Yazarlardan Recep Bey yorumları!
Abone olCHP'nin 7'inci lideri Kılıçdaroğlu'nun konuşması gazeteleri olduğu kadar yazarları da böldü. İşte birbirinden farklı yorumlar:
Deniz
Baykal'ın istifasıyla boşalan genel başkanlık koltuğuna oturan
Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı konuşmanın yankıları
sürüyor.
Gazete manşetlerini bölen tartışma köşe yazarlarını da ikiye
ayırdı. Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını alkışlayanlar da var, "Lider
yeni, içerik eski" diyerek ağır eleştiriler getirenler de.
İşte Kurultay'ı izleyen yazarlardan Kongre notları ve Kılıçdaroğlu
yorumları:
Ahmet Hakan
Sanki ‘Erdoğan’a nereden vurulur’ dersi almış
gibi
UZUN zamandır CHP’lilere yönelik yazıp çiziyorum.
Diyorum ki:
Siz “Başörtülülere göz açtırtmayacağız” dedikçe...
Siz sadece “Türkiye laiktir / laik kalacak” diye slogan
attıkça...
Siz kılık kıyafet zaptiyeliğine soyundukça...
Siz yoksul dindarları görmemeye devam ettikçe...
Siz ötekileştirdikçe...
Siz özgürlüklerin önüne engel olarak çıktıkça...
Siz etnik kimliği nedeniyle dışlandığını hissedenlere bir
yanıt vermedikçe...
Siz çalışmadıkça...
Siz fabrikaları, tarlaları, sokakları boş bıraktıkça...
Siz halkın değil devletin özel güvenlik birimi gibi
davrandıkça...
Sittin sene de geçse...
Tayyip Erdoğan’ı deviremezsiniz...
Ve vurguladım:
Siz böyle yaptıkça Erdoğan’a yazar.
Kemal Kılıçdaroğlu ilk zorlu sınavında...
“Erdoğan’a nereden vurulur” meselesini halletmiş gibiydi.
Erdoğan’a hiç beklemediği yerlerden vurdu...
Mesela “havuzlu villa”dan vurdu.
Mesela kişisel zenginleşme meselesinden vurdu.
Mesela başörtülü gariban işçi kızlardan vurdu.
Mesela “korku imparatorluğu”ndan vurdu.
Mesela “gece yatağa aç yatan çocuklar” üzerinden vurdu.
Mesela ölümü kader denilen maden işçisinden vurdu.
Mesela işsizlerden vurdu.
Mesela yaratılan cepheleşme üzerinden vurdu.
Mesela “Sizin nereniz mağdur” cümlesiyle vurdu.
Mesela Adiloş Bebe’den vurdu... Nâzım’dan vurdu.
Tamamdır.
Adalet sağlanmıştır.
Artık tahterevalli siyaseti sona ermiştir.
Artık oyların çantada keklik olduğu dönem sona ermiştir.
Artık ezberler tekrarlanmayacaktır.
Artık haksız oy edinme süreci son bulmuştur.
Artık tüm Türkiye rekabet alanıdır.
Ne diyelim?
İyi olan kazansın...
Hitabetine not
veriyorum
SES TONU: Biraz fazla bağırdı... Sesteki iniş çıkışlara biraz
daha özen gösterse daha iyi olacak gibi...
HEYECAN: Azıcık heyecan iyidir... Ama Gandi’nin heyecanı
galiba biraz fazla idi...
TEKNOLOJİK DESTEK: Keşke bir prompter cihazına bakarak
konuşsaydı... Çünkü bir dirhem prompter, bin ayıp örter. Tabii
kafayı prompter’dan kaldırmamak koşuluyla...
ZORU SEÇTİ: Kâğıttaki notlara bakarak konuşmamak çok zordur.
O zoru seçti... Sular seller gibi konuştuğu söylenemez... Ama iyi
şarkı söylemek de, “az sonra büyük bir hata yapacakmış” gibi bir
izlenim verip o hatayı yapmamak değil midir?
ESPRİSİZLİK: “Recep Bey” tabirini kullanması fena değildi...
Kısa ve vurgulu cümleler de iyiydi... Fakat yine de biraz daha
esprili olması şart.
İÇERİK: Korku imparatorluğu, tamam... İş dünyasına umut,
tamam... Mağdur edebiyatına dokundurma, tamam... Yoksulluk,
tamam... İşsizlik, tamam... Kendine güven, tamam... Ama keşke Kürt
sorunu ve özgürlükler alanında çok daha cesur çıkışlar
yapabilseydi.
İlk kez oldu
İlk kez bir CHP Genel Başkanı konuşurken salondakiler
gözyaşlarına boğuldular.
İlk kez bir CHP Genel Başkanı için “devrimci” diye slogan
atıldı.
İlk kez bir CHP Genel Başkanı, havuzlu villa sahipleri ile
başörtülü gariban işçi kızları birbirinden ayırdı.
İlk kez CHP saflarında bu denli yüksek “İktidara geliyoruz”
vurgusu yapıldı.
İlk kez CHP sözcüleri “Atatürk” ya da “laiklik” diyerek işi
bitirmediler.
İlk kez CHP’de bu denli taşkın bir heyecana tanık olundu.
İlk kez bir CHP Genel Başkanı için kurultay salonundaki
heyecan topluma a sirayet etti.
İlk kez bir CHP Genel Başkanı sözü uzatmadı.
İlk kez CHP’de alçakgönüllülük geçer akçe oldu.
Kurultay’dan şu 6 dersi
çıkardım
BİR: Bir parti her şeyden önce kurultayını uygar koşullar
altında yapmakla sorumlu olmalıdır.
İKİ: Hırsız avcısı bir lider adayını lider seçen bir partinin
kurultayında bile ceplere dikkat edilmelidir... Cüzdanınız
gidebilir.
ÜÇ: Kurultay salonu önünde tezgâh açan simitçi, gazozcu,
kebapçı türü esnafın partisi, ekmek partisidir.
DÖRT: Uzun süredir iktidara gelmemiş bir partinin neferleri,
iktidar isteğini öyle bir yayarlar ki ortaya çıkan enerjiden
rahatsız olabilirsiniz.
BEŞ: Gazeteciler arasında delegeleri seyretmektense,
delegeler arasından gazetecileri seyretmek daha keyiflidir.
ALTI: Ancak iktidara geleceğine inanılan bir partinin
neferleri, kurultay salonunun olumsuz koşullarından
yakınmazlar.
FEHMİ KORU VE MEHMET BARLAS'IN YAZILARI İÇİN
TIKLAYIN
Fehmi Koru
Bir
Kurultay ve bir gazete
Kemal Kılıçdaroğlu dün yapılan CHP Kurultayı'nda Önder Sav ve 1200'den fazla delege tarafından genel başkan adayı gösterildi. CHP'nin yeni genel başkanı Kurultay'a kravatsız gelmişti; "Neden?" diye soranlara, "Halka yakın olmak için" cevabını verdi.
Kurultay delegeleri artık CHP'nin resmi sözcülüğüne savunmuş Hürriyet'te o gün okudukları ölçüsü kaçık övgü yazılarından mutluydular.
Basın tarihine de geçecek o yazılardan bir seçki
sunuyorum sizlere:
Halk seçti, kurultay onaylayacak –
"Bugün Türk demokrasi tarihinde yine önemli bir olay gerçekleşiyor. / Cumhuriyet Halk Partisi yeni genel başkanını seçiyor. / Ama herkes, özellikle de CHP delegeleri, şunun farkında olmalı. / Kılıçdaroğlu bugün Kurultay'a seçilmiş olarak gelecek. / Halk zaten onu seçti. Kurultay da bunu onaylayacak. / Böyle bir şey CHP Kurultay delegelerini küçültür mü? Asla. / Tam aksine büyütür. Partilerdeki lider sultasından, otokratik yapılardan çok çekmiş olan Türk demokrasisi bugün yeni bir sayfa açıyor. // Bir lider böyle, adı konmamış bir referandumla işbaşına gelmişse, bilin ki, artık milletvekili adaylarını da aynı yoldan belirleyecektir."
Rakiplerini kıskandıracak kadar sakin –
"Evet, artık Kılıçdaroğlu aday. // Dün CHP Genel Merkezine bakıyorum, insanlar akın akın. Parti dediğin böyle olur. / Daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu ile bir araya geliyoruz. İşte, bizden biri. Değişimi vurgulayan sosyal demokrat dediğin lider böyle olur. / Tam sakin güç. Bugün kurultay önüne çıkacak ve belki ilk seçimde Türkiye'nin kaderini değiştirmeye talip olacak kişi, sanki o değil. Başta, Tayyip Erdoğan, rakiplerini çıldırtacak kadar sakin ve kendinden emin. // Bunlar günün notları. Mesele, yarın. Mesele, nasıl bir iktidar yürüyüşü. Her gittiği yerde, çevresine, işte bizden biri, duygusunu vermesi, en büyük avantajı. O avantajı sürdürmesi yine ona bağlı."
