Yiğit Bulut'a bu kez de BMW şoku!
Abone olYiğit Bulut, Habertürk'ün tahsis ettiği BMW'yi kovulduktan sonra geri vermedi. Geçen hafta aracını servise yollayan Bulut, darbeyi Borusan'dan yedi.
GAZETECİLER.COM -
Habertürk'ten kovulan Yiğit Bulut, şimdi de
'makam aracı' kriziyle gündeme geldi.
Ancak Bulut yönetimin ısrarına rağmen lüks BMW otomobili bir türlü iade etmedi.
ARAÇ SERVİSE GİDİNCE...
Yiğit Bulut, geçtiğimiz hafta aracını bakım için Borusan servisine yolladı. Bakımdan geçen aracı almaya da şoförünü gönderdi. Ancak Borusan aracı Yiğit Bulut'a teslim etmedi.
Yetkililer Bulut'a "Bu aracı size veremeyiz. Zira araca zorla el koyduğunuz bize iletildi. Aracı ancak Habertürk'ten yetkililer gelirse onlara veririz" dediler.
Yiğit Bulut aldığı bu yanıtla şoke olurken, Borusan yetkilileri lüks aracı Habertürk'e gönderdi. BMW markalı araç, Yiğit Bulut kovulduktan aylar sonra Habertürk'en garajına geri dönmüş oldu.
HASAN CEMAL CANLI YAYINDAN NEDEN KAÇTI?
DERBİ
KORKUSUNU BAKIN NASIL İTİRAF ETTİ... DİĞER
SAYFADA...
[PAGE]
DERBİ KORKUSU İTİRAFI
GAZETECİLER.COM - CNN Türk'te yayınlanan
Medya Mahallesi'nde bugün Ayşenur
Arslan'ın konuğu Milliyet'in tecrübeli kalemi
Hasan Cemal'di.
Programın başında Arslan Hasan Cemal'i davet ettiği zaman verdiği
red cevabını ve gerekçesini anlattı:
KIZIM BEN GELMEYEYİM
"Geçen hafta sonu konuşurken, Nevruz haftasında Kürt meselesi
gündemde olacak, gel haftayı seninle açalım dedim. Kendisi
eski genel yayın yönetmenimdir, Cumhuriyet gazetesinden. Nazı da
fena geçer elbette. 'Kızım ben gelmeyeyim' dedi. Neden?
'Şimdi derbiden sonra gider orada dayak yersek sen beni
kızdırırsın' dedi. "
Hasan Cemal bu eğlenceli açılışın ardında derbi sonucunu da şöyle
yorumladı:
"Tabi Fenerbahçe maçları bizde stres yapar hele maç
başlayınca üstüste iki muhteşem gol yiyince moralimiz fena bozuldu
ama... Kupayı yakaladı Galatasaray. Artık kolay kolay
bırakmaz."
BAŞBAKANIN GÖLGESİ MEDYANIN
ÜZERİNDE
Başbakan'ın Almanya'da alacağı ödülün iptal edilmesini ve
Almanya'da Erdoğan karşıtı gösterilerin gazetelerde haber
olmamasını eleştiren Ayşenur Arslan'ın "Gazetelerde
göremiyoruz. Neden? Eski bir genel yayın yönetmenisin sen yanıt ver
Hasan Cemal" demesi üzerine Milliyet yazarı ile Arslan
arasında şöyle bir diyalog yaşandı:
Hasan Cemal: "Başbakan'a protesto gösterisi önemli
bir haberdir. Ben olsam verirdim. Başbakan'ı rahatsız eden haberler
1. sayfaya çıkmıyor mu?"
Ayşenur Arslan: Bana mı soruyorsun? Sen eski bir
Genel Yayın Yönetmenisin. Ben sana sorayım: Hasan Cemal bu haberler
1. sayfaya çıkmıyor mu?
NE MEDYAYA NE DE HÜKÜMETE İYİLİK YAPMIŞ
OLURUZ
Hasan Cemal: "Biraz çıkmıyor.
Başbakan'ı rahatsız edebilecek haberler saklanıyor. Bu bir vaka.
Ben yazılarımda daha çok başbakan'ın medya üzerindeki uzayan
gölgesi diyorum. Türkiye'deki ifade özgürlüğü ve demokrasi
konusunda hoş bir durum değil. Bu başkbakan'a da iyilik değil
Medyanın kendisine de iyilik değil. Bu gazeteyi, medyayı kendi
işlevinden uzaklaştırır. Bunu yaptığımız vakit hiç kimseye iyilik
yapmamış oluruz.
