Yazıcıoğlu ve Türkeş'in 30 yıllık sırrı
Abone olİsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, askeri cezaevinden kaçırılmıştı. Meğer ikisini de Yazıcıoğlu kaçırmış!..
Balgat Katliamı sanıklarından İsa
Armağan ve ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu'nun idama gidişinin perde
arkasını bilenler bir elin parmakları kadardır.
İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun cezaevine konulmasının
ardından suçsuz oldukları söyleniyordu. Ancak Ankara
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde 18 Ekim 1979'da idam
cezasına çarptırıldılar.
Onlar adım adım idama giderken, kimsenin aklına gelmeyen
bir gelişme oldu. Balgat Katliamı sanıklarından İsa Armağan
ve Mustafa Pehlivanoğlu, müthiş bir operasyonla Mamak Askeri
Cezaevi'nden kaçırıldı. Herkes şaşkındı!..
Askeri cezaevinden kaçmak bu kadar kolay olamazdı. O dönemin MHP
Lideri Alparslan Türkeş'in de bu operasyondan bilgisi yoktu. Peki
onları kim kaçırmıştı? İşte büyük sır bugün ortaya çıktı. Armağan
ve Pehlivanoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu tarafından Mamak Askeri
Cezaevi'nden kaçırılmıştı.
İşte o büyük sırrın ayrıntıları;
Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu, solcu Necdet Adalı ile
birlikte 12 Eylül yönetiminin ilk idam ettiği gençlerden biri.
Başbakan'ın Meclis'te yaptığı konuşma ile bütün Türkiye O'nu
tanıdı.
Kendisi ile birlikte idam cezasına çaptırılan İsa Armağan kurtuldu,
ama kaderi Pehlivanoğlu'nu adım adım ölüme götürdü.
O hikayenin önemli aktörlerinden Alparslan
Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu da bugün hayatta değiller...
Bütün Türkiye'nin TRT'ye mahkum olduğu tek kanallı yıllardı. 1978
Yılı'nın Ağustos ayında TRT yine kanlı bir haberi veriyordu.
Ankara'nın Balgat Semti'nde bir kahvehane taranmış, beş kişi
hayatını kaybetmişti. Kanlı görüntüler defalarca ekrana getirildi.
Olay ertesi gün sol gazeteler tarafından "Ülkücülerin
Ankara'da gerçekleştirdiği katliam" olarak
değerlendirildi.
İLGİNÇ ZAMANLAMA
Saldırının hemen ardından yakalanan İsa Armağan ve Mustafa
Pehlivanoğlu, cezaevine konuldu. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı
Askeri Mahkemesi'nde 18 Ekim 1979'da idam cezasına çarptırıldılar.
Cezaları, 16 Temmuz 1980'de Askeri Yargıtay tarafından onandı.
Ancak beklenmeyen bir gelişme oldu.
Balgat Katliamı sanıklarından İsa Armağan ve Mustafa
Pehlivanoğlu, müthiş bir operasyonla Mamak Askeri Cezaevi'nden
kaçırıldılar. Onların kaçtığına arkadaşları bile
inanamamıştı. Çünkü, Ankara'da sıkıyönetim uygulanırken, son derece
sıkı korunan bir askeri cezaevinden iki kişinin birden kaçması
imkansız görülüyordu. Bu yüzden, onların gizlice götürülüp,
idam edildikleri düşünülüyordu.
Ertesi gün Ankara karıştı. Olay, bütün Türkiye'de geniş yankı
uyandırdı. Günlerce gazetelerin manşetlerini süsledi.
Kimse o günlerde üzerinde durmadı. Ancak, kaçırılma
olayının zamanlaması son derece önemliydi. İsa Armağan ve Mustafa
Pehlivanoğlu, askeri cezaevinden kaçırılmasalar, ertesi gün idam
dosyaları Meclis'te görüşülecekti. MHP de iktidar
ortağıydı ve onlar da el kaldırıp görüş bildirecekti.
MHP'liler, Armağan ve Pehlivanoğlu'nun idamlarına "evet"
oyu veremezlerdi. "Hayır" dediklerinde de CHP tarafından kötü
sıkıştırılacaklardı. CHP'nin kamuoyuna vereceği mesaj
önceden belliydi: "İşte gördünüz. Faşist MHP katilleri
koruyor. Balgat Katliamı'nın sorumlusu iktidardaki
MHP'dir."
İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun kaçırılmaları, iktidardaki
MHP'yi ciddi bir sıkıntıdan kurtarıyordu! Yine de Alparslan
Türkeş'in bu operasyondan memnun olduğu söylenemezdi. MHP Genel
Başkanı Türkeş'in önemli kaygıları vardı. Birincisi, bu
operasyonla askerle karşı karşıya gelmişti. İkincisi, ülkücülerin
orduya yönelik bazı gizli faaliyetleri organize ettiği kuşkuları
ortaya çıkıyordu. Türkeş, "TSK içinde örgüt kuran bir
lider" konumuna giriyordu.
Eski bir asker olan Türkeş ise, ordu ile hiçbir zaman karşı
karşıya gelmek istemiyordu. Üstelik, kaçaklar
yakalanmaları halinde konuşup bazı anlatımlarda bulunurlarsa
sıkıntı daha da büyüyecekti!
Türkeş, olayın ertesi günü bütün ülkücü yöneticileri Parti Genel
Merkezi'nde topladı. Kemal Zeybek, Ramiz Ongun, Türkmen Onur,
Muhsin Yazıcıoğlu gibi önemli isimler sıraya dizildiler.
Türkeş, yüksek bir ses tonuyla bağırmaya
başladı:
- Kim yaptı bunu? Nasıl oldu? Kim kaçırdı?
Askeri cezaevi gibi bir yerden nasıl
kaçabiliyorlar?
Ardından herkese tek tek "Bilgin var mı?" diye sorup, "Hayır"
cevabını aldı. Karşısına dizilenlerden sadece birine soru
yöneltmedi. Hatta, yüzüne bile bakmadı. Aldığı cevapların ardından
yine yüksek bir ses tonuyla "Çıkın dışarı,
kaybolun" dedi.
Oysa, Alparslan Türkeş, bu tür önemli konularda dinlenme ihtimaline
karşı muhatapları ile konuşarak değil, yazarak iletişim kurardı.
Daha sonra bu kağıtları yakıp, imha ederdi.
Ancak, bu defa çok önemli bir konuyu bağırarak dile getiriyordu.
Belli ki bazı yerlere mesaj vermek istiyordu. Armağan ve
Pehlivanoğlu'nun kaçırılmaları ile kendilerinin bir ilgisinin
bulunmadığını duyurmaya çalışıyordu.
İHBAR EDİLDİ
Aradan bir süre geçti... Türkeş, karşısına dizdiği isimlerden
sadece "Kim kaçırdı, haberin var mı?" sorusunu yöneltmediği
Muhsin Yazıcıoğlu'nu yanına çağırdı. Bu defa bağırmıyor,
aksine son derece kısık bir ses tonuyla konuşuyordu:
- Oğlum, sağlam yerdeler mi?
Yazıcıoğlu'ndan aldığı cevapla rahatladı:
- Kaygılanmayın, sağlam yerdeler...
Gerçekten de son derece sağlam bir yerdeydiler. Yakalanma
ihtimalleri yok denecek kadar azdı. Ayrıca her ikisine de sıkı sıkı
tembih edilmişti:
- Buradan ayrılmayın. Bizim dediklerimizi harfiyen yerine
getirin.
Sakın ola teşkilatlara gitmeyin.
İsa Armağan, kendisine yapılan uyarıyı dikkate aldı.
Kendisine çizilen alanın dışına çıkmadı.
Ülkücü teşkilatlarla ilişkisini tamamen kestiği için bugün
hayatta.
Mustafa Pehlivanoğlu ise, tersini yaptı. Bir süre gizlendikten
sonra gezmeye ve teşkilatlara gidip gelmeye başladı.
Durum bu olunca da Başbakan'ın okuduğu mektupta selam gönderip,
"mutlu bir yuva kurması" temennisinde bulunduğu
nişanlısının erkek kardeşi tarafından ihbar edilip, yakalatıldı.
Ardından da idam edildi.
Kaderi O'nu adım adım ölüme götürdü!
SÖZLERİNİ BİTİREMEDEN KOMAYA SOKULDU... AYRINTILAR
DİĞER SAYFADA...
Erdem Ekinci, Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü'nde okuyor ve
Adalet Bakanlığı'nda memur olarak çalışıyordu. Dev Yol üyesiydi.
Direniş Komiteleri içinde örgütlenmişti. 10 Mart 1980'de Ankara
Keçiören Kuşçağız'da bir otobüs kaçırma olayından tutuklanıp,
Askeri Cezaevi'ne kapatıldı.
Henüz ihtilal olmamış ve cezaevlerinde
"Karıştır-Barıştır" uygulamasına geçilmemişti.