Bugün Türk siyaseti için tarihi bir gün –
"Partinin iki gün içinde genel başkan adayı çıkarması ve onun çevresinde toplanma kararlılığını gösterebilmesi çok önemli bir demokratik refleksti. / İşte böyle bir demokratik olgunluğu ancak CHP gibi bilinçli bir parti örgütü başarabilirdi. / O da gerçekleşti. / Ben bunun olacağını adım gibi biliyordum. / Çünkü CHP örgütünün bilinçli davranışlarına defalarca tanık olmuştum. // Bugün yapılacak CHP kurultayı tarihi bir kurultay olacak. / Büyük olasılıkla bugün yepyeni bir CHP doğacak. // Herkes Türkiye'nin AKP iktidarına mahkûm olmaktan kurtulduğunu görecektir. / Bu çok uzak değildir."
Biri () de bu durumla inceden dalga geçiyor:
"Bizim grup mesela, Hürriyet, Milliyet, Star TV, Kanal D, CNN filân, 143 gazeteciyle salonda... CHP'nin 140 kişilik İstanbul delegesinden fazlayız... // İster misin, Önder Sav, Gürsel Tekin filân derken, Ahmet Hakan'ı genel sekreter, Güngör Mengi'yi genel başkan yardımcısı, Necati Doğru'yla Mustafa Mutlu'yu MYK üyesi yapsın Kılıçdaroğlu... Bi bakıyorsun Mehmet Ali Birand'la Fatih Altaylı parti meclisinde filân."
Deniz Baykal gelmemişti Kurultay'a; buna karşılık düne kadar 'Baykalcı' diye bilinen ve istifasını açıkladığında ağlayan, gençleri evinin önünde açlık grevine teşvik eden isimler, 'Kılıçdaroğlucu' olarak yerlerini almış, yeni genel başkan için imzalarını atmışlardı.
Nesrin Baytok mu? O yoktu Kurultay'da. Rahşan Ecevit ise oradaydı.
Mehmet Barlas
"Recep Bey" de rakibine "Gandi Efendi" derse değişim
gerçekleşir mi?
Değişim rüzgârının fırtına şiddetinde estiği dünkü CHP
Kurultayı'nda Kemal Kılıçdaroğlu'na bağlanan ümitler, bu önemli
partinin ikilemini de sergiliyor.
Gerçi değişimin ilk yansıması Kılıçdaroğlu'nun Başbakan Erdoğan'dan
"Recep Bey" diye söz etmesi oldu.
Bakarsınız Başbakan da bu değişim rüzgârına kapılır ve
Kılıçdaroğlu'ndan "Gandi Efendi" diye söz
etmeye başlar.
Ancak bilmeliyiz ki ne kadar çok ve sık "Değişim" kelimesi tekrarlanırsa tekrarlansın, kökten
CHP'liler değişmek istemez.
Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu'nun Deniz Baykal damgalı CHP'yi
"Gerçekten" değiştirmesi halinde, pek çok
konuda AK Parti ile yakınlaşmış bir siyaset çizgisinin oluşması
gerekecek.
Örneğin Kürt Açılımı konusunda neredeyse MHP'lileşen CHP'nin,
değişim ertesinde "Açılım"a yaklaşması
değişmeyecek mi?
Ya da "Ergenekon'un avukatı" olmayı siyasi
çizgi olarak sunan bir yaklaşımın yerine "Sivilleşmenin avukatı" olmak gelecek.
Eğer sorun işsizlik ve çözüm istihdam yaratmak olacaksa,
"Girişim gücü", "Yerli ve yabancı sermaye",
"Özelleştirmeler" olmadan bu konulara nasıl yaklaşabilecek
değişmiş bir CHP?
Değişmiş CHP'nin gözü ve kulağı halka ve onun temsilcisi olan
TBMM'ye mi, yoksa eskisi gibi Ordu'ya ve Yargı'ya mı dönük olacak?
Kabul ederler mi?
Bu ve buna benzer konularda CHP gerçekten değişir ve yeni siyaset
çizgisi oluşturursa, kökten CHP'li seçmen bunu kabul edebilir
mi?
Neticede bu çizgi AK Parti'nin de çizgisi.
"Şeriat geliyor" veya "Bunlar ılımlı İslam devleti kuruyorlar" demeden, CHP
nasıl muhalefet yapabilir?
Başı örtülü genç kızlara üniversitenin kapısını açmazsa, laiklik
ile demokrasiyi nasıl özdeşleştirebilir?
Kılıçdaroğlu "Kıbrıs'a kalıcı çözüm bulunmadan
AB'ye tam üye olmak mümkün değildir" gerçeğini seslendirdiği
an, eski CHP'nin "Çözümsüzlük çözümdür"
şeklindeki çizgisini dinamitlemiş olmayacak mı?
Şimdi bir düşünelim.
CHP'nin tabanı böyle bir değişimi mi, yoksa sadece iktidar ortak
olmayı mı istiyor?
Sivilleşme hedefi
Yani CHP'nin AK Parti'nin çizgisini yakalamaya çalışmasına
"Değişim" adı verildiği zaman, buna CHP
tabanı ne der? Yurt ve dünya gerçeklerini kabul etmek, dünyaya
açılmak, devletçiliği tam olarak rafa kaldırmak, sivil demokrasi
üzerindeki yargının ve askerin vesayetini kaldırmak...
"Değişim" bu hedefleri içermiyor mu?
İşin daha da çarpıcı yanı bu hedeflere daha önce AK Parti'nin sahip
çıkmış olması değil mi?
Her salı günü CHP'nin TBMM grup toplantısında Deniz Baykal'ın
gergin ve her konuya "Hayır" diyerek karşı
çıkan konuşmasına alışmış olan milletvekilleri, acaba Gandi türü
bir pasifizme hazır olabilirler mi?
Dilerim yeni CHP eskisinden farklı olur ve gerçekten değişir.
Dilerim bütün açılımlarda bayrağı AK Parti'nin elinden almaya dönük
bir siyaset çizgisi izlenir.
Dilerim İngiliz İşçi Partisi'ne veya Alman Sosyal Demokrat
Partisi'ne benzer CHP...
Ama acaba CHP'nin kökten taraftarları böyle bir değişime hazırlar
mı?
SERDAR TURGUT VE NAZLI ILICAK'IN YAZILARINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYIN
[PAGE]
Serdar Turgut
Kılıçdaroğlu seçilir ama bu ülkeyi yönetemez
Şurası da kesindir ki Türk'ün nefreti de aşırı
sevgisi de ölümcül olabilir.
Bu memleket sevgilisine duyduğu aşırı aşk nedeniyle onu öldürüp
katil olmuş insanlarla doludur.
Soyut aşırı çocuk sevgisi bulunan ama kendi çocuğuna bu duygularını
tam gösteremeyen insanlar, bu memlekette fırsat bulduklarında
çocuklara en büyük kötülükleri yapabilmektedir.
Türk'ün aşırı sevgisinin öldürücü olabileceğini dün Kemal
Kılıçdaroğlu da yakından hissetti.
Halkı tanıdığı iddia edilen Kılıçdaroğlu halkın sevgisinin öldürücü
yüzünü dün gördükten sonra inşallah şu an halkı yanlış tanıdığını
düşünmemektedir
Kurultay'ın kapısından girer girmez Kılıçdaroğlu coşkulu
kalabalığın arasında kayboldu, hatta bir ara ölmüş olabileceği
söylentisi bile yayıldı gazeteciler arasında.
Ama yeni başkan o sevgi selinde bile hayatta kalmayı başararak,
Gandi diye çağrılmasını ne kadar da hak ettiğini gösterdi.
Ayrıca dün yaşananlar CHP'nin seçim kazanması durumunda bile
Kılıçdaroğlu'nun bu memleketi yönetebilmesinin imkansız olduğunu
ortaya çıkardı.
Ne demek istediğimi biraz sonra açıklayacağım ama ilk önce CHP'nin
ve medyanın geleceği açısından son derece önemli olan bir öneriyi
getirmek istiyorum bu aşamada.
Kemal Bey'in soyadının acilen değiştirilmesi gerekmektedir.
Bu acildir çünkü o soyadına sahip bir insan hakkında yazı
yazabilmek neredeyse imkansızdır.
İçinde Kemal Bey'in adı geçen bir yazının sadece onun soyadından
ibaret olması ihtimali büyüktür. Adını soyadını bir kez bile tam
olarak yazmaya kalkışsanız bile o yazının bitivermesi
gerekiyor. Kılıçdaroğlu soyadını iki kez yazarsanız ortaya çıkacak
cümleden sadece tek değil iki yazı bile olması mümkün.
Ben bu soruna çözüm yolu olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nun adının
bundan böyle Kemal K olarak kısaltılmasını önermeyi
düşünmüştüm.
Ancak sonra Şahin K aklıma geldi. Ya Kemal K ile Şahin K arasında
benzerlikler kurmaya çalışanlar çıkarsa diye korktum.
Biliyorsunuz Şahin K, Türkiye'nin dünyaca meşhur porno
yıldızıdır. Kemal K adı yapacağı bu çağrışım nedeniyle bu
aşamada pek uygun olmayabilir gibi geldi bana.
Yanlış anlaşılmasın porno yıldızlığına bir meslek olarak benim bir
itirazım yok. Hatta o mesleğin bir ağır işçilik olduğunu bile
düşünmekteyim.
