Yeni Şafak'ın Özkök'ten ricası
Abone olGenelkurmay Başkanlığı tarafından "Akredite basın" olarak ambargo uygulanan Yeni Şafak Gazetesi yazarı Şamil Tayyar, Hilmi Özkök'ten bir ricada bulundu...
Yeni Şafak yazarı Şamil Tayyar duygusal bir yazıyla Genelkurmay
Başkanı Özkök'ten "Üzerimizdeki ambargoyu kaldırın" isteğinde
bulundu. Özkök Paşa'ya bir çift sözüm var Gazetecilikte 20. yılın
içindeyim. Bu sürenin 17 yılını Milliyet ve Sabah'ta geçirdim. Bu
iki gazete arasında Star, İntermedya ve TGRT deneyimim var. 1
Haziran'dan itibaren de Yeni Şafak'ın Ankara Bürosu'nda haber
müdürü olarak görev yapıyorum. Açıkçası, bu yeni işim, çalıştığım
diğer kurumlardan farklı olarak benim için çok ilginç bir deneyim
oldu, olmaya devam ediyor. 27 Haziran günüydü. NATO zirvesi için
Türkiye'ye gelen ABD Başkanı George W. Bush'un Ankara programını
izlemek için muhabir arkadaşlar arasında görevlendirme yaparken,
diplomasi muhabiri Duygu Güvenç'e "Bush'u Anıtkabir'de sen takip
edeceksin" dedim. Duygu, gülmeye başladı: "Ağabey, izleyemeyiz.
Anıtkabir bize yasak." Beynimden vurulmuşa döndüm, inanamadım.
"Ciddi misin?" diye sordum, Duygu, "Evet ağabey. Anıtkabir'in
idaresi askerlerde olduğu için Yeni Şafak mensupları görevli olarak
içeri alınmıyor" dedi. Yeni Şafak'a başlamadan önce "akreditasyon"
sorunu olduğunu biliyordum ama bu yasağın Genelkurmay ve diğer
askeri karargahlarla sınırlı olduğunu sanıyordum. Meğer listede
Anıtkabir de varmış. * * * 30 Ağustos sabahı iş yerine giderken
Zafer Bayramı törenlerinin yapıldığı Atatürk Kültür Merkezi'nin
önünden geçiyordum. Kaldırımdaki bir manzara dikkatimi çekti. Genç
bir kadın, 5-6 yaşlarındaki çocuğunun elinden tutmuş tören alanına
doğru gidiyor, çocuk da diğer elinde taşıdığı Türk bayrağını
sallıyordu. Bu enstantane, her bayramda sıkça rastladığımız bir
görüntüydü ama nedendir bilmiyorum o an müthiş duygulandım,
gözlerimden iki damla yaş süzüldü. O duygusal atmosferde hemen evi
arayıp eşime, "Bora'yı da törene götürebilir misin?" diye sormak
geçti aklımdan. Yol boyunca, o görüntü, zihnime çakılıp kaldı.
Yanıt bulmaya çalıştığım onlarca sorunun ruh âlemimde fırtınalara
yol açtığı karmakarışık duygularla işyerine vardığımda, telefona
sarılmak istedim ilk iş olarak. Kapıda Başbakanlık muhabiri Erhan
Seven ile karşılaştım. Tören programını nasıl izleyeceğimizi sordu.
Seven'le birlikte foto muhabiri Murat Çetinmühürdar arkadaşıma,
töreni birlikte izlemelerini söyledim. Erhan da Duygu gibi
gülümsedi: "Müdürüm, Hipodrom'daki töreni değil diğer etkinlikleri
sormuştum. Hipodrom'daki töreni izleyemiyoruz." "Nasıl yani?"
diyecek oldum büyük bir şaşkınla. Erhan, "Yeni Şafak'ı tören
alanına almıyorlar" dedi. O an yıkıldım. Elim telefona uzanmadı.
Hızlı hızlı düşünmeye başladım; 30 Ağustos Zafer Bayramı, milletin
bayramı... Türkiye, demokratik bir ülke... 17 Aralık'taki Brüksel
zirvesinden müzakere tarihi bekliyoruz... Yeni Şafak, yasalara
uygun olarak faaliyetlerini sürdüren bir medya kuruluşu... Ama
Zafer Bayramı'nda "biz" yokuz. Ardından, Türk bayrağını görünce
döktüğüm iki damla gözyaşını hatırlayıp hayıflandım. * * * Derken,
29 Ekim geldi. Cumhuriyet'in ilanının 81. yıldönümünü kutladık. Bu
sefer, deneyimliydim. Hiçbir muhabir arkadaşıma, törenleri izlemek
için görev vermedim. Ama içim burkuldu. Halkın rejimi ile halk
arasına kalın bir "akreditasyon duvarı" çekilmesini, Anayasa'da
güvence altına alınan basın özgürlüğünün hiçe sayılmasını bir türlü
kabullenemedim. Cumhuriyet'in 81 yıl sonra hâlâ "demokrasi" ile
taçlandırılamamasına üzüldüm. Şu soruya yanıt aradım; Cumhuriyeti
lambaya, demokrasiyi ışığa benzetirsek eğer, ışık saçmayan bir
lamba karanlıkları aydınlatabilir mi? AB'den müzakere tarihi
beklediğimiz 17 Aralık'taki Brüksel zirvesine doğru yaklaşırken,
daha önemlisi Cumhuriyet'in 81. yılını kutlarken bir basın
kuruluşuna "tören" ve "Anıtkabir" cezası uygulanmasını anlamakta
güçlük çekiyorum. Daha deneyimli yönetici meslektaşlarım bu işin
içinden kolay sıyrılabilir miydi? Mesela; emekliye ayrılan bir
komutanın devir teslim törenine davet edilmediği için "sırlar
odası"nı açan Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi, Yeni Şafak'ın
Ankara Temsilcisi olsa ne düşünürdü? Ankara Temsilcisi Sedat Ergin
aynı muameleye maruz kaldığında komutanlara sitem dolu bir yazı
kaleme alan Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök,
Yeni Şafak'a genel yayın yönetmeni olsa ne yazardı? Onlar ne derdi
bilemiyorum. Ama askeri karargahlar dışında sivil mekanlarda sadece
idarecileri "asker" olduğu için sürdürülen "akreditasyon"
uygulaması, Genelkurmay'ın bilgisi dahilinde yapılıyorsa, son
dönemde verdiği mesajlarla seleflerine göre daha özgürlükçü bir
portre çizen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün
söylemiyle eylemlerinin "çeliştiğini" ifade etmek durumundayım.
Özkök Paşa'nın şu sözleri hâlâ hafızalardan silinmedi: "Türkiye
sevgisi en çok TSK'da vardır diye bir anlayışa katılmıyorum." Şimdi
Özkök Paşa'ya bir çift sözüm var; Lütfen bayramlarda ve
Anıtkabir'deki törenlerde muhabirlerimize konan bu ambargoyu
kaldırın. Yeni Şafak'ı Genelkurmay karargahına almayabilirsiniz. Bu
kurumsal tercihin kendi içinde izah edilebilir bir tarafı olabilir.
Ancak sivil kuruluşlara bağlı yerlerde ve Anıtkabir gibi
cumhuriyetin kurucusunun kabri önünde basın özgürlüğüne karşı "set"
çekmeye hiç kimsenin hakkı yoktur diye düşünüyorum. Tabiî,
demokratik bir ülkede yaşıyorsak. Yargıtay eski Başkanı Sami
Selçuk'un dediği gibi, "sıkılmış yumruklar" veya "gıcırdatılan
dişler" ile "özgürlük türküsü" söylenemez.