Ayşenur Arslan: Hakikaten son zamanlarda çok
önemli gerçekten baktığımızda bu haberdir dediğimiz haberler var.
Hükümete yakın gazetelerde hiç göremiyoruz. Durumdan vazife mi
çıkartılıyor. O gölge daha çok mu uzuyor?
Hasan Cemal: Ben uzun zamandır yönetim
kademelerinde değilim ama başbakan'ın tavrı ve gücü dolayısıyla
durumdan vazife çıkartılıyor, hatta durumdan vazife çıkartanlar,
gazetelerin patronajına gidip ince bir ayar vermeye çalışıyor.
Hapiste şu kadar gazeteci var, KCK'dan şu kadar tutuklu var, Balyoz
ve Ergenekon doğru davalardır ama hukuki sapmalar var... Bunların
hepsi bir kenara, gazeteleri, kanalları yöneten meslektaşlarım,
patronlar... acaba bu işleri yaparken, siyasi iktidarın gölgesini
ne kadar hissediyorlar. BUna bakmak lazım. Bence hissediyorlar.
Hissettkileri gölgeye rağmen gazeteciliğin kuralları geçerli olmalı
dedikleri zaman doğru bir hareket yapılacak.
YAZDIM AMA SERT YAZMADIĞIM İÇİN DE
ELEŞTİRİLDİM
Ayşenur Arslan: Nuray Mert böyle bir
anlayışın sonunda mı köşesiz kalmıştır?
Hasan Cemal: Bence öyle, Nuray Mert iktidarı
rahatsız ettiği için köşesinden oldu.Ben kendi gazetemde yazdım.
Çok sert yazmadığım için de eleştirildim.
Eğer türkiye bir demokrasiye açılacaksa, barış ve demokrasi
kuşağının örneği olacaksa, bölgesel güç olarak güçlenmesini
istiyorsak, içeride barış ve istikrar oluşturulması lazım. Onun
için de içeride demokrasi ve özgürlükler güçlendirilmeli.
YAKIN ARKADAŞI EKRANDA MEHMET BARLAS'ı ÇOK FENA
BOZDU...
DİĞER SAYFADA...
[PAGE]
YAKIN ARKADAŞI FENA BOZDU
GAZETECİLER.COM (ÖZEL)
Sabah Başyazarı Mehmet Barlas,
manşetlerin gölgesinde kalan, farklı alanlarda mesleğinin önde
gelen isimlerini ağırladığı 45 Dakika'da bu hafta,
Türk edebiyatının değerli ismi Selim İleri'yi
konuk etti.
Türk edebiyatının "Yaşayan İstanbullu yazar"
denince ilk akla gelen ismi Selim İleri, 45
Dakika'da yakın arkadaşı Mehmet Barlas'ı çok fena
bozdu.
BARLAS NOSTALJİ UÇURUMUNA YUVARLANDI
"Eski Beyoğlu bir takım ritüeller demekti. Salı akşamları Yeni
Melek sinemasının galasına gitmek demekti. Herkes süslenir,
bayanlar gece kıyafetlerini giyerdi. Bunlar dağıldı"
diyerek nostalji uçurumuna yuvarlanan Mehmet Barlas'ın "eski
İstanbul" için söylediği sözlere Selim İleri çok farklı bir şekilde
yanıt verdi.
SELİM İLERİ "GEÇMİŞ SANKİ İYİ BİR ŞEY"
DİYE İTİRAZ ETTİ
"Benim edebi kişiliğimi nostalji simgelemiyor, ben var
olanı korumak istiyorum. Yeni olsun, niye karşı çıkalım ama var
olanı da koruyalım" diyen Selim İleri, Barlas'a en ağır
yanıtı ise yemek konusunda verdi.
"1960'larda o çok sevdiğiniz Beyoğlu'nda tavuğu gözünüzün
önünde keserler, boynunu koparırlardı. Bunlar pek hoş değildi. Her
devrin kendine göre güzelliklerini görmek lazım. Geçmişi sanki iyi
bir şey gibi hatırlıyoruz."
LAHMACUN KONUSU AÇILDI, İLERİ BARLAS'I BÖYLE
BOZDU
İstanbul'un yitirilmemiş şeyleri arasında yemek
kültürü olduğunu söyleyen Barlas, eskiden yapılanların artık yok
olduğunu söyleyip konuyu bir de lahmacuna getirince olanlar
oldu.