Ancak CHP'de son yaşananlardan sonra porno yıldızı çağrışımına izin
verilmesinin yeni lidere ve partiye zarar vereceğini düşündüğümden
Kemal K kısaltmasından vazgeçtim ama bir an önce Kemal Bey'in
soyadı problemine başka türlü bir çözüm bulunması köşe yazarlığının
selameti açısından kaçınılmazdır.
Bu kısa aradan sonra neden Kemal Bey'in seçilse bile bu ülkeyi
yönetmesinin mümkün olmadığını düşündüğümü açıklamama geldi
sıra.
Kurultay gösterdi ki Kemal Bey'in kendisine gösterilen ve
önümüzdeki günlerde artacağı da belli olan aşırı sevgi yüzünden bir
yerden diğerine gidebilmesi mümkün değildir.
Kurultay girişinde yaşanılanlar Kemal Kılıçdaroğlu başbakan
seçildiğinde de başına gelecektir.
Onu çok seven ve sevecek insanların yaratacağı izdiham nedeniyle
Kılıçdaroğlu'nun evinden çıkıp başbakanlığa gidebilmesi mümkün
olamayacaktır.
Evinden çıkmaya cesaret gösterse bile adamcağızın kurultay
kapısında olduğu gibi şehit olmak tehlikesi yaşaması ihtimali
büyüktür.
Eh Türkiye gibi bir ülke evden çalışılarak yönetilemeyeceğine ve
Kılıçdaroğlu sevgi besleyen kalabalıklar nedeniyle evden
çıkamaycağına göre seçilmesi ülkeyi fiilen başbakansız
bırakacaktır.
İktidar partisi başbakanının güvenliğini sağlar, onu başbakanlık
binasına ulaştırır diyenler varsa bu düşüncenin ne kadar da yanlış
olduğunu görmeleri için kurultayın ilk gününde yaşananları görmüş
olmaları yetmiş olmalıdır.
CHP iyidir güzeldir de nedense kurultay salonlarını uzun yıllardır
bir türlü düzgün örgütleyememektedir.
Bu kurultay salonu düzensizliği CHP'nin bir geleneğidir.
Deniz Baykal, yıllardır kurultay girişlerinde hayati bir tehlike
yaşamaktan kurtulmak için üstüne çıkmaktan pek hoşlanmadığını
tahmin ettiğim bir takım omuzlara alınmayı kabul etmek zorunda
kaldı. Öylesine omuz mağduru oldu ki bir defasında kurultay
salonuna bir merdivenle yukardan indi, inerken de istemeden Ricky
Martin'e benzedi.
CHP bu konuda beceriksiz olduğundan, başbakan seçilen başkanlarını
da evlerinden başbakanlık binasına götürmeyi başarabilecekleri çok
şüphelidir.
Eğer Kemal Bey'in başbakan olmasını çok istiyorsak, yapacağımız en
önemli iş sevgimizi düzgün olarak, özellikle sevdiğimizi öldürmeden
göstermeyi bir an önce öğrenmemiz gerekiyor.
Kemal Bey iyi ki
Rana ile evli değil
Kılıçdaroğlu'nun sakin duruşu hayli ilgi çekiyor.
Bu duruşunun onu çok popüler yapacağı belli.
Onu seyrederken dün içimden Rana ile iyi ki Kemal Bey yerine ben
evliyim, CHP ve Türkiye ucuz kurtuldu diye geçirdim.
Çünkü Rana'nın evli olduğu adamın sinirlerini germek konusunda
büyük uzmanlığı var. Hatta kocası sinirlerini aldırmış olsa bile
Rana, o aldırılan sinirler yerine özel sinir nakli yaptırır ve yeni
nakledilmiş o sinirleri bile gerer. Onunla uzun süre evli kalan bir
adamdan sağlam bir şeyler çıkması mümkün değil
Benim yerime Kemal Bey Rana ile evli olsaydı, kurultay için evden
çıkışında karısı onun sinirlerini mutlaka bir şekilde laçka edip
salardı kocasını evden dışarıya. Adamcağız tam çıkmak üzereyken
öyle bir laf eder, öyle bir hareket yapardı ki daha bir dakika
kadar önce her şeye rağmen sakin durmaya çalışan kocası zincirinden
yeni koparılmış bir şizoid olup çıkıverirdi.
O durumdaki bir Kemal Bey de kurultay girişinde kendisine geçit
vermeyen sevenlerine en azından kafa atardı ve bir kaçını da
mutlaka öldürüverirdi oracıkta. O durumda kurultay salonuna
kesinlikle düzen gelirdi ama Kılıçdaroğlu'nun sakin lider imajı da
bayağı zedelenirdi sanıyorum.
Nazlı Ilıcak
Recep Bey üslubunu sevmedim
Kemal Kılıçdaroğlu, acemi bir hatip. Özellikle,
"Recep Bey" üslûbunu çok basit buldum.
"Recep Bey sulanmasın o işe", "Millet perişan, o
cebini doldurmakla meşgul", "Kalpazan" gibi iyice avamlaşan
sözler bile sarf etti. Konuşması, parça parça, birçok bölümden
oluşmuştu; bir konuda derinleşmeden, daldan dala atlıyordu; fikri
takip yoktu.
"Recep Bey ekonomi bilmiyor. Recep Bey hukuk
bilmiyor" benzeri yukarıdan bakan tavırlar ise, hem
liderlik, hem de ülke yönetiminde rüştünü ispat etmeyen birinin
ağzından çıkınca, pek inandırıcı olmuyordu.
Böyle önemli bir değişimin arefesinde, daha seviyeli ve kapsamlı,
tarihi bir konuşma beklerdim. Oysa, sanki bir kahvehanede sohbet
ediyor, aklına her geleni söylüyordu; tartmadan, ölçüp biçmeden.
Ama delegeler mutlaka beğenmiştir. Çünkü işin ucunda, iktidara
gelme umudu var. Ne söylediği mühim değil. Şimdilik, medyada esen
rüzgârlar, Kılıçdaroğlu'nun yelkenini dolduruyor. Kimse, akıntıya
karşı kürek çekmek istemez. Hele CHP'liler! Böyle dememin sebebi,
bu partinin tavandan tabana bütün mensuplarının, bir günde rotayı
Baykal'dan Kılıçdaroğlu'na kırmaları.
Kılıçdaroğlu için bestelenen şarkı ise hoşuma gitti: "Hem temiz, hem de dürüst bir insanoğlu / Geliyor, geliyor
Kılıçdaroğlu / Yalanın talanın göründü sonu / Türkiyem sen de bas
bağrına onu."
Türkiye'nin, Kılıçdaroğlu'nu bağrına basıp
basmayacağını göreceğiz. İlk önemli sınav, referandum. 12 Eylül'de
anayasa değişikliğine halktan "evet"
çıkarsa, acaba Baykal yeniden devreye girer mi? Böyle bir beklenti
var.
Kılıçdaroğlu, 1189 delegenin imzasıyla aday gösterildi; zaten
seçilip seçilmeyeceği hususunda bir tartışma yoktu. Ama bugün
(pazar), delegeler Parti Meclisi için oy kullanacak. Çarşaf liste
belki Kılıçdaroğlu'nu bir nebze rahatlatabilirdi. Çünkü tercih
yapmak zorunda kalmayacaktı. Her isteyen kişi, adını listeye
yazdıracak, delegeden en fazla oyu alan kazanacaktı. Fakat blok
liste esası benimsendi. Binlerce kişinin aday adayı olduğu
söyleniyor. Parti Meclisi'ne ise sadece 80 isim girecek. Bu da,
daha ilk adımlarda bir kırgınlık doğmasına sebebiyet vermez
mi?
CHP'nin içini iyi bilenler, bugün ikinci adam konumuna yükselen
Önder Sav ile İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'in aralarında
ihtilâf olduğunu söylüyor. Hatta bir ihtimal, Tekin'in, Parti
Meclisi listesinde yer almayacağı bile belirtiliyor. Buna mukabil,
tüzük değişikliği askıda; Önder Sav, Genel Sekreterlik'teki
yetkilerini muhafaza ediyor. Baykal'ın Sav ile arasının açılmasının
ana sebebi, CHP'deki yeniden yapılanma idi. Bu kapsamda, diğer
partilerde olduğu gibi, her konuda genel başkan yardımcılıkları
ihdas edilecekti. Genel Sekreterlik ise, rutin sekreterya
vazifesini yürüten bir makam haline geliyordu. Şimdilik, bu
düzenlemeden vazgeçildiği anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu açısından
önemli bir taviz söz konusu. Nereye kadar tavizler devam edecek?
Günün birinde yollar ayrılacak mı?
HASAN CEMAL, CAN DÜNDAR'IN YAZILARINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYIN
Hasan Cemal
Erdoğan’ın işi artık daha güç, çünkü ‘halkçı Kemal’
sahnede!
kurultayını izliyorum
televizyondan. Son derece heyecanlı,
coşkulu bir hava. Yüzler gülüyor, gözlerin içi parıldıyor.
