Yazarlardan eve dönüş analizleri
Abone olEve dönüşte ilk adımın başarıyla atılması olumlu bulundu. Konuyu köşelerine taşıyan kalburüstü yazarlar şu analizleri yaptı.
Yılmaz Özdil: Teslimiyet töreni
(Hürriyet)
PKK’lıların memlekete gelişi, tüm yurtta, dış temsilciliklerimizde
ve KKTC’de törenlerle kutlandı.
Terörist olmadıkları, olsa olsa terörişko oldukları açıklanan
PKK’lılar, sınır kapısına serilen kırmızı halı üzerinde, protokol
tarafından, çiçeklerle karşılandı.
Yetkililerin, gözyaşlarıyla birbirlerine sarılarak, çak yaptıkları
görüldü. Giriş işlemlerini önceden hazırlamayarak, 4 saniye
beklemelerine sebep olan memur, görevden alındı, mağdur
PKK’lılardan özür dilendi, araya Ahmet Türk girdi, tatsızlığın
büyümesini önledi, Ahmet Türk’e teşekkür plaketi verildi. Bando
eşliğinde üstü açık arabaya bindirilen PKK’lılar, resmi geçit
kortejine katılarak, halkı selamlaya selamlaya Silopi’ye girdi.
Temsili karakol baskınının gerçekleştirildiği törenlerde, temsili
bir askerin, tahta tüfekle sağa sola ateş ediyormuş gibi yapması,
coşkuya gölge düşürdü. Divan-ı harbe verilen askerin, akli
dengesinin bozuk olduğu ortaya çıktı. 25 atletin İmralı’dan
getirilen toprağı PKK’lılara sunmasının ardından, güzergâh
üzerindeki devlet dairelerine molotof atıla atıla, Vilayet
Konağı’na geçildi. Makam aracını PKK’lılara tahsis ettiği için
yürüye yürüye gelen Vali’nin kapıda karşılamaya gecikmesi,
PKK’lıları tek başına karşılamak zorunda kalan ABD Elçisi
tarafından skandal olarak nitelendirildi. Sinirlenen elçi, “Bu
memleketin sahibi yok mu kardeşim, her şeyi biz mi yapacağız” diye
bağırdı, araya Emine Ayna girdi, tatsızlığın büyümesini önledi, ona
da teşekkür plaketi verildi.
* * *
Karayoluyla Diyarbakır’a giden PKK heyeti, oradan, havayoluyla
Ankara’ya geçti. Ancak, bu seyahat için, başbakanlığa yeni alınan
18 koltuklu DAP uçağının tahsis edilmesi, krize sebep oldu.
PKK’lıların “Sıkış tepiş olacağını bilseydik, gelmezdik” diye
yakınması üzerine, derhal 40 koltuklu Ana uçağı tahsis edildi. Bu
bekleme sırasında VIP’te yürekleri ağızlara getiren bir sabotaj
girişimi yaşandı ve “Türk” kahvesi ikram edildi... Irkçı muameleye
maruz kaldıklarını söyleyen PKK’lılar, “Kalkın, dönüyoruz Kandil’e”
dedi. Allah’tan Sırrı Sakık devreye girdi, “Espresso olmadığında
ben bile Türk kahvesi içiyorum” diyerek, tatsızlığın büyümesini
önledi. Faşist garson gözaltına alındı.
Sırrı Sakık’a da teşekkür plaketinin yanı sıra Beluga havyarı
takdim edildi.
* * *
Başkent’e inen PKK’lılar, gündüzdü ama havayi fişeklerle
karşılandı, deve kesildi, nazar değmesin diye alınlarına sürüldü,
TOKİ’nin hediyesi dubleks dairelerin anahtarları hediye edildi.
Limuzinlerle TBMM’ye geçen PKK’lılar, önce, Meclis Lokantası’nda AB
büyükelçileriyle basına kapalı yemek yedi, sonra, DTP grup
toplantısına katıldı; Şeş TV’nin yanı sıra, Roj TV’den de naklen
yayınlandı. Ayak altında dolaşmasınlar diye, CHP ve MHP grup
toplantıları iptal edildi, “Çok istiyorsanız gidin orada yapın”
denilerek, ilk meclis tahsis edildi.
