Yılmazer ilk kez konuştu "Ben cinayetin neresindeyim"
Abone olAli Fuat Yılmazer Hrant Dink davasında ilk kez yargı karşısına çıktı. Yılmazer "Ben olmasam bugün belgelerin hiçbirine vakıf olamayacaktı soruşturma makamları" diyerek "Ben cinayetin neresindeyim" dedi.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine
ilişkin 35 kişinin yargılandığı davada savunma yapan tutuklu sanık
Ali Fuat Yılmazer, "Biz tutuklanarak susturulmuşuz, ta ki bu konu
bu günlere taşınabilsin diye. Hrant Dink'in ilk soruşturmaları
adalete, gerçeklere çok daha yakındı. Bugün geldiğimiz günden öte,
objektif gerçekliğe daha yakındı. Bugün amacından saptırılmıştır."
dedi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden duruşmada, davanın
tutuklu sanıklarından eski İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube
Müdürü Ali Fuat Yılmazer, ilk kez savunmasını yaptı.
Emniyet teşkilatında 25 yıl görev yaptığını, meslek yaşantısında
hiçbir adli veya idari soruşturma geçirmediğini, sayısız takdir
aldığını ve kendi müracaatı üzerine 2014'te emekli olduğunu ifade
eden Yılmazer, yaklaşık 2,5 yıldır tutuklu bulunduğunu dile
getirdi.
"Savunmamdan ibret alınacak çok mesele var"
Yılmazer, 2014'te yaptığı televizyon konuşmaları sonrasında
hakkında başlatılan idari soruşturmalar sonucu bugün, geçmiş
yıllara ait uygulamalara dönük 10'u aşkın soruşturma ve davadan
yargılandığını kaydetti.
Soruşturmaların 6'sıyla ilgili tutuklu olduğunu belirten Yılmazer,
"Savunmam kapsamlı olacak, sabır istiyorum. Bugünün Türkiye'sinde
yargı sistematiğine, bu ülkede hukukun ne kadar adil ve tarafsız
olduğunu da merak edenler için benim savunmamdan ibret alınacak çok
meseleler olduğunu düşünüyorum." dedi.
Davanın iddianamesinde kendisiyle ilgili 17 sayfa iddia
sıralandığını ve savcının beyanlarının "delillere dayanmayan,
yakışıksız, hukuka uymayan beyanlar" olduğunu öne süren Yılmazer,
iddianamede yer alan, "Emniyette, 'cemaat' olarak tanımlanan bir
yapılanmayı gerçekleştirerek, sonradan kumpas oldukları anlaşılan
Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaları başlattı." ifadeleriyle
ilgili, "Emniyet içinde yapılanma yapmak... Kim? İçişleri bakanları
ortada, daire başkanları ortada. Bu adamlar atamayla yetkili. Benim
yetkim yok ama bu yapılanmayı ben yapmış oluyorum. İstisnasız
benden önce istihdam edilmiş personelle ben orada görev yaptım.
Yakışır mı yargı mensubuna bu sözler? Ben bunun yargıya
yakışmadığını, hukuki olmadığını düşünüyorum." diye konuştu.
"Kumpas olduklarına dair yargı kararı var mı?"
Savcının, iddianamede Balyoz ve Ergenekon gibi davalara "kumpas"
demesini eleştiren Yılmazer, "Kumpas olduklarına dair yargı kararı
var mı? Sahte olduğuna dair yargı kararı var mı? Yüksek yargıdan
onaylanmış yargı kararları, siyasetçilerin beyanları ortada. Hiçbir
şeye dayanmaksızın, yargı kararları hakkında keyfekeder,
'kumpas-tezgah' denilebilir mi? İki satırla da olsa açıklanması
lazım, neye göre kumpas? Hiç açıklama ihtiyacı da olmamış. Nerede
silahlı terör örgütü? Yazıldığı dönemde hukuken karar verilmiş bir
terör örgütü yok. FETÖ/PDY diyor. Bunların açıklanması lazım. Bu
örgüt ne zaman tespit edilmiştir? Terör örgütü tanımı
kullanılmıyor. Olmayan terör örgütü üyeliğinden bir insan
suçlanabilir mi?" ifadelerini kullandı.
Yardımcı istihbarat elemanı Erhan Tuncel'in bu görevinin
sonlandırılmasında bir dahlinin bulunmadığını ve başında olduğu
İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğüne sorulmadan Tuncel'in
görevinin sonlandırıldığını aktaran Yılmazer, "Elemanlar istihbarat
şubenin malları değildir. Asıl olan F4 raporlarıdır. Elemanlar asıl
personel şubenin sorumluluğundadırlar. C şube takip etmez.
İlişkisinin kesildiğinden de haberim yok. Çalıştıran ilin
sorumluluğundaki bir meseledir. Buna rağmen aleyhime iddia olarak
yer almış." dedi.