Solcu gençler ayrı, ülkücü gençler ayrı koğuşlarda
yatırılıyordu.
Güvercinlik Üssü'nde bulunan iki koğuş, tamamen sol görüşlü
gençlerden oluşuyordu.
Zindanlar alabildiğine doldurulmuştu. Koğuşlarda ranza yoktu. 114
kişi yer yatağında yatıyordu.
Bir gün "dikkat" komutunun ardından Albay Muhsin Sıkıcıoğlu koğuşa
girdi. Gençlerin yattıkları yatakların üzerine çıkarak konuşmaya
başladı:
- Devletimiz güçlüdür.
Devlet otoritesine boyun eğeceksiniz...
Ardından insani değerlere atıflar yapan sözler söyledi.
Bu sözleri söylerken de yere serilen yatakların üzerinde
geziniyordu.
Konuşmasını bitirdiğinde Erdem Ekinci söz istedi.
Henüz 12 Eylül İhtilali gerçekleşmediğinden, istemeden de olsa
Albay Sıkıcıoğlu tarafından kendisine söz verildi. 12 Eylül
İhtilali'nden sonra ise, değil konuşmak, kıpırdamak, sağa sola
bakmak bile yasaktı. Bu tür hareketlerin cezası, askerler
tarafından defalarca coplanmaktı.
Ekinci, "komutanım" dedi:
- Siz bu akşam eve gittiğinizde hanımefendiye anlatın.
Türkiye'nin çeşitli fakülte ve üniversitelerinde okuyan, eli kolu
bağlı ve yaşları 20 ile 25 arasında değişen 114 kişinin yattığı
koğuşa girdiğinizi ve onlara hitaben bir konuşma yaptığınızı
söyleyin. "Ben postallarımla onların başlarını koydukları
yastıkların üzerine çıktım ve insanlık dersi verdim"
deyin.
Acaba eşiniz size ne der?
Ekinci, bunları söyledikten sonrasını hatırlamıyor. Askerler hemen
etrafını çevirdi ve üzerine coplar inip kalkmaya başladı.
Söylediği bu sözlerin bedelini dayaktan komaya sokularak
ödedi.
Türkiye'nin çeşitli illerinde 25 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra
emekli olan ve bugün CHP'de siyaset yapan Erdem Ekinci, "yazık
oldu" diyor:
- Sağdan ve soldan Türkiye'nin bir kuşağına büyük bedeller
ödetildi.
Aradan yıllar geçtikten sonra, ülkücü arkadaşlarla bir araya
geldik.
O kadar çok ortak nokta bulduk ki, niye kavga ettiğimizi
anlayamadık.
Ben bugün bile bunu anlayabilmiş değilim.
Ardından ekledi:
- Kenan Evren, Mustafa Pehlivanoğlu ve Erdal Eren gibi
gencecik çocukları darağacına gönderdi. Oysa, onların hiç biri
suçlu değildi. Bence, asılması gereken asıl suçlular, o idealist
gençleri birbirine düşüren, kardeş kavgasını körükleyen dönemin
yöneticileriydi.
Erdem Ekinci, bugün CHP içinde siyaset yaptığının altını çizerek,
anayasa değişikliği referandumu ile ilgili olarak da ilginç bir
değerlendirme yaptı:
- Hiç birimiz özgür değiliz.
Benim partim "değişikliğe hayır" diyor. Ben de
doğal olarak, kurumsal kimliğin aldığı bu karara uyacağım.
Vicdanımla partimin aldığı kararın arasına sıkışmış durumdayım. Pek
çoğumuz böyle bir ikilem içindeyiz
ÖLDÜRÜN BENİ ÖLDÜRÜN
12 Eylül döneminde idealist bir genç olan Erdem Ekinci, Sarıkamışlı
yakın arkadaşı Nizamettin Orhangazi'nin öldürülmesi ve artan
işkence olaylarının ardından, içine girdiği duyguları, şu dizelerle
dile getirdi:
"Yurt bozuldu, yok intizam.
Sulh bozuldu, öldü Nizam!
İnsan yiyor kahpe düzen.
Öldürün, öldürün, beni öldürün!
İşkence tezgahı paslandı kandan!
Ben korkmam kavgadan kandan.
Yiğit olan kaçar mı meydandan?
Öldürün, öldürün, beni öldürün!
Sen benim gülümsün, gülüm.
Gel etme sevdiğim bana zulüm.
Sevgisizlik zaten bana ölüm.
Öldürün, öldürün, beni öldürün!" (Takvim)