* * *
PKK’lıların yarın İstanbul’a geçmesi, Savarona’yla Boğaz turu
atması, akşam da Çırağan Sarayı’nda gazetecilerle yemek yeyip,
topluca Reina’ya gitmeleri bekleniyor.
ENİS BERBEROĞLU'NUN YORUMU BİR SONRAKİ SAYFADA
Enis Berberoğlu: Teslim olmaya mı, teslim almaya mı?
(Hürriyet)
Teslim olmaya mı teslim almaya mı?
Gazeteci şeytanın avukatıdır.
Müvekkili ayrıntıda saklıdır.
Deniliyor ki...
“Teslim olan PKK’lılar sürecin samimiyet testidir.”
Öyle mi, peki 10 yıl önceyi unuttunuz mu?
1 Ekim 1999 günü sekiz PKK’lı teslim oldu.
Kendi anlatımlarına göre iyi muamele gördüler.
Mahkemede aldıkları cezayı çekip serbest kaldılar.
Dağdan düze inip, aramıza karıştılar.
Bundan iyi samimiyet testi olur mu?
İddia ediliyor ki...
İmralı üzerinden PKK ile görüşüldü, ikna edildi.
Abdullah Öcalan talimatla önce 34 kişiyi yolladı.
Devamı pazarlığa tabii...
...
Pardon ama biz bunca şehidi neden verdik?
Eğer PKK’yı dağdan indirmek içinse...
Belli ki yetmedi.
Çünkü şimdi daha düne kadar teröristbaşı dediğimiz...
Öcalan’ın otoritesine sığınılıyor,
hatta taşeron niyetine kullanılıyor.
Sanmayın ki...
Akan kanın durmasına itirazım var.
Sadece amaç her defasında aracı aklamaz.
Hukuku, siyaseti ezip büzmeyelim.
Eğer başka çare yoksa,
genel af ilan edilsin.
Çok daha namuslu olur.
Teslim olmaya geldik bahanesiyle,
demokrasi için son umudu tüketmeye,
süreci teslim almaya çalışana prim verilmez.
Galip ve mağlup
Bugüne kadar Türkiye’de kimse kökeni nedeniyle hedef seçilmedi,
öldürülmedi. Yani etnik nefreti pek tanımadık. Ama DTP’nin açılım
sürecindeki politikası beni korkutuyor artık.
Çünkü dağdan inenler zafer kazanmış ilan edilecekse...
Sormak lazım gelmez mi, bu savaşın mağlubu kimdir?
Daha önemlisi barıştan söz ederken böyle sorunun yeri var
mıdır?
TAHA AKYOL'UN YORUMU BİR SONRAKİ SAYFADA
Taha Akyol: DTP tahrikten sakınmalı
(Milliyet)
DTP tabanının duygularını anlamak mümkün. Onlar her “terörle
mücadele” denildiğinde dağdaki çocuklarının hayat endişesini
yaşıyorlar. Dağdan inme tamamen gerçekleşirse bu endişeler gidecek,
ana babalar çocuklarına kavuşacak.
Sevinç gösterileri bu açıdan normaldir.
Bunun siyasi ajitasyona dönüştürülmesi ise, “barış”ın ifadesi
olmaz, yeni bir siyasi husumetin tahrik edilmesi olur!
Silahlı ajitasyon olmadı; al sana siyasi ajitasyon!
Bu kafayla hareket edilirse barışa değil, Ahmet Türk’ün deyimiyle,
“kitlelerin birbirini boğazlaması”na hizmet edilir!
Bu ülkede yaşayan hiç kimse unutmasın ki, 1908’de “Hürriyet” ilan
edildiğinde de dağdan inen çeteler çok daha büyük sevinç
gösterileriyle karşılanmış, herkes birbiriyle kucaklaşmış ama çok
geçmeden kan gövdeyi götürmüştü.
PKK çıkmaza girdi
Önce şunu görmek lazımdır: Öcalan durup dururken barış havarisi
olmadı.
