslek hayatımıza böyle bir "ayıp" ekleme seçeneklerinden
kurtulduk. Kartlar tekrardan karılıyor Haber bültenlerimizdeki
"seçicilik" ayıbı ise ne yazık ki devam ediyordu. Çiller'in
DYP'sini görüyor, Yılmaz'ın ANAP'ını görmüyorduk. CHP, RP ve
Siyaset Meydanı kadrosunda yer almayan Ecevit'in DSP'si ise, "çeşit
olsun" diye katılıyordu haberlere. 24 Aralık seçimleri, yalnızca
ATV'nin değil, pek çok kanalın haber sıralamasını yalanlar biçimde
sonuçlandı. Refah Partisi seçimden birinci çıktı. Plazaların
birincisi DYP ise, ANAP'ın kılpayı ardında üçüncü olmuştu. Türkiye
(ve elbette medya) Erbakan'ın başbakanlığıyla yeni bir döneme
hazırlanıyordu. 9 Ocak 1996 günü ajandamdaki ilk not, Erbakan'ın
Çankaya Köşkü'ndeki randevusuydu. Ama o önemli randevu, o akşam
bültenlerde kendisine ancak son sırada yer bulabildi. Çünkü o gün,
Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran iki şok gelişme birarada
yaşanıyordu. Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe korkunç
bir suikaste kurban gitmişti. Bir gün önce cesedi bulunan gencinse,
gazeteci Metin Göktepe olduğu ortaya çıkmıştı. Akşam saatlerinde
Ankara'dan, "Meclis koridorlardan birinde yangın çıktığı" yolunda
bir haber gelince, "Yeteeeer" diye bağırdığımı hatırlıyorum.
Erbakan, işte böyle bir günde hükümeti kurma görevi aldı.
Türkiye'de yepyeni bir sayfa açılmıştı. Medya ise kartlarını
yeniden "karmaya" hazırlanıyordu. Kaynak: Radikal 2