İşte Mehmet Barlas ile Selim İleri'nin lahmacun polemiği:
Mehmet Barlas: "Ben eski Yeniköylü olarak midyeyi
kendim çıkartırdım. Yüzerek kayıkhanelerden karides toplardım. Bu
İstanbul bitti, buna karşılık bir de hayatımıza lahmacun
girdi."
Selim İleri: "Ben onu hiç
küçümsemiyorum..."
Mehmet Barlas: "Ben de
Antepliyim..."
Selim İleri: "Genelde böyle bir tavır var. İstanbul
lahmacunla mahvoldu. Ben bunları çok gülünç buluyorum. Madem ki
burası büyük ve olumlu anlamıyla kozmopolitizmi savunuyoruz.
Lahmacun da bir zenginlik. Kaldı ki yeni girmedi bizim hayatımıza
lahmacun. 1956 yılında çok iyi hatırlıyorum. Cihangir'de
mükemmel bir lahmacun salonu açılmıştı. Orada yenmezdi ama alınır,
sıcak sıcak eve götürülür yenirdi."
28 ŞUBAT BÖYLE GİDERSE
YAR-GI-LA-NA-MAZ... EKREM
DUMANLI NİYE BÖYLE DEDİ?
[PAGE]
28 ŞUBAT YARGILANAMAZ
GAZETECİLER.COM - "Böyle giderse 28 Şubat
yar-gı-la-na-maz..." Bu cümle Zaman Genel Yayın Müdürü
Ekrem Dumanlı'ya ait. Dumanlı "yargılanamaz"
sözcüğünü üstüne basa basa yazmış. 28 Şubat soruşturmasından umutlu
olmadığını ise çarpıcı bir şekilde gerekçelendiriyor:
"Kimse elini taşın altına sokmak istemeyecektir"
diyor...
İşte Dumanlı'nın bugünkü yazısından dikkat çekici bir bölüm:
UMUT VERİCİ GELİŞME
AMA...
"28 Şubat post-modern darbesiyle ilgili somut gelişmeler oldu. Suç duyuruları yapıldı falan. İşin doğrusu demokrasi açısından umut verici bir gelişme idi bu; ancak görünen o ki, bu tür soruşturmaların sağlıklı yürütülebileceğine dair umutlu olmak çok zor. Sabahtan akşama yargı mensupları bu kadar dövülürse, emniyet görevlileri bu kadar hırpalanırsa; bu davaları soruşturmakla yükümlü kişiler niçin elini taşın altına koysun ki?
Herkes unuttu; bu ülkede yaklaşık on senedir fail-i meçhul cinayet işlenemiyor. Oysa "siyasi suikastlar" ve "toplumda infial uyaran eylemler" vasıtasıyla siyaset yıllarca dizayn edildi. Bu feci duruma dur diyen polis ve adliye oldu. En derin çeteler bile güvenlik güçlerinin ve adalet mekanizmasının nefesini ensesinde hissetti. Şimdi bu iki zümre planlı bir cemaat paranoyası söylemiyle linç ediliyor.
KİMİLERİ KADİM MEDYAYA ŞİRİN GÖRÜNMEK İÇİN KONUŞUYOR
Bir yalpalama görülüyor. Kimileri kadim medyaya şirin görünmek için -belki de lafın nereye varacağını hesap etmeden- konuşuyor ve kendi varlık nedenini sorgulanır hale getiriyor. Evet, yargının ve güvenlik güçlerinin hataları olduğunda hepimiz buna karşı çıkmalıyız, sonuna kadar eleştirmeliyiz. Ama bu kurumların çetelerle, darbecilerle, terör örgütleriyle mücadelelerini de, insafsız bir paranoyaya, kurban etmemek gerekir.
Şimdi emniyet yetkilileri ya da yargı mensupları, "Neden
soruşturma yapıp sopayı biz yiyelim?" dese haksız mı?
Zaten Ergenekon'u sulandırma ve akim bırakma merkezi, planlı bir
cemaat paranoyasıyla tam da bunu yapmak istiyor. Yargıyı ve
güvenliği bunaltıp darbe davalarını ve derin ilişkilerin karmaşık
eylemlerini örtbas etmeyi düşünüyorlar. Bunu görmemek için
ya çok saf olmak ya da anti-demokratik illüzyonlara teslim olmak
gerekir.
NAZLI ILICAK ÜSTÜ ÇIKTI, NEDİM ŞENER'DEN ÖZÜR
BEKLİYOR
DİĞER SAYFADA
[PAGE]
NAZLI ILICAK ÜSTE ÇIKTI
GAZETECİLER.COM- Oda TV
davasının tek şikayetçisi olarak iddianamede adı geçen
Nazlı Ilıcak ile gazeteci yazar Nedim
Şener arasındaki polemik gazete sayfalarında sürüyor.