Öcalan’ın 31 Temmuz’da avukatlarına yaptığı açıklamalarda bırakın
dağdan inme anlamında bir şeyler söylemeyi, önerdiği “yol
haritası”nı kabul etmesi için Türkiye’yi tehdit ediyordu:
40 milyon Kürdün ayağa kalkacağını, Fransız İhtilali’nde olduğundan
daha çok kan akacağını söylüyor, “Ordu kendine güvenmesin, ordu da
ortada kalmaz, dağılır gider” diye konuşuyordu! (Milliyet, 17
Ağustos 2009)
Ondan sonra hükümet hiçbir şekilde PKK’nın muhatap alınmayacağını
açıkladı. Genelkurmay 18 Eylül’de sınır ötesi operasyon için
Meclis’ten yetki verilmesini istedi, Meclis 6 Ekim’de sınır ötesi
operasyon tezkeresini kabul etti.
Öcalan’ın “barış grubu çağrısı” Genelkurmay’ın sınır ötesi yetki
talebinden bir ay, Meclis’in tezkereyi kabulünden iki hafta
sonradır. Öcalan’ı bu girişime iten, silahlı mücadelenin çıkmaza
girmesidir.
PKK etrafındaki çember gittikçe daralmaktadır. Suriye, Irak, Kuzey
Irak ve İran’la Türkiye’nin geliştirdiği ilişkiler, ABD’nin yeni
politikası, Avrupa’da PKK’ya karşı operasyonlar “silahlı ajitasyon”
siyasetinin nasıl çıkmaza girdiğini gösteren birkaç örnektir.
Bugünkü dünya silah dünyası değildir; güvenlik, demokrasi, ticaret
dünyasıdır!
Hapisteki Leyla Zana’ya ödül veren Avrupa, artık DTP’ye “PKK’dan
uzak durun!” diyor.
Siyasi ajitasyon
Elinde silahla çıkmaz sokakta sıkışan PKK insanların heyecanını
“siyasi ajitasyon”a dönüştürerek bunu siyasi zafer gibi göstermek
istiyor.
PKK’nın siyasi partisi DTP buna alet oluyor.
DTP’liler bu tahriklere uzun süre alet olursa, dağdan inenleri veya
Mahmur’dan gelenleri bir şehirden öbür şehre, bu mitingden o
mitinge taşıyarak “siyasi ajitasyon”larla ortamı daha fazla
gererlerse, bundan herkes büyük zarar görür.
Öyle bir husumet zemininde demokrasiyi, kardeşliği geliştirmek,
‘açılım’ı yürütmek mümkün olmaz.
Hiçbir demokratik hükümet bir politikayı halka rağmen uzun süre
yürütemez.
Türkiye’nin büyük çoğunluğunu “ajite” ederek barış da olmaz, açılım
da...
Sağduyu ve itidal; kan istemeyen herkese lazımdır.
HASAN CEMAL'İN ÇARPICI ANALİZİ BİR SONRAKİ
SAYFADA
Hasan Cemal: Önemli bir sayfa açılıyor (Milliyet)
İstanbul Forumu’nda Başbakan Erdoğan’ı dinliyorum.
Bir kulağım Habur sınır kapısında, PKK’lı grup sınırdan giriş yaptı
mı, ne oldu?.. Erdoğan daha çok Ortadoğu’da barış ve Türkiye’nin
buna katkılarını anlatıyor.
Öğle vakti bir iş yemeği.
Konu yine barış.
Ortadoğu’da barış ve istikrar açısından Amerika‘yla Türkiye’nin
katkıları ne olabilir?
Washington’da Demokratlara ve Başkan Obama’ya yakın Brookings
Enstitüsü’yle TÜSİAD’ın ortaklaşa düzenledikleri toplantıda Obama
yönetiminin Türkiye’den beklentileri konuşuluyor.
Bir kulağım yine Habur’da.
Giriş oldu mu?..
Olay çıktı mı?..
Cep telefonuma gelen mesajlardan neyin ne olduğunu izlemeye
çalışıyorum. DTP tarafından yapılan bazı açıklamaları özetle
okuyorum.