Ve bütün belirtiler, CHP saflarında beklenti çıtasının olağanüstü
yükseldiğine işaret ediyor.
Beklenti çıtası iktidar yürüyüşü ile ilgili, Baykal döneminde
gerçekleşmeyen bir özlemle ilgili.
Bu bir gerçek.
CHP, Baykal’ın liderliğinde iktidar yürüyüşü başlatamadı, iktidar
dalgasının üstüne yıllar yılı oturamadı.
Gandi Kemal’le olabilecek mi? Kurultay salonunda esen hava böyle
bir beklentinin gitgide kabardığını gösteriyor.
Kulağa en çok çalınan sözcükler:
Umut... Canlanma... Birlik... Değişim... İktidar...
Herkesin ağzından bal akıyor. Daha düne kadar Baykal’ın yakın
çevresinde yer alan önde gelen bazı
CHP’liler de, bakıyorum, kendilerini bu coşkulu havaya kaptırmış
durumdalar.
Siyaset acımasız, hele zamanında çekilmeyi bilmezsen...
Baykal kurultayda yok, mesaj da göndermiyor. Buna karşılık
kurultay salonunda.
1970’lerden itibaren Ecevit’le adeta kan davasına düşmüş Baykal’ın
sahneden inişini kutluyor belki de, Kılıçdaroğlu’na desteğini
açıklayarak.
da tribüne, Rahşan
Ecevit’in yanına gidip kendisine teşekkür ediyor, elini sıkarak poz
veriyor medyaya...
Kılıçdaroğlu ve kurmayları, öyle gözüküyor ki, 1970’lerdeki
‘Karaoğlan rüzgârı’nı estirmek istiyorlar. Kurultayın havası
öyle.
Halkçı Ecevit’ten sonra şimdi de
halkçı Kemal...
1970’lerde meydanlar Başbakan Ecevit diye inlemişti. Mavi gömleği
ve kasketi ile kitleleri coşturan Ecevit, Demirel’in AP’sini seçim
sandığında iki kez üst üste yenmişti.
Kurultay salonunda Başbakan Kemal sloganları... ‘Halkçı Kemal’in
Ecevit mavisi gömleği yok ama kravatsız ve kasvetli... Halkın önüne
böyle çıkmaya hazırlanıyor.
Kravatsız ve kasketli Kemal Kılıçdaroğlu’nun dili ve söylemi de
halka daha yakın ve sıcak. Büyük, cilalı laflar etmiyor, basit ve
anlaşılır konuşuyor çünkü.
Bu açıdan, Demirel ve Özal gibi liderlere daha yakın bir konuşma
tarzı sergiliyor, ‘Recep Bey’li dili onlara çalıyor.
Ama aynı zamanda Ecevit’in 1970’lerdeki iktidar yürüyüşünde attığı
sloganlar da Kılıçdaroğlu’nun ağızdan hiç düşmüyor.
“Halkla beraber hakça bir düzen!”
“Hakça bölüşen bir ...”
“Halkın devrimcisi...”
Ya da Demirel’imsi bir slogan:
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacağız.”
ve yolsuzlukla mücadeleyi sürekli yinelerken, Türkiye’nin ‘sosyal
devlet’i unuttuğunu söylerken, temiz Türkiye çağrısı yaparken,
merkez sağ liderlerin çok sevdiği bir sloganı atmaktan da geri
durmuyor:
“Ev kadınının mutfakta kaynamayan tenceresi bizim derdimizdir!”
Konuşmasında sürekli olarak ‘demokrasi çıtasını yükseltme’nin
altını çiziyor. Bunun için yeni ve çağdaş bir sözü veriyor.
Ama bu arada demokrasi açısından bu ülkede engel oluşturan ‘vesayet
sistemi’ne pek öyle toz kondurmuyor.
Demokrasi vurgusu yaparken, çok önemli bir meseleyi, parti içi
demokrasi vaadini CHP’nin gündemine getiriyor.
Demokrasi açısından bir başka önemli vaadi de, seçimlerdeki yüzde
10 barajını indirmek...
Siyasi ahlak yasasının çıkarılması ve dokunulmazlıkların
kaldırılması için de söz veriyor.
’ni önemsediğini söylüyor. Hukuk ve demokrasi alanında AB
standartlarını benimsediğini belirtiyor. Ama aynı zamanda AB’nin
Türkiye’ye çifte standart uygulamaktan vazgeçmesini haklı olarak
isterken, “Türkiye AB’ye mahkûm değildir” diyor.
Her inanca ve etnik kimliklere saygıdan söz ediyor ama ‘’nun adını
koymaktan, Kürt sözcüğünü kullanmaktan kaçınıyor.
Doğu ve diyerek sorunu daha çok aş ve iş konusuna indirgeyen
CHP’nin o klasik devletçi gözlüğüyle baktığı izlenimini
veriyor.
Kendi liderliğinde CHP’nin gençlere ve kadınlara daha çok önem
vereceğinin altını da kalın biçimde çiziyor.
Ahmet Arif’ten, ’ten dizeler okuyor. Tayyip Erdoğan’ın son anayasa
değişikliğiyle ‘Korku İmparatorluğu’nun temellerini attığını
belirterek, “Faşizme geçit yok!” sloganı atıyor. “Yandaş , besleme
medya bitecek!” diyor.
Bu arada Erdoğan’ın zayıf noktalarına etkili vuruşlar yapıyor.
Kurultay salonu dalgalanıyor:
“Halkçı Kemal!”
“İşte Kemal, işte Başbakan!”
Kendisine hediye edilen kasketini başına geçirirken sesini
yükseltiyor:
“CHP’nin iktidar yürüyüşü değil, iktidar koşusu başlamıştır!”
Uzun lafın kısası:
Düne göre Tayyip Erdoğan’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle Recep
Bey’in işi artık daha güç, çünkü ‘halkçı Kemal’ sahnede...
İyi pazarlar!
Can Dündar
Dümeni sola kırdı
Türk
siyasetinde bir liderin doğuşuna tanıklık ettik
dün... Kılıçdaroğlu, partililer, seyirciler,
gazetecilerden oluşan dev bir jüri önünde ilk olağan(üstü) kongre
sınavına girdi ve kürsü hâkimiyeti, samimiyeti, belâgatiyle herkesi
etkiledi.
Önceki gün “Nasıl bir konuşma yapacaksınız?” diye sorduğumda “Sıcak
bir konuşma” demişti. Öyleydi.
Sıcak, (torunu gibi) duru ve en önemlisi (“eski bürokrat” diye
burun bükenleri yalanlarcasına) “sivil”di.
“Geliyoruz” diye başladığı konuşmasını, “Hep beraber iktidara
koşacağız” diye noktaladı. Sadece hükümet eleştirisi duymaya
alışkın kurultay salonu, belki de ilk kez ayrıntılı bir vaatler
manzumesi, bir iktidar hamlesi, “Ben hazırım” diyen bir gölge
başbakan sesi duydu.
Kılıçdaroğlu, ’in yanına gidip kasketi de takınca herkes onu
“Karaoğlan”a benzetti. O da bu 1970 model umut kampanyasını
sözleriyle besledi:
’ten, Ahmet Arif’ten dizeler söyledi. Cumhuriyetten, laiklikten
değil, işsizlerden, yoksullardan, çöpten kâğıt toplayanlardan, gece
aç yatanlardan söz etti.
“Bu düzeni yıkacağız” dedi; “Hakça bölüşeceğiz” dedi, “Faşizme
geçit yok” dedi.
Balıkçı yaka kazağıyla sol yumruk havada çektirdiği fotoğrafın
altındaki tribünler “Halkçı Kemal”, “Devrimci Kemal” diye
inledi.
“İnadına Baykal, inadına sol” sloganı hızla “İnadına Kemal, inadına
sol”a çevriliverdi.
Baykal’a “Deniz” demeye bir türlü dili varmamış ’lilerin ona ilk
günden ilk ismiyle hitap etmesi manidardı.
Özetle, CHP gemisi, bir faciadan bir fırsat üretti ve dün “Kemal”le
dümeni sola ve iktidara doğru çevirdi.
Sanki atıl duran bir barajın kapağı açılmış ve yıllardır set
ardında biriken sular salona doğru çağlamıştı. Baykal döneminde
partiye uzak durmuş, uzak tutulmuş, dışlanmış kim varsa sel olup
gelmişti. Konuklar tribünü bir “küskünler galerisi” gibiydi.
Eşref Erdem’den ’e, ’dan Rahşan Ecevit’e, ’ten Arif Sağ’a pek çok
isim “Büyük kırgınlar buluşması” için toplanmıştı adeta...
Bu toplanmadan ahenk mi çıkar, kaos mu?
Bunu Kılıçdaroğlu’nun tavrı ve kuracağı kadro belirleyecek.
Önündeki ilk zorluk bu...
Bunca küskünden, bunca beklentiden, herkesi tatmin edecek bir kadro
kurmak...
Parti içindeki gücü bilinen statükoyu ürkütmeden değişimi
gerçekleştirebilmek...
Destek uğruna “eski” isimlerden oluşturulmuş bir yönetim yerine
gerçekten “yeni” izlenimi verecek bir vitrin kurabilmek...
