Yılmaz'a eski personelinden eleştiri
Abone olAkşam gazetesinin yeni yazarlarından Ahmet Tulgar bugünkü yazısında eski yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz'ı, "Gastronomi turizmi" yapmakla eleştirdi.
Ahmet Tulgar'ın eski genel yayın yönetmeni hakkında yazdığı
yazısı şöyle... Urfa'yı markaja almak Milliyet Gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz, Urfa'ya bakmış ve benzetmiş: Fas'ın
Marekeş kentine. Şimdiye kadar benzetenler yetmemiş olmalı
buraları. Sonra da buyurmuş ki Şanlıurfa bir tanıtım kampanyasıyla
sadece Türkiye'den değil, dünyadan da turist çekebilirmiş. Eh,
çekmiş, çekiyor işte zaten. Onları, turistleri yani. Soluğu
almışlar hemen 'Marka(j)' toplantısından, 'gerçeklere markaj'
turnesinden fırsatı bulur bulmaz Balıklıgöl'de. Yem atmışlar
balıklara. Okuldan kaçıp ya da okuldan dönüp ya da belki hiç okula
gitmeyip, gidemeyip havuzun etrafında dolaşan ve bu turistlere
yanaşarak bulundukları yerin tarihini istedikleri dilden ezbere,
biteviye anlatan çocuklara da birşeyler atmışlardır, vermişlerdir
artık. Dediği gibi 'Ne kadar orijinal bir yer Urfa, değil mi?'
'Urfa'da her şey muhafaza edilmiş' diyor Yılmaz Milliyet'teki
haberde. Hemen iki satır sonra neyin muhafaza edilmesinden
memnuniyet duyduğunu da öğreniyoruz: 'Yediğin yemeklerin hepsi
orijinal şeyler'. Bu mudur yani? Nasıl bir gastronomi turizmidir,
mide gezginliğidir bu sevgili genel yayın yönetmenlerimizin gark
olduğu ya. İnsanların yaşadığı, güldüğü, ağladığı bir dünyanın
bütün kentlerini birer şarküteri, bir balık lokantası, bir kasap
dükkanı, şarap mahzeni olarak görüyor, gösteriyorlar hepimize
köşelerinden nicedir. İstakozlar, yengeçler, levrekler; akvaryuma
dönüştü köşeleri akvaryumdan bakanların Türkiye'ye, dünyaya.
Külünçe yemiş olamaz Neyini orijinal buldu acaba Mehmet Y. Yılmaz,
Urfa'da yediklerinin? Tike'de, Köşebaşı'nda, Develi'de bulamadığı
hangi orijinalite ile karşılaştı acaba orada? Külünçe yemiş olamaz.
Bir tür Kürt peksimeti yani. Onların menzilinin dışında kalan
yoksul köylerinde Bozova'nın, Siverek'in, Ceylanpınar'ın,
Viranşehir'in, Suruç'un iki büklüm kadınlar alabildikleri,
paralarının yettiği kadar şekerle yoğurur hamuru, kurutup
doldururlar külünçeleri bir çuvala. Az şekerli bu peksimetleri her
acıktığında verirler ellerine çocuklarının. Serttir; birini
bitirene kadar psikolojik olarak doyarsınız zaten. 'Christmas
cookie'ler gibi ağızda dağılmaz. Gittikleri her yere, 'ebedi film
seti', 'canlı klip ortamı', 'doğal reklam platosu' bu şehrin
girmelerine izin verilmiş her yerine nasıl bir et kokusunun
sindiğini farketmişlerdir bu günübirlik turistler. Ama bu orijinal
kenti filmlerden, kliplerden tanıyanlar bilmezler bu ayrıntıyı,
onun için söyleyeyim dedim. İşte bu kokuyu, 'külünçe yiyen
çocuklar' daha bıyıkları terlemeden babalarıyla beraber el pençe
divan beklemeye başladıkları o 'çok iyi muhafaza edilmiş' Urfa
feodalizminin konaklarının kapısında, ağların eyvanlarının 50 metre
uzağında, uzağından duyarlar, hatırlarlar. Korucubaşılık sanayisi
Korucubaşları, korucubaşlarından devşirme orta ölçekli sanayiciler
yağlı tarafını kendilerine ayırdıkları devlet ödenekleriyle Batılı
muktedirlerin yoluna koyun üstüne koyun keser, kan üstüne kan
dökerken, külünçe yiyen çocuklar onların geldiği kentte bir
şantiyede sigortasız, boğaz tokluğuna çalışan aylardır görmedikleri
babalarını hatırlarlar gelenlerin nereden geldiğini duyunca,
anlayınca. En kanlı yöntemlerle demokratikleşmeye, modernleşmeye
karşı 70'lerden beri markaja alınmış bu marka kentte feodal ağadan
bozma sanayiciler yazları kalmazlar. İyi mevsimde gitmişler
Urfa'ya. Aksi halde 'trafik yoğun olmazdı Urfa'da' Yılmaz'ın
saptadığı gibi. Dayanıklı bir marka Yazları bu kompradorlar
istihdam fazlası yoksul akrabalarının becerikli ellerinden çıkma
Akdeniz otellerinde keyif çatarken, bizimkiler de yollara düşmüş
olurlar Karadeniz'e doğru trenlerle. Fındık toplamaya. Dayıbaşı
denilen taşeronların çağrısıyla. Naylon çadırlar kurulur
Giresun'da, Ordu'da yol kenarlarına. Hiç benzemez Urfa'nın iyi
muhafaza edilmiş binalarına, Siverek'in ağalar semti
Bahçelievler'deki içeriyi göstermeyen ama dışarıyı gözetleten ayna
pencereli rüküş konaklara, bu naylon çadırlar. Saydamdır. İçi
görünür. Bakar mısınız? 'Kırmançlaşma' diye bir kavram duydular mı
acaba Urfa'da markacılar? Duymamışlardır. Markalaşma gibi bir şey
işte bu da. Bir kimlik sahibi olma, bir halk olma yani, halklaşma,
modernleşme. Güneydoğu kentlerinde öyle ya da böyle, artık hangi
yöntemleyse, tebanın, kulun ; ağaların, feodalizmin boyunduruğundan
kurtuluşunu kasteder bu kavramla oradaki aydınlar. Urfa işte bu
'kırmançlaşmaya' karşı 'en iyi muhafaza edilmiş', marke edilmiş
kentidir Güneydoğu'nun. Gerçekten dayanıklı bir markadır. AHMET
TULGAR / AKŞAM