Evet, önemli bir gün.
Kürt meselesinde gerçekten yeni bir sayfa açılabilir ya da tarihi
bir dönüm noktası olabilir. Ama dikkatli olunması koşuluyla...
Bu açıdan bazı açıklamaların çok da yutkunarak yapılmadığı
dikkatimi çekiyor. Oysa soğukkanlı olmak lazım. Frene basmak, hangi
sözün nereye gideceğini kestirmek gerekiyor.
Unutmayın, gelenler PKK’lı...
‘Dağ’dan geliyorlar.
Daha düne kadar ellerinde silah, dağda devlete karşı dolaşmışlar.
Eğer bu noktaya yeterince dikkat edilmezse, bu konunun duyarlı
boyutları, olayın kabarttığı heyecan dalgasının içinde gözardı
edilirse, Habur’dan giriş ters de tepebilir.
Bir başka deyişle:
Türk kamuoyu meselesi...
Kürt meselesinin çözüm rayına oturmasını istemeyenlerin, bu ülkede
barış ve demokrasiden korkanların gücü küçümsenmesin.
Her yerde varlar!
“PKK’lılar kahraman gibi karşılanıyor!” söylemi Türk kamuoyunda çok
etkili olabilir. Habur’dan giriş yapan ‘Barış grupları’yla ilgili
olarak eğer soğukkanlı davranılmaz ve olayın heyecanıyla ölçüler
kaçarsa, aşırı milliyetçi tepkilere çanak tutulmuş olur. Kürt
açılımıyla uç veren ‘barış süreci’nin ruhu zarar görür
bundan...
Başbakan Erdoğan’ı dinliyorum.
Yakın geçmişin Demokrat yönetimlerinde önemli görevler üstlenmiş
Brookings Enstitüsü’nün Başkan ve Başkan yardımcıları Strobe
Talbott’la Martin Indyk’i dinliyorum.
Ortak özlem barış!
Not defterimin bir kenarına kendi yorumumu yazıyorum:
Başkan Obama eğer Nobel Barış Ödülü’ne gerçekten layık olmak
istiyorsa, önce İsrail’e gereken baskıyı yaparak Filistinliler için
adil ve kalıcı bir barışın kapısını açsın.
Erdoğan’ın sözünü not ediyorum:
“Dış politikamızda her hangi bir eksen kayması yok. Başlangıçta
neredeysek, bugün de oradayız.”
Bir başka cümlesi Erdoğan’ın:
“Gazze’de ablukanın böyle sürüp gitmesi barışı sabote etmektir.
İnsanların acılarını arttırmaktır. Gazze’de 13 ay önce yaşanan
trajedinin yaraları hâlâ sarılmadı. Gazze üstündeki ablukanın
kaldırılması yalnız Filistin’in değil, İsrail’in güvenliği için de
önemlidir. Bunları bir Müslüman olduğum için değil, insan olduğum
için söylüyorum.”
Başkan Clinton döneminde Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakan
yardımcılığı ve ABD’nin İsrail Büyükelçiliği görevlerinde bulunmuş
Martin Indyk, Başkan Obama’nın dış politika gündemini beş noktada
özetliyor:
İslam dünyası, İran, Filistin-İsrail sorunu, İsrail’le Suriye ve
Lübnan, Irak.
Sonra da ekliyor:
“Türkiye bu beş konudan en az dördünde anahtar niteliği taşıyan bir
oyuncudur.”
Martin Indyk, Türkiye’nin İsrail’le kötüye giden ilişkilerinin
Suriye’yle arabuluculuk rolünü olumsuz etkileyeceğini
belirtiyor.
Türkiye’nin Amerika nezdindeki önem ve ağırlığına dikkati çekerken
de Afganistan‘a özellikle işaret ediyor. Bu ülke için Türkiye’den
‘muharip güç’ beklentisinin Washington’da devam ettiğini
belirtiyor.
Martin Indyk, Başbakan Erdoğan’ın ay sonunda Başkan Obama’yla
Washington buluşmasının gündeminin en başına da Afganistan’ı
koyuyor.