Vaat ettiği demokrasiyi önce parti içinde sağlayabilmek... Bunu, bu
kurultayda başarabilmesi zor görünüyor. Tek adayla seçime giden,
önseçim vaat etmeyen, delegenin listede istediği yöneticiye oy
vermesini engelleyen bir parti demokrasiden bahsedebilir mi?
Kılıçdaroğlu’nun ilk güçlüğü, hayal ettiği partiyle, başına geçtiği
parti arasındaki uçurumu kapatabilmek olacak.
Eğer kendi isminin yarattığı değişim heyecanını yarın parti
yönetiminde de sağlayabilirse, eskilere “Bir dönem dinlenin” deyip
akademisyenler, sivil toplum önderleri, kadınlar, gençler,
sanatçılarla donanmış bir ekip kurabilirse, “Recep Bey”in işi
bundan sonra gerçekten zor demektir.
“Recep Bey” ile “Kemal
Abi”
Şu “Recep Bey”e de değinelim:
Dün CHP kurultayını en çok neşelendiren hitap buydu.
Kılıçdaroğlu, Başbakan’dan inatla “Recep Bey” diye söz etti. Bir
anlamda onu ismiyle karikatürize etti.
Hatırlatalım:
“Tayyip”, “temiz, iyi, güzel, hoş” anlamı taşıyor.
“Recep” ise “Gösterişli, heybetli” demek...
“Kemal Bey”, Başbakan’ın “temizlik”ten ziyade “gösteriş”
çağrıştıran ismini muhatap aldı. Oradan yüklendi.
Asıl önemlisi, onu kendi silahlarıyla vurdu:
Kasımpaşalılara “Kasımpaşalı dedikodu yapmaz. Ondan ‘Kasımpaşalı’
unvanını geri alın” dedi.
“İnancımıza göre sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. Senin
yaptığın inanca sığar mı?” diye sordu.
Merdivenaltı atölyelerdeki başörtülü kızlara el uzattı. Özetle, en
cahile bile uzanan, umut veren, kalbine giren bir üslupla “Atma
Recep, din kardeşiyiz” dedi.
Kürsüdeki bir delegenin salona sorduğu soruyla noktalayalım;
“Sizin hiç ‘abi’ dediğiniz bir genel başkanınız oldu mu?
Bizim artık var!”
CENGİZ ÇANDAR ve AKİF BEKİ'NİN YAZILARINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYIN
[PAGE]
Cengiz Çandar
Kılıçdaroğlu’ndan ne bekleyelim ne
dileyelim
Kemal Kılıçdaroğlu’nu 1.250
delegenin 1.200’ü genel başkanlığa aday gösterdi. 50 delegeye
ulaşılamadığı öne sürüldü. Geri kalan 50 delegenin belki tümü
değilse yüzde 80’i de Kemal Kılıçdaroğlu için imza verecekti.
Kurultay salonuna 12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle CHP
kapatıldıktan ve eşi Genel Başkan Bülent Ecevit’in içeriye
atılmasından bu yana CHP ile her türlü ilişkisini kesmiş olan 85
yaşını aşmış Rahşan Ecevit de geldi.
Bu manzara CHP ve CHP’nin ‘geleneksel’ ve doğal müttefikleri
düşünüldüğünde, on yıllardır görülmemiş bir ‘bütünleşme’ ve
‘yeniden birleşme’yi ifade ediyor.
İki hafta önce bu saatlerde ‘kaset olayı’ patlamamış olsaydı,
Kurultay yine yapılacak ve muhtemelen Deniz Baykal, dün Kemal
Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy kadar oy alarak yeniden CHP Genel
Başkanı seçilecekti.
Ne var ki, Rahşan Ecevit kesinlikle o salonda olmayacaktı. Hiç
kimse, Kurultay’dan bir ‘bütünleşme’ ve ‘yeniden birleşme’
Kurultayı olarak söz etmeyecekti.
Bu, temel bir fark.
Kemal Kılıçdaroğlu ile sadece CHP’nin önünde yeni bir yol açılmış
olmuyor, CHP’nin siyaset hayatındaki çok özel yeri nedeniyle
Türkiye’nin önünde yeni bir bir yol açılmış oluyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, sadece ‘yeni CHP gerçeği’ne değil, yeni Türkiye
siyaseti gerçeğine işaret ediyor.
***
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına tırmanma güzergahı,
bugüne dek görülmüş olanlara hiç benzemiyor.
Deniz Baykal’a yönelik bir ‘kumpas’ın yol açtığı gelişmeler
zinciriyle dünkü sonuca ulaşıldı.
CHP’de böyle bir genel başkan değişimi ve ‘yeni başbakan adaylığı’
bir ‘ilk’.
Kimisi bu manzaraya bakarak, CHP’deki ‘nöbet değişimi’ne mesafeli.
Bunu, Tayyip Erdoğan’ın ‘halli’ operasyonunun ‘ilk halkası’ olarak
görenlerin sayısı az değil.
Siyasi duruş ve eğilim itibarıyla birbirinden çok farklı üç
çevrenin Deniz Baykal’ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun
getirilmesiyle ilgili üç farklı ‘senaryosu’ var:
1. Kemal Kılıçdaroğlu’nun son iki haftadır yaşadığımız gelişmeler
sonucunda CHP’nin başına getirilmesi, Deniz Baykal ile Tayyip
Erdoğan’dan kurtulmanın mümkün olmayacağını gören ve ‘askeri darbe’
girişimlerinin Ergenekon soruşturma sürecinda birbiri ardına ortaya
çıkartılması üzerine bundan umudu kesen ‘derin devlet’in bir
operasyonudur.
Amaç, Kemal Kılıçdaroğlu rüzgârı ile Ak Parti iktidarına meşru
yollardan son vermektir.
2. Tayyip Erdoğan, İsrail’e karşı aldığı tavır ve İran politikası
ile, uluslararası politikada ‘arı kovanına çomak soktu’ ve gerek
ABD’de etkili bazı kesimlerin gerekse İsrail’in ve hatta AB
içindeki kimi güç merkezlerinin gazabını çekti. ‘Baykal’ı
göçertme-Kılıçdaroğlu’nu yüceltme’ operasyonunun gözden
kaçırılmaması gereken ‘dış boyutu’ ve ‘dış dinamiği’ budur. Tayyip
Erdoğan’ın bileti Deniz Baykal ile kesilemeyecekti. Bunu Kemal
Kılıçdaroğlu başaracak.
3. Bu iki bakış açısını hiç umursamayan ve hatta ‘liberal-demokrat’
kesim içinde yer alan bir kesim, Kemal Kılıçdaroğlu’nu kendilerinin
bunca zamandır savunduğu, önüne geçilmez ‘değişim dalgası’nın
getirdiği kanısında. Deniz Baykal, ‘Ergenekon avukatı’ ve ‘statüko
muhafızı’ idi. Türkiye’yi tehlikeli
bir kutuplaşmaya sürüklemekteydi. Her olumlu, demokratik atılım ve
açılımın önüne dikilmişti. Türkiye’nin geleceği açısından büyük
zarar veriyordu. O nedenle, ne şekilde giderse gitmiş olsun,
gitmesi iyi olmuştur. Türkiye’nin önü açılmıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu’na ‘demokratik avans’ vermek gereklidir.
Üç değişik adresten yola çıkan üç değişik ‘senaryo’ ama buluştuğu
yer aynı: Kemal Kılıçdaroğlu’nun yolu açık olsun!
***
Kemal Kılıçdaroğlu, çok çetin bir yolculuğa başlıyor. En yakın
dönemde öncelikle şunları
sağlarsa, bu yolculuğu ‘hayırlı’ bir yolculuk olabilir:
1. Deniz Baykal’ın muhalefet üslubunu tümüyle terk ederek,
Türkiye’de ‘kutuplaşma’ya, toplumu bölen ve ‘şiddet ortamı’nı
besleyen ‘gerilim siyaseti’ne son vermek.
2. Partisini ‘Asker+CHP’ şeklindeki ilelebed seçim yoluyla
iktidardan uzak kalmasına yol açan ‘denklem’in dışına taşımak ve Ak
Parti’nin ‘muhalefetsizlik lüksü’ne bu tarzda son vermek.
Bu çok zorlu ‘yolculuğu’, Deniz Baykal-Önder Sav mirası kadrolarla
nasıl yapacak, yapabilir mi?
Göreceğiz.
Bize, şimdilik, düşen böyle bir güzergâhta yol aldığı takdirde, ona
‘iyi yolculuklar’ dilemek...
Akif Beki
Elveda Baykal, merhaba fetret
‘Good Bye Lenin’
filmini izlediniz mi?
Dünkü CHP kurultayı, Doğu Almanya’da sosyalist sistemin çöküşünü
anlatan o komedi-dramadan hazin bir sahne gibiydi.
CHP’de kurulu düzenin sonu geldi, sanmıştım.
Meğer, sadece Baykalizm bitmiş.
Ne acıdır ki, kurultay salonunu dolduran kalabalıklar hâlâ farkında
değildi.
Bir gün şafak attığında, gözlerine inanamayarak ayırt edecekler
bunu.