Nedim Şener kendisi tutuklu iken yazdıkları ile kendilerini peşinen
suçlu ilan eden Nazlı Ilıcak'ı, CNN Türk'teki canlı yayında sert
bir şekilde eleştirmişti. Ilıcak bugün köşesinden Milliyet'in bir
haberine atıf yaptı ve Nedim Şener'i özür dilemeye çağırdı.
İşte o yazıdan çarpıcı bir bölüm:
ILICAK'TAN BALBAY,
ÖZKAN VE MÜYESER YILDIZ'A "ALLAH KURTARSIN"
MESAJI |
Nedim Şener'i kitabıyla mahkum ettiğini ilan eden
Nazlı Ilıcak, köşesinde bir yandan da şunları yazdı: "Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay, gene odalarında yalnız kaldı. Fazla gecikmeden cezaevi müdürü gereğini yerine getirmeli; ağır aksak işleyen bürokratik mekanizmaya takılmadan, Balbay ve Özkan'ın tecrit hali sonlandırılmalı. Aynı durumda olan başka tutuklular da var. Bunlardan biri Müyesser Yıldız (Uğur). Uzun yıllar beraber çalıştığım bir meslektaşım. Yaşadıklarına üzülmemek mümkün değil. Tez zamanda tutukluluk halinin bitmesini dilerim. Ama bu arada, ona da bir hanım arkadaş bulunmalı. Müyesser, "kedi" talep etmiş. Yönetmeliğe uygunsa, neden olmasın! Buradan Müyesser'e sevgilerimi gönderiyor ve "Allah kurtarsın" diyorum. |
NEDİM'İN KİTABINDAKİ BİLGİLER
YANLIŞ
"Cuma günkü Milliyet'te (16 Mart 2012), önemli bir haber vardı; satır aralarında kaybolmuş. Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK), Hrant Dink cinayetine ilişkin raporunun açıklanmayan bölümüne ulaşmışlar. Yasin Hayal keşif için İstanbul'a geldiğinde, İstanbul Emniyeti'nin onun telefonlarını dinlemediği raporda yer alıyor. Bu durumda, Nedim Şener'in kitabındaki bilgilerin, benim "Her Taşın Altında The Cemaat Mi Var?" kitabımda iddia ettiğim gibi, yanlış olduğu ortaya çıkıyor.
Şener, Hrant Dink cinayetini aydınlatmak üzere çalıştığını ve bu yüzden hapse girdiğini ileri sürüyor ya! Bunun doğru olmadığı, DDK raporu ile de teyit edildi.
Şener her iki kitabında da, Dink cinayetinde ihmali olanların başında, İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ile C Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer'i gösteriyor.
KİTAP POLİSLERİ SUÇLAMAK İÇİN
YAZILMIŞ
Şener'e göre, İstanbul, Yasin Hayal keşif için geldiğinde telefonlarını sorgulamıştı. İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ise, Log kayıtlarını silmiş ve bu sorgulamanın, cinayet sonrası (19 Ocak 2007'den sonra) yapıldığını iddia etmişti. Şener, kitabında, "Ramazan Akyürek müfettişlere yalan söyledi; onları aldattı. Çünkü amacı, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler'in ayağını kaydırarak, kendisi gibi bir Fethullahçı olan Ali Fuat Yılmazer'i onun makamına getirmekti" diyor.
Kitap, büyük ölçüde, Yılmazer'i ve Akyürek'i suçlamak üzere kurgulanmış. Oysa Mülkiye Başmüfettişleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden sonra, Devlet Denetleme Kurulu raporu da, 1) Ali Fuat Yılmazer'i ihmali görülenler listesine koymadı. 2) Yasin Hayal'in keşif için geldiği sırada telefonunun dinlenmediğine dikkat çekti. Dolayısıyla yalan söyleyen Ramazan Akyürek değil, İstanbul İstihbaratı'ydı. İstanbul İstihbaratı, hem Yasin Hayal'le irtibatlı Osman Hayal'in adresinin bulunduğu yerde keşif yapmamış, hem de Hayal'in telefonunu sorgulamamıştı. Ama buna rağmen, işlem gerçekleşmiş gibi eski tarihli raporlar düzenlenmişti.