Evet, barış arayışları...
Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, İsrail’in Lübnan ve Suriye’yle
ilişkilerinde barış ve istikrar...
Bir kulağım Habur’da...
Çünkü bütün bu ‘barış arayışları’nın önemli bir parçası da yalnız
Türkiye’nin değil, tüm bölgenin Kürt meselesiyle ve PKK sorunu ile
bağlantılı.
Eğer Kürt meselesinin silahla, şiddetle bağı koparılabilirse, yani
dağda silahlar susar ve bir daha ölüm haberleri gelmezse dağdan,
işte o zaman bilin ki, hem bizim ülkemizde, hem bölgemizde barış
kapısı çok daha fazla açılır.
Onun içindir ki:
Habur’dan dün giriş yapanlar ve onları heyecanla karşılayanların,
DTP’lilerin dikkatli olmasında yarar var.
Evet, önemli bir sayfa açılıyor. Evet, tarihi kavşak dönülebilir.
Ama dikkat edilmesi şartıyla...
Barış ve demokrasiden korkanlara fırsat verilmesin!
DERYA SAZAK'IN YORUMUNU OKUMAK İÇİN SAYFAYI
ÇEVİRİN
Derya Sazak: Dönüş (Milliyet)
Öcalan’ın çağrısıyla dün Silopi’den giriş yapan PKK’lı gruplar,
Kürt sorununun barışçı çözümüne yönelik umutları yükseltiyor.
PKK’nın dağlardaki silahlı gücünün 4-5 bin kişi olduğu gerçeği
karşısında 34 kişinin sınırdan girmesi “sembolik” görülse bile çok
anlamlıdır. Taraflar, bu girişimin arkasında dururlarsa bu küçük
adımın ardından büyük adımlar gelebilir. PKK’nın silahları tümüyle
bırakacağı, Kandil’in boşaltılacağı bir sürecin önü açılabilir.
Aylardır yazıyoruz:
Kürt açılımı ya da demokratik açılım denilen süreç kaçınılmaz
olarak, PKK’nın silah bırakmasına zemin hazırlayacak yasal ve
psikolojik şartları dayatıyor. Artık insanlar, siyasi bir sorun
nedeniyle “kan dökülmesini” istemiyor. 1984’ten bu yana çeyrek
asırdır, 40 bin insanımızı kaybettik. Sınırın iki yanında hâlâ
gençlerimiz ölüyor. PKK’nın silahla bir yere varamayacağını Barzani
ve Talabani de söylüyor. Kuzey Irak’ta şartlar değişti. Obama,
Bush’tan farklı arayışlar içinde. ABD, Irak’tan çekilirken, bölgede
istikrar arıyor, güvenilir müttefik olarak Türkiye’yi görüyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, pazar günü TRT’de yaptığımız söyleşide,
bu bölgelerin “Türkiye’ye emanet edildiğini” vurguladı. 1990’larda
Körfez Savaşı çıktığında, Kuzey Irak’ta doğan “boşluk” terörü de
patlatmıştı.
PKK’nın “ayrılıkçı” silahlı mücadelesi ülkeyi iç savaşın eşiğine
getirdi. 1999’da Abdullah Öcalan’ın “savaş tehdit”iyle Suriye’den
çıkartılması ve ABD desteğiyle Kenya’da yakalanarak İmralı’ya
konulması üzerine Türkiye’nin iç güvenliğini, toprak bütünlüğünü
tehdit eden bu örgütle mücadelenin askeri boyutu kazanıldı. Ancak,
siyasal anlamda sonuca gidilemedi.
Oysa 1999’da PKK, silahlı güçlerinin bir kısmını sınır ötesine
çekerken, bir kısmının teslim olmasına fırsat tanırken Kürt sorunu
demokratik eksende bütünüyle çözülebilirdi.
10 yıl sonra Türkiye bir kez daha sorunu çözme şansı yakaladı.
Dış dinamikler, PKK’yı da silah bırakmaya zorluyor.
2009 Türkiyesi’nde demokratik haklar açısından on yıl önceye göre
büyük farklar var.