O vakte kadar, CHP bocalayacak soldaki boşlukta.
Kurucu partiyi, fetret dönemi bekliyor.
Devirdikleri başkanın yerine yenisini koydular ama, yıkılan siyaset
sisteminin yerine yenisini bulamadılar çünkü.
Demek ki, 1000 küsur delegeyi Kılıçdaroğlu isminde birleştiren şey,
Baykal karşıtlığıydı.
Baykal’ın gidişini kutlama şölenine dönüştü kurultay.
Coşkulu tezahürat, geleni karşılamaktan ziyade gideni uğurlama
gösterisiymiş.
Buruk kalpler hüznü aşmış, sevince gark olmuş.
Karışık duygular içinde...
Elveda Baykal!...
***
CHP, eski söyleme yeniden ‘Merhaba’ dedi.
Sonrası belirsiz...
Benim gibi programda yenilik, ilkelerde yenilik, solda yenilik
bekleyenler sükut-u hayale uğradı.
Nutkunda sürpriz yoktu Kılıçdaroğlu’nun.
Göz boyamak için, kerhen dahi olsa...
Mütevazı, cılız bir manifesto denemesine bile gerek görmedi.
Güya, ‘milat konuşması’ olacaktı.
O ise, ‘grup başkanvekili sendromu’na tutuldu.
Stajyer-kursiyer lider profili, acemi siyasetçiden daha düşük bir
seviyedir oysa.
Bilemedi...
Rakip siyasetçinin adıyla oynadı, mesela.
Söylem nakaratı olarak ‘Recep bey’i kullandı, ucuz kaçtı.
‘Basit söz, daima sahibini hafifletir’ düsturunu akıl edemedi.
Etrafından kimse demedi ki, bu terazi, bu sıkleti çekmez sonra!
Söylemi, muhtevasız bir propagandadan, kısır polemiklerden
ibaretti.
Kimseyi şaşırtmadı Kılıçdaroğlu; ezber bozacakken, ikrar tekrarı
verdi.
Ulusalcı kemalist fikriyatta değişime gitmedi.
Temel siyasi parametrelerde hiçbir yenilik vaat etmedi.
Değişim iddiası göstermelik kaldı, şekilden öteye geçmedi.
O kadar ki, Ergenekon’a selam çakmayı dahi ihmal etmedi.
Madem yolu doğru yoldu, öyleyse Baykal neden gitti?
Dün, tam olarak şöyle oldu;
‘Birinci Cumhuriyet’ düzeninin 7. adamı belirlendi.
Kılıçdaroğlu, 7. genel başkanı oldu CHP statükosunun.
CHP’li olmaktan kıvanç duydukları her hallerinden belli
gazeteciler, coşkuyla alkışladı bunu.
Sırayla mikrofona gelip, ‘Gördük ama böylesini görmedik’
diyorlardı.
‘Değişim kurultayı’ yazıyordu, ekrandaki görüntülerin altında.
O kurultaya Baykal gelse, yaralı haliyle daha büyük rüzgar yapmaz
mıydı?
Sormadı kimse!...
98’de, Ricky Martin’in ‘La Copa de la Vida’sı eşliğinde sahneye
fırlayan Baykal, daha mı az dinamikti?
CHP’ye gençlik aşıladığını söyledikleri kişi, 60’larındaki
Baykal’dan başkası değildi o zaman.
Ona da ‘değişim kurultayı’ denmemiş miydi?
Ve, dünkü salona aday olarak Baykal girebilse, gene ‘değişim
kurultayı’ olmayacak mıydı adı?
İyi de, ben ne mi gördüm?
Vatandaş kurultaya akın etmiş, halk CHP’ye girememiş...
Değişim, bu resmin neresinde?
Kemal Kılıçdaroğlu, birinci CHP’nin son genel başkanı olmayı
seçti.
Umut ve beklenti, ikincisinin, yani yeni CHP’nin ilk başkanı
olmasıydı.
Değişim fırsatını bir kez daha kaçırdı CHP.
Tüzük değişikliği ötelendi.
Blok irade, çarşaf listeye galebe çaldı.
Parti içi demokrasi, parti içi otoriter istikrar anlayışına yenik
düştü.
Umutlar, ‘bu seferlik’ denilerek ertelendi.
Bu arada, ebedi genel sekreterliği garantiye aldı Önder Sav.
Yeni başlangıç şimdi değilse, ne zaman peki?
CHP ile Cumhuriyet akran...
Cumhuriyet 87 yaşında, CHP de öyle.
87 yılda, 33 olağan kurultayda, sadece 7 genel başkan çıkardı.
Değişimin hızına bakın!..
Bilin bakalım, kaçıncı hükümet ve kaçıncı başbakan işbaşında?
Ben söyleyeyim size, 60. hükümet, 25. başbakan.
CHP’de 6. adam ancak gitti, işte bu gelen de 7.’si...
Fakat yeni gelen, Baykal’ın ezberini tekrar edecekse, aslı dururken
taklidine kim, niye teveccüh göstersin?
Olan Baykal’a oldu, esamesi okunmadı...
Evet, genel başkanlık tabelası değişti.
Peki, CHP değişmiş mi oldu şimdi?
İSMET BERKAN VE MEHMET TEZKAN'IN YAZILARINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYIN
İsmet Berkan
Kemal Baykal Deniz Kılıçdaroğlu
Deniz Baykal’ın gitmesi
ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin anlaşılmasıyla
birlikte, iktidardan memnun olmayan geniş kitlelerde büyük bir ümit
dalgası yayıldı.
İzleyebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla ümit patlamasının iki
temel sebebi vardı: 1. Deniz Baykal’ın ve onun temsil ettiği tutucu
politikaların sona ereceğine, CHP’nin yeniden özgürlükçü ve sol bir
parti olacağına dair ümit; 2. CHP’nin yıllardır seçimlerde
yaşamakta olduğu başarısızlıkların başlıca sebebi olarak görülen
Baykal’ın gitmesinin yarattığı ümit.
Bazılarınız bu yazdıklarıma burun kıvırabilir; ‘İkisi de aynı şey’
diyebilir ama hayır, bence bunlar iki ayrı kategoride olması
gereken ümitlerdir. Özellikle ikinci kategorideki ümit, partinin
politikalarının değil parti yönetiminin yanlış olduğunu
söyleyenlerin ümididir. Birinci kategori ise (ki ben de o
kategoriye dahilim, itiraf etmem gerek) partinin sadece yönetiminin
değil politikalarının da köklü bir biçimde değişeceğine ve böylece
CHP’nin geniş kitleleri dışlamaktan, o kitlelere hakarete varan
şeyler söylemekten vazgeçip iktidar alternatifi olacak bir oy
seviyesine ulaşabileceğine dair ümit.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun dünkü kurultay konuşmasını işte bu gözle
izledim. Hangi çeşit ümide daha fazla cevap verdiğini gözlemeye
çalıştım.
Kuşkusuz çok zor bir pozisyonda Kılıçdaroğlu ama bir liderin
hayatının her anı zordur, hayatın her alanında yaptığı yapacağı her
seçim ‘liderim seçimi’ olarak görüleceği için zordur.
Kılıçdaroğlu, kendisini ve gelecekteki davranış biçimlerini tarif
edecek olan konuşmasında, zor seçimlerden uzak durmaya çalıştı,
işin kolayına kaçtı, hükümet eleştirisiyle vakit geçirdi.
Kuşkusuz muhalefet partisinin yeni liderinin hükümeti övmesi değil
eleştirmesi beklenir ama konuşma neredeyse sadece bundan ibaret
olunca, gazetedeki arkadaşlar hemen ‘CHP’nin genel başkanı değişti,
kendisi değişmedi’ demeye başladılar. Ben henüz o fikirde değilim;
daha doğrusu bu cümleyi kurmam, kullanmam, henüz Kılıçdaroğlu’nun
kredisi var.
Ama bir gün hem de belki çok yakın bir gün, Kılıçdaroğlu zor
seçimlerle karşı karşıya kalacak. Mesela demokrasiyi her durumda
savunup savunmadığı sorgulanacak.
Kılıçdaroğlu bekleneceği gibi referandum gününü (ve Anayasa
Mahkemesi kararını) beklemekte olan Anayasa değişikliklerini
eleştirdi; değişikliklerin yargı bağımsızlığı getirmediğini
savundu. Yani, CHP’nin Deniz Baykallı söylemini sürdürdü. Bunlar
bende kötümserlik yaratan yaklaşımlar.
Ama aynı Kılıçdaroğlu’nun hükümet eleştirilerinin merkezine
ekonomik zorlukları ve yolsuzlukları alması Baykal’dan farkını
gösterdi. Hükümeti laikliğe aykırı davranışların merkezi olmakla
eleştirmedi Kılıçdaroğlu, bu önemliydi. Soldan, sosyal demokrasiden
söz etti. Bunlar da olumlu. Ama özgürlüklerden söz etmedi. ‘Yandaş
medya’dan söz etti ama gazeteler ve gazeteciler aleyhine açılmış
olan dört bine yakın davadan söz etmedi.