İddianamede silahlı terör örgütüne dair hiçbir anlatım
bulunmadığını ve tutuklanması için yönetici olarak
konumlandırıldığını savunan Yılmazer, "Biz tutuklanarak
susturulmuşuz, ta ki bu konu bugünlere taşınabilsin diye. Hrant
Dink'in ilk soruşturmaları adalete, gerçeklere çok daha yakındı.
Bugün geldiğimiz günden öte, objektif gerçekliğe daha yakındı.
Bugün amacından saptırılmıştır." diye konuştu.
Yapması gereken bir işi yapmadığı iddia edildiği için olsa olsa
görev ihmaliyle suçlanabileceğini ve cinayete yönelik hiçbir
dahlinin olmadığını da savunan Yılmazer, "Ne yapmışım ki ben,
cinayetle sonuçlanan sürece katkım olmuş? Fiilin olmadığı yerde
failden bahsedilebilinir mi? Sadece F4 ile ilgili yapmam gerekip de
yapmadığım iddiaları var. Eylemlerim ne? 'Tasarlayarak kasten
öldürmeye iştirak suçu' deniliyor. Hrant Dink cinayeti Trabzon'da
planlanmıştır, Dink de İstanbul'da yaşamaktadır. İstanbul'da
alınması gerekli tedbirler alınmadığı için Dink hayatını
kaybetmiştir. Trabzon'da yapılması gereken tahkikat yapılmadığı
için bir cinayet tasarısı önlenememiştir. Ben neresindeyim
cinayetin? Suç isnadı var ama iddianamede yazılmamış bu." ifadesini
kullandı.
"Ben olmasam soruşturma makamı belgelere vakıf
olamayacaktı"
Ali Fuat Yılmazer, "Yargılama kapsamında değerlendirilen tüm
belgeler benim sayemde yargılama konusu edilmiştir. Ben olmasam
bugün belgelerin hiçbirine vakfı olamayacaktı soruşturma
makamları." diyerek, Trabzon ile alakasının bulunmadığını, oraya
hiç gitmediğini, oradaki kimseyi tanımadığını, Ogün Samast'ın
beyanlarından başka savcının suçlamalarını herhangi bir delile
dayandırmadığını ve "savcının iftira niteliğindeki beyanları"
karşısında ciddi hukuki değerlendirme yapmak gerektiğini öne
sürdü.
"Asli kusurlu sanıkların geliştirdikleri savunma argümanları,
kişisel-subjektif, manipülatif ve soyut, tartışmalı iddia söylem ve
varsayımlara dayalı olarak hakkımda iftira, yalanlar üzerine kurulu
olduğundan zor bir durumla karşı karşıyayım." diyen Yılmazer,
şüpheden sanığın değil, iddia makamının yararlandığını, tüm
toplumun olağan şüpheli hale getirildiğinin söylenebileceğini ve
yargılandığı mahkemenin adil ve tarafsız olduğuna inanmadığını
söyledi.
Yargının tarafsız olmadığını öne süren Yılmazer, "Yine de isnatlar
karşısında sessiz kalmam mümkün olmadığından, vicdani bir
sorumluluk gereği savunmamı yapak istiyorum." ifadesini
kullandı.
Savunmasında özgeçmişini detaylıca anlatan Yılmazer, rütbesi şube
müdürlüğüne yetmediği halde İstihbarat Daire Başkanlığı İstihbarat
Karşı Koyma Şube Müdürlüğüne şube müdürü olarak görevlendirilmiş
tek kişi olduğunu ve Saadettin Tantan'ın emniyet genel müdürlüğü,
Kazım Abanoz'un da istihbarat daire başkanlığı döneminde bu göreve
atandığına dikkati çekti.
Bu şubenin, çok üst düzey devlet görevlileriyle ilgili de
çalışmalar yapılan hassas bir birim olduğunu aktaran Yılmazer,
"1996'da 'Tarikatlar ve Cemaatler' konulu bir kitap yazdım. 28
Şubat döneminin askeri makamlarından gelen talepler üzerine bu
kitabın tekrar basımı yapıldı. O dönemin C şube müdürü Necmettin
Emre'nin altında, başkomiser rütbesindeyim, Sabri Uzun da daire
başkanıydı. 28 Şubat döneminde C şube müdürü, daire başkanı
toplantılara katılamazken ben çağrılırdım, başkomiser olarak
katılırdım. Bakanın çağrı kağıtlarını, yazıları ben hazırlardım.
Milli Güvenlik Kurulu'nun Milli Güvenlik Akademisi'nde, devlete
karşı hassas, dini motifli tehlike konusunda ders veriyordum." diye
konuştu.
Duruşmaya, Yılmazer'in savunma yapmasına devam edilmek üzere bir
süre ara verildi.