DTP Meclis’te temsil ediliyor, Diyarbakır başta yerel yönetimlerde
Kürtlerin ağırlığı var; Kürtlerin varlığı, kimlik ve siyasal
hakları tanınıyor. Daha ileri hakları savunmak da mümkün. Ana dilde
eğitim gibi... Anayasa değişikliği gibi. Ancak bunları savunmanın
ve elde etmenin yolu artık silahlı mücadele olmamalı.
İspanya’da, İrlanda’da olduğu gibi, hareketin “siyasi kanadı” her
türlü şiddeti reddederek, mücadelesini Parlamento zemininde
vermeli. DTP bu sorumluluğu üstlenirken, iktidar ve muhalefet
partileri de sürecin kesintiye uğramaması yönünde üzerlerine düşeni
yapmalıdırlar. CHP lideri Baykal’ın, dağdan inişi “normal yaşama
geçiş” için iyi bir gelişme olarak nitelemesi önemlidir.
PKK silahları bırakırsa “genel af” da gündeme gelecektir.
Yeter ki “eve dönüş” kazasız belasız tamamlansın.
EMRE AKÖZ'ÜN ANALİZİ BİR SONRAKİ
SAYFADA
Emre Aköz: Tarih yapılırken siz hangi taraftasınız?
(Sabah)
Bazı PKK militanlarının Türkiye'ye gelmesi üzerine çeşitli yorumlar
yapılıyor. Bazı yayın organları bu olayı ele alırken şöyle demiş:
'Peki ama pişman oldular mı?'
Bunun cevabı basit:
Elbette pişman değiller.
Onlar büyük bir siyasi planın parçası, bir adımı, bir aşaması
olarak geliyorlar.
Ne pişman oldular.
Ne de çözüldüler.
Örgütün lideri Abdullah Öcalan, 10 yılı aşkındır cezaevinde
olmasına rağmen mücadeleyi bırakmadılar.
Olaya 'pişmanlık' ya da 'çözülme' gibi terimlerle bakanlar, şu
dönemi hiç ama hiç anlamayanlardır.
Tekrar anlatalım:
Bugün ABD Başkanı Obama'nın öncülüğünde bir 'bölgesel barış ortamı'
kuruluyor. (Yazının tamamını Sabah Gazetesi'nin internet
sitesinden okuyabilirsiniz)
ERDAL ŞAFAK'IN YORUMU
İÇİN SAYFAYI ÇEVİRİN
Erdal Şafak: 1999-2009 (Sabah)
Habur sınır kapısından 10 yıl önce de bir grup giriş yaptı. Tam
tarih vermemiz gerekirse, 1 Ekim 1999'da.
Öcalan'ın İmralı'dan avukatlarıyla ulaştırdığı çağrıyla dağdan inen
ve kendilerine "Barış ve Demokratik Çözüm Grubu" adını veren
PKK'lılar güvenlik güçlerine teslim olur olmaz kendilerini
cezaevinde buldular. Yargılandılar. Ağır hapis cezalarına
çarptırıldılar. Bazıları hâlâ cezaevinde.
10 yıl önce, o grubun girişimine kimse destek vermedi. Veya
veremedi. Ne siyasi kadrolardan, ne medyadan.
Çünkü Türkiye'de o tarihte 15'inci yılını doldurmuş olan PKK
terörünün açtığı yaralardan oluk oluk kan akmaya devam ediyordu.
Ortada 35 bini aşkın kurbanın adının yazılı olduğu uzun mu uzun bir
liste vardı.
Çünkü Türk kamuoyu o tarihte 29 Haziran 1999'da oybirliğiyle
verilen idam kararıyla noktalanmış Öcalan davasının etkisi
altındaydı. Yıldız Namdar hemşirenin İmralı duruşmalarındaki
çığlığı hâlâ kulaklarda ve belleklerde yankılanıyordu.
10 yıldaki değişim
10 yıl sonra dün Habur'dan bir grup daha giriş yaptı. Yine
Öcalan'ın çağrısıyla.