Dış politikayla söze girip Kıbrıs örneği vermesi ve ardından
‘Kıbrıs halkı AKP’nin getirdiği iktidarı nasıl değiştirdiyse
Türkiye’de de AKP sona erecek’ demesi hoş değildi. Kıbrıs’ta, en az
Türkiye’deki kadar, hatta çoğu zaman daha iyi işleyen bir demokrasi
var, buna saygı göstermesini beklerdim Kılıçdaroğlu’ndan. Kaldı ki,
CHP Kıbrıs’ta illa bir partiyle arasında özdeşlik kuracaksa bu
parti iktidarı kaybeden Mehmet Ali Talat’ın CTP’si olmalı,
muhafazakâr milliyetçi Derviş Eroğlu ve Denktaş’tan miras partisi
değil.
Bu yazı Kılıçdaroğlu’yla birlikte yeni CHP yönetiminin
belirlenmesinden önce yazılıyor. Parti Meclisi’ne kimlerin kaç oyla
gireceğini ve Kılıçdaroğlu’nun kendi kuracağı bir ekibin ne kadar
mümkün olacağını yarın görebileceğiz. Ama şurası kesin:
Kılıçdaroğlu ile birlikte beklentilerde olağanüstü bir artış oldu,
bazı beklentiler hayalcilik seviyesinde.
Bu yüksek beklentiler onun işini de zorlaştırıyor; daha ilk günden
eleştiriler
alması da bu yüzden.
Ne var ki, Deniz Baykal ve temsil ettiklerinden adamakıllı
kopamayan bir CHP ve Kılıçdaroğlu zaten o beklentilerin çok ama çok
azını gerçekleştirebilir ancak.
Kılıçdaroğlu Baykal’dan icazet almadan adaylığını açıklarken ilk
lider cesaretini gösterdi, ilk sınavını verdi. Dünkü ikinci
sınavdan çok da başarıyla çıktığı söylenemez ama sınıfta da
kalmadı, geçer not aldı.
Esas önemli sınavlar ise önümüzdeki günlerde.
Mehmet Tezkan
CHP’liler bugünü bekliyormuş
Bu
manzara nasıl mı ortaya çıktı? Demek ki, herkes bu anı bekliyormuş..
Demek ki, Deniz Bey çekilsin, yerine Kemal Bey gelsin talebi bacayı
sarmış..
Demek ki, milletvekilinden delegesine, ilgilisinden seyircisine
sessiz bir ittifak varmış..
Varmış ama dillendirilmemiş..
Seslendirilmemiş..
Öyle veya böyle.. Komployla da olsa haksız da olsa o binlerce
tonluk ağırlık kalkınca.. Bastırılmış duygular açığa çıktı..
Değişim talebi ortak slogan oldu..
Hadisenin özü budur..
* * *
Sanki ’liler bugüne aylardır hazırlanmıştı.. Sanki beklenen,
istenen finaldi.. Kimse şaşkın değildi, kimse neler oluyor
demiyordu..
Herkes iyi şeyler oluyor, iyi şeyler
olacak diyordu..
Kongrenin havası buydu..
Neler gördüm, neler yaşadım..
Acayip bir vardı.. Salon hıncahınç dolu, bahçe de öyle.. Yetmemiş,
insanlar caddeye taşmış.. Salona değil, ana kapıyı aşıp bahçeye
girerken öyle bir itiş kakış oldu ki, kaburgalarım hafiften yer
değiştirdi..
Biri ben ’ten geldim, girmem lazım diye bağırıyor, öteki biz ta
’den geldik baba diye yanıt veriyor..
Özeti şu, sakin bir heyecan vardı..
Yeni bir lider çıkarmanın değil, parti içi yarışın getirdiği değil,
iktidara alternatif olabilmenin verdiği heyecandı bu..
Ve en çok kadınlarda vardı..
Yerlerinde duramıyorlardı..
* * *
CHP’lileri çok uzun zaman sonra ilk kez böyle gördüm.. Fasaryadan
değil, bu kez inanarak seçimi alacaklarını söylüyorlardı..
ECEVİT CHP’YE
DÖNDÜ
Salona girdiğim an, ben nereye geldim
dedim.. Kürsünün iki yanına kurulan dev ekranda ’i gördüm..
O meşhur fotoğrafının yanında meşhur sloganı yazılmıştı.
Ne ezen, ne ezilen, hakça düzen..
Etkileyiciydi.. sonrası SODEP, , daha sonra CHP’yi seçenlerle
Bülent Ecevit’in arası açılmıştı..
Ecevit ile kendi yoluna gitti..
30 yıl sonra CHP ile Bülent Ecevit adı yan yana gelmişti.. Zaten
eşi de CHP’ye döneceklerini söyledi..
* * *
Bu basit simgesel bir olay değil.. CHP’den kopanlara, CHP’ye
kızanlara açık mesaj:
Bülent Ecevit yuvaya döndü, siz de dönün..
Recep Bey İle Kemal
Bey!
Recep Bey’le Kemal Bey! Kurultaya kadar ‘Gandi Kemal’ lafından
geçilmiyordu.. Geçenler de yazdım, gazeteleri hazırlayanlar
sıkıntıda dedim.. Kılıçdaroğlu lafı başlığa oturmuyor.. Herkes
Kılıçdaroğlu demeden Kılıçdaroğlu demenin formülünü arıyordu..
CHP’liler buldu..
Delegeler, seyirciler..
Lafı uzatmadılar..
‘Başbakan Kemal’ diye slogan atıp noktayı koydular.. Belki de
‘Kemal’ adına çok aşina oldukları içindir..
Ön adıyla hitap edilmesini kimse yadırgamadı..
* * *
Herkes ‘Kemal’ diye hitap edince, Kılıçdaroğlu da o havaya kapılmış
olacak ki..
Başbakan’dan söz ederken Recep Bey dedi..
Sevgili Recep!..
* * *
Anlaşılan siyasette.. Recep Bey ile Kemal Bey dönemi başladı..
AKP MEDYASI NASIL
YORUMLADI?
Öğle arasından yararlanıp koşa koşa
televizyonun başına geçtim, AKP’ye yakın duran, destek veren TV
kanalını açtım.. CHP’deki manzarayı nasıl yorumladıklarını çok
merak ediyordum..
En dikkat çekici eleştiri, kıyafetle bu iş olmaz sözüydü..
Kılıçdaroğlu’nun kravat takmaması böyle değerlendirildi..
Gerekçesi şöyle..
Bir şey olmaz.. Baykal’dan sonra kim çıksa aynısı olurdu..
Muhtevası yok.. CHP önce durgunluğa, sonra düşüşe geçebilir..
Fetret devri.. Coşkulu olduğu söylenemez.. Daha önceki
kurultaylarda böyleydi.. Bir kısım medyanın abartısı, ortada bir
şey yok..
GANDİ KEMAL’İN
KONUŞMASI..
Biliyorum, en çok kongre konuşması üzerinde durulacak.. AKP’ye
yakın duranlar bu konuşmadan yola çıkarak eleştirecekler..
Beylik laflar, popülist sloganlar diyecekler.. Ne yapacağını, ne
tür çözümler üreteceğini söylemedi diyecekler..
Kimileri de, emek, emekçi, , , ekseninde dolaştı, net mesajlar
verdi diye yorumlayacak..
Bana göre işin aslı astarı şu..
Kimse Gandi Kemal’den acayip bir konuşma beklemiyordu, yeri göğü
inletecek, 50 dakikaya 40 çözüm önerisi sıkıştıracak..
Zaten gereği de yoktu.. Dünkü beklenti o değildi..
EYÜP CAN, YALÇIN BAYER'İN YAZILARINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYIN
Eyüp Can
Kılıçdaroğlu gelip geçici bir rüzgar mı?
GEÇEN hafta “yıldızın parladığı dört
buluşma anına” dikkat çekmiştim.
Madem dördüncü buluşma gerçekleşti ve Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel
Başkanı seçildi gelin bugün Kılıçdaroğlu’nun estirdiği rüzgâra daha
yakından bakalım...
Ne diyordu usta biyografi yazarı Stefan Zweig...
“Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez
de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı anlara tarihin akışı
içinde ender rastlanır. Ben böyle anlara insanlık tarihinde
Yıldızın Parladığı Anlar diyorum. Çünkü onlar, tıpkı yıldızlar
gibi, hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutarlar.”
¡ ¡ ¡
Kılıçdaroğlu’nun önce partisi CHP’de sonra da Türk siyasetinde
estirdiği rüzgârı anlayamayanlar bunun medya tarafından estirilen
‘gelip geçici’ bir rüzgâr olduğunu iddia ediyorlar.
Oysa karşı karşıya olduğumuz siyasi tarihin akışında ender
rastlanır bir an...
Aslında bir benzeri 2000’li yılların başında yaşandı...
Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde AK Parti, kurulduktan bir yıl sonra
nasıl tek başına ‘muhafazakâr sağın’ iktidar alternatifi ve
değişimin adresi olduysa, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında CHP
de, ‘Kemalist solun’ yıllardır ertelenmiş değişim talebine karşılık
geliyor...
¡ ¡ ¡
Evet, ortada bir rüzgâr hatta fırtına var, ama bu medyanın
estirdiği gelip geçici bir rüzgâr değil, tabandan tavana yansıyan
değişim talebi.