ÖFKESİ KİTAPTAKİ YANLIŞTAN KAYNAKLANIYOR
Demek, Nedim Şener, bırakınız kamuoyunu aydınlatmaya çalışmayı,
hedefe koyduğu Yılmazer'i ve Akyürek'i suçlamak için karartma
uygulamıştı. Bu söylediklerimin, Oda TV davasıyla hiçbir ilgisi
yok. Ben yazılarımda, Şener'in Oda TV ve Ergenekon bağlantısı
mevcut mu, değil mi diye fikir beyan etmedim. Bana öfkesi,
kitabındaki yanlışları ortaya çıkarmamdan kaynaklanıyor.
Ali Fuat Yılmazer, Ergenekon'un üzerine giden çok önemli bir polis
müdürü. O ve Zekeriya Öz, bir de siyasi iktidarın kararlılığı
olmasaydı, belki de Ergenekon davaları başlamayacaktı. Şener,
muhtemelen, Hanefi Avcı'nın yönlendirmesiyle hatalı bir yola girdi.
Sorumluluğu Yılmazer'e yükledi; işin içine Cemaatçi kadrolaşma
meselesini de soktu.
AVCIYLA BERABER YILMAZER'İ KARALAMAYA
ÇALIŞIYOR
Oda TV konusunda kararı, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi verecek. Fakat, Şener'in Dink cinayetini aydınlatmaktan ziyade, Hanefi Avcı'yla işbirliği yaparak, Ali Fuat Yılmazer'i karalamaya çalıştığı hükmünü ben veriyorum ve bunu, gerekçeleriyle birlikte kitabımda bir bir sıralıyorum.
Devlet Denetleme Kurulu raporu da, Ankara İstihbarat Daire Başkanlığı'nın yeniden soruşturulmasına gerek olmadığını belirterek beni teyit ediyor. Bence Şener, Ali Fuat Yılmazer'e özür borçlu. Tabii Log kayıtlarını sildiğini söylediği Ramazan Akyürek'e de.
RUŞEN ÇAKIR'IN NEVRUZ YAZISI
KONUŞULUYOR...
DİĞER SAYFADA...
[PAGE]
BU YAŞTAN SONRA SAVAŞ MUHABİRİ Mİ
OLACAĞIM?
GAZETECİLER.COM -
Köşesinde "Newroz nedeniyle yaşananlar bir kez daha Kürt
sorununun Türkiye’deki tüm sorunların anası olduğunu
gösterdi" diyen Vatan yazarı Ruşen Çakır, Diyarbakır'daki
Nevruz kutlamalarına katılmama nedenini bakın nasıl açıkladı:
BU YAŞTAN SONRA SAVAŞ MUHABİRİ OLMAYA
NİYETİM YOK
"Bu yıl Newroz için Diyarbakır'a gidip gitmemek konusunda epey
tereddüt ettim ve sonunda gitmememeye karar verdim. Çünkü
son üç yıldaki "şenlik" görüntüleriyle
karşılaşmayacağıma emindim. Bu yaştan sonra "savaş
muhabiri" filan olmaya da niyetim yoktu.
Gitmeme kararı aldığımda devlet henüz Pazar günü yapılması kararlaştırılan kutlamaları "bayram gününde kutlanır" gibi abes bir bahaneyle yasaklamamıştı.
Ancak bu yılki Newroz'un olaylı, yani tatsız geçeceği her halinden belliydi. Yani devlet dünkü kutlamalara izin vermiş olsa bile olaylı bir Newroz yaşanacağını düşünüyordum. Kürt siyasi hareketinin yasal ve yasadışı alandaki sözcülerinin peşpeşe yaptıkları açıklamalar ve uyarılara rağmen bu kaçınılmazdı.
Böyle düşünmemin üç nedeni var:
1) Her ne kadar MİT krizinin ardından bir çizgi
değişikliği beklentisi hayli artmış olsa da devlet Kürt sorununda
sertlik yanlısı tutumunu sürdürüyor, yani İçişleri Bakanı İdris
Naim Şahin pek “gidici” gibi gözükmüyor;
2) Yöneticileri ne tür açıklamalar yaparlarsa
yapsın Kürt sorununda yaşanan gerilim artışı PKK’nın işine geliyor,
bu nedenle örgüt en ufak bir çatışma ihtimalini bile
değerlendiriyor;
3) Kentlerde Kürt hareketinin tabanını oluşturan
gençliği denetlemek kolay kolay mümkün olmuyor. Bu gençlerin sadece
BDP’yi değil, zaman zaman PKK’yı bile dinlemedikleri görülüyor.