Doğru birdenbire çok hızlı ve çok güçlü esmeye başladı...
Bunun iki sebebi var...
Bir, CHP’lilerin yıllardır bastırılmış, ertelenmiş değişim ve
iktidar talebi...
İki, Türkiye’nin AK Parti yönetiminde yaşadığı sekiz yıllık sancılı
değişimin sonucunda ortaya çıkan iktidar yorgunluğu...
Bu yüzden hem CHP içinde hem de dışında rüzgâr hızlı esiyor...
Bu gidişle esmeye de devam edecek...
Kılıçdaroğlu, Erdoğan gibi karizmatik bir lider değil.
Ama zaten tam da öyle olmadığı için ilgi çekiyor.
Çünkü giderek büyüyen bir seçmen kitlesi için Türk siyaseti karizma
yorgunu.
Bu yüzden sarkaç bir uçtan öbür uca salındı...
Konuşması çok akıcı değil hatta tutuk.
Cümleleri yeterince güçlü değil ama alabildiğine doğal.
Erdoğan gibi bir hatip karşısında bu doğallık yeterli
olmayabilir.
Ama Erdoğan karşısında bu yetersizliğini ‘sakin güç’ duruşuyla
dengeleyebilir.
AK Parti iktidarında Türkiye çok önemli bir dönüşüm yaşadı.
Bu dönüşümden memnun olanlar da var olmayanlar da.
Kılıçdaroğlu mütevazı kişiliği, halka yakın dürüst duruşuyla sadece
hizipçiliğiyle meşhur CHP’yi bütünleştirmedi bir anda tüm
memnuniyetsizlerin sesi oldu.
Şimdi en önemli sınavı bu değişim talebini CHP yönetimine nasıl
aktaracağı...
¡ ¡ ¡
Dikkat edin başından beri hükümeti rejim tartışmalarının içine
çekmiyor.
Yoksulluk ve yolsuzlukla vuruyor...
Bu da AK Parti karşısında ilk defa ciddi bir muhalefetin doğuşunu
müjdeliyor.
Fakat her şeyden önemlisi halk Kılıçdaroğlu’nda tıpkı Erdoğan gibi
kendisini görüyor.
Erdoğan kendisini engellemek için üretilen tüm senaryolara rağmen
nasıl gelip geçici bir lider olmadıysa Kılıçdaroğlu da
olmayacak.
Çünkü Kılıçdaroğlu bir yanıyla Erdoğan diğer yanıyla Erdoğan’ın
antitezi gibi duruyor.
İşte bu ikili duruş onu Türk siyasetinde hızlı bir rüzgâra
dönüştürdü.
Dün gerçekten de CHP tarihinde yıldızın parladığı andı.
Şimdi sıra Türk siyasetinde...
Yalçın Bayer
Ben hep Baykalcı oldum ama bu kez başkayım
CHP Genel Merkezi’nde ışıklar önceki gece geç
saatlere kadar yandı.
Otoparkı araba doluydu. Geçmiş kurultaylar öncesinde bu kadar
kalabalık görülmedi sanırız. Önder Sav’ın 10. kattaki odasının
önünde kuyruklar geç saatlere kadar sürdü. Sav, gerektiğinde, bir
gün önce yazdığımız 14. kattaki VIP’te görüşüyor konuklarıyla; daha
doğrusu ‘gerekli’ olanlarla... Dün kendisini ziyaret ettiğimizde
bizi bu katta ağırladı. Geniş koltuklar, ortada da geniş bir sehpa
var. Sade ve mütevazı bir oda. Nedense duvarlar boş; oysa siyasi
temalı tablolar fazlasıyla yakışır buraya.
Sav’a, kendisini bekleyenler için, biraz da konuyu açtırabilmek
için “Kim bu ziyaretçiler?” diyoruz.
“Parti Meclisi’ne aday olmak isteyenler ya da aracılar... Yaklaşık
250 aday adayı kulis yapıyor.”
Şu açık; görev isteyen çoğu partilinin ‘donanımlı’ oldukları dikkat
çekiyor. Bir milletvekili itiraf ediyor; “Ben hizmet etmek
istiyorum, benim için Baykal veya Kılıçdaroğlu fark etmiyor.”
‘Mendilciler’ ise kahırlı..
Önder Sav, ‘tek seçici’ konumunda, ama bizlerle konuşmasında bu
konulara pek girmek istemediği izlenimini veriyor.
KİMSE DIŞLANMAYACAK
80 kişilik PM’den kaç kişi yerlerini muhafaza edebilir? Yarı yarıya
olabilir mi? PM’nin yaklaşık yüzde 60’ının yenilebileceğini
söylüyor.
Tüm milletvekillerinden kaçı PM’ye alınabilir? İl başkanlarına kaç
kontenjan verilir?
Dünkü kulislerde Genel Başkan adayı Kılıçdaroğlu’nun, PM listesinin
düzenlenmesine karışmak istemediği anlaşıldı. Kılıçdaroğlu’na bu
soru yöneltildiğinde “Arkadaşlar isimler üzerinde çalışıyorlar”
dedi.
Önder Sav, yılların tecrübesi ile partiyi en iyi okuyanlardan biri:
“Partiyi doğru yöne çektiğimi sanıyorum. Hiç kimseyi de
dışlamayacağız.”
CHP, bugünkü kurultaya Kılıçdaroğlu’na tam destekle giriyor.
CHP’nin ünlü
kavgaları
GENEL Sekreter Önder Sav, görüşmemizde biraz da ‘cambaza bak’
havası içindeydi. Baykal, Kılıçdaroğlu ve son bir haftada olan
ilginç gelişmeler üzerindeki soruları taca atmak için 1960 öncesi
İnönü ve Genel Sekreter Kasım Gülek çekişmesinden başladı,
Baykal’la ilişkilerine kadar geldi.
“Ben Genel Sekreterlik’te kalma süremde 10 yıllık Kasım Gülek’i
geçtim, Baykal’la 15 yıl oldu.”
Genel Başkan-Genel Sekreter çekişmesinin hep var olduğunu
anlatırken şöyle bir sıralama yaptı:
Yıl 1957... İsmet İnönü-Kasım Gülek... 1972 İnönü-Ecevit...
1976’dan sonra Baykal’ın Ecevit’e tavır alması... 12 Eylül, solun
örselenmesi... 1992’de Sav’ın Barolar Birliği Başkanlığı’nda
bulunması, CHP’nin açılmasından sonra Baykal’la birliktelik...
1995’te Erdal İnönü-Baykal çekişmesi... 2000’lerde Altan
Öymen-Baykal ekiplerinden Baykal’ın yanında yer alması... Ve son
haftada Baykal’la su yüzüne çıkan gelişmeler.
Baykal’la ilişkiler için “Doğruları bölüşürüm, yanlışları
tartışırım. Kendi kendime bir telkinim vardır; kan kusarım,
kızılcık şerbeti içtim derim. Dobracı biriyim, ancak evin içinde
konuşurum, dışarıda konuşmam. Benim için önemli olan CHP ve örgüt
yapısıdır. Akılla duyguları karıştırmam. Ketumiyet bende esastır;
eğer buna dikkat etmezseniz ipin ucunu kaçırabilirsiniz.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylık için tereddütleri olduğunu,
kendisine “iyi düşün” dediğini, sonra karar verdiğini söyledi.
Peki kurultay?
“Kurultayın üzerine gölge düşürülmeyecektir” diyor.
Sav’ın, bu kurultaydan sonra 1. genel başkan yardımcısı olacağı
kesin. Geçen kurultaydaki bu yapının eski biçimine yani güçlü genel
sekreterlik formülüne dönülmesi eğilimi daha fazla. Tüzük kurultayı
ne zaman toplanır, henüz belli değil tabii...
Genç’ten başka CHP’ye kimler
katılabilir
KILIÇDAROĞLU’nun hemşerisi bağımsız Kamer Genç, CHP’ye
geçebileceğini ilk önce açıklayanlardan... Rahşan Ecevit’in
DSHP’nin milletvekilleri de CHP’ye geliyorlar. Bağımsızlardan başka
gelen olur mu? Bu arada CHP Kadıköy’den 4. sırada seçilen Ahmet
Tan’ın ismi üzerine bir tespit yapmak gerekiyor. Ecevit’in
vefatında partisinin son Genel Sekreteri olan Ahmet Tan,
Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Belediye Başkan adaylığına da DSP’nin
destek olmasını tek başına savunmuştu. “AKP’nin gidişatına dur deme
şansı Kılıçdaroğlu sayesinde mümkün! Bu şansı kimsenin harcamaya
hakkı yoktur” demişti. Tan daha sonra Kılıçdaroğlu ile seçim
kampanyasına katılmış ve otobüsüne çıkarak Kılıçdaroğlu’nu
destekleme ‘suçu’ ile resimli haberler kanıt gösterilerek
partisinden uzaklaştırılmıştı.
Gürsel Tekin geçen akşam TV 8’de bu olayı anımsatarak Ahmet Tan’a
vefasını dile getirdi. Siyasette bellek o kadar zayıf değilmiş
demek ki!