Sessiz sedasız sınırı geçen 1 Ekim 1999'daki grubun aksine dün
gelenler Habur'da kitlesel eylemle karşılandılar. Kimine göre 20
bin, kimine göre 50 bin, hatta 100 bin kişi bekliyordu onları.
10 yıl önce gelenler Habur'dan içeri adım atar atmaz derdest
edilmişlerdi, dünkü grup ise bir dizi güvencenin zırhına bürünmüş
olmanın rahatlığıyla döndü: "Etkin pişmanlık" tan yararlanmaya
zorlama gibi dayatmalar yapılmayacak, avukatlar ordusu eşliğinde
ifadeleri alınacak, pek çoğu hakkında sadece sınır ihlali ve/veya
Pasaport Kanunu'na muhalefetten işlem yapılıp hafif para cezaları
verilecek. Hepsi o kadar.
Ve en önemlisi, dün gelenler müthiş bir kampanyayla
yüreklendirildiler. Siyasi kadroların desteği arkalarındaydı. CHP
lideri Baykal bile onları takdir etti.
En az siyasi kadroların desteği kadar önemli olan bir unsur daha
vardı: Medyanın ezici çoğunluğu, kendilerine "Barış elçileri" adını
veren gruba alkış tuttu. Günler öncesinden. Ve dönüş günü
yaklaştıkça dozu daha da artan bir şekilde. (Yazının tamamını
Sabah Gazetesi'nin internet sitesinden okuyabilirsiniz)
GÜNGÖR MENGİ'NİN YORUMU BİR SONRAKİ
SAYFADA
Güngör Mengi: Hata yapmayalım (Vatan)
Bölücü teröristlere yönelik operasyonlar ardından yapılan resmi
açıklamalar aynı klişe sözcüklerle biter:
“.. etkisiz hale getirildiler.”
İyi yönetilemeyen açılım, kötü bir operasyonun zararını
doğurabilir. Nitekim öyle oldu. Terörün temsilcileri dün “etkili
hale getirildiler!”
Şu gerçeği geniş bir çevre kabul ediyor:
İç ve dış şartlar PKK’nın varlığını devam ettirmesine imkân
vermeyecek biçimde değişti. Çember daraldı.
Bunu gördüğü için terör örgütü “onurlu bir barış” karşılığında
silâhlara veda edeceği sinyallerini vermiş, iktidar da bu niyeti
bir “devlet projesi”nin hareket noktası yapmıştır.
Devletin rızasını fark etmek için benzer şekilde on yıl önce teslim
olan gruplara reva görülen muamele ile dünkülere gösterilen
kolaylığı karşılaştırmak yeter...
Bu projenin en azından ana muhalefet partisi tarafından onaylanması
hedefleniyordu ama mümkün olamamıştır.
CHP’nin iktidara güvensizliğinden kaynaklanan sebeplerin yarattığı
tıkanmayı dün terör örgütünün hamlesi açtı.
İlk kafile; son olmasın
Terör örgütü lideri Öcalan’ın talimatı ile Kuzey Irak’taki
Kandil’den 8 terörist ve Mahmur mülteci kampındaki 10 bine yakın
Kürt kökenli Türk vatandaşlarından 26 kişi dün Habur sınır kapısına
gelerek jandarmaya teslim oldu.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk “Sayın” dediği Öcalan’ın “demokratik
siyasetin tıkandığını gördüğü için üç barış grubunu Türkiye’ye
gönderdiğini” söyledi.
Ahmet Türk’e göre teslim olanlar “pişmanlık yasası”ndan yararlanmak
için değil demokratik açılımın önünü açmak için gelmişlerdir!
Kolayca anlaşılacağı gibi açılımın iç siyasi çekişmeler nedeniyle
zorluğa girmesi, bölücü terör örgütünü inisiyatif almaya mecbur
bırakmıştır.
Alışık olduğumuz “.. etkisiz hale getirildiler” klişesi değişmiş,
iyi yönetilemeyen açılım siyaseti PKK’yı “etkili hale
getirmiştir!”
Keşke böyle bir fırsat sunulmasaydı.
Ama olan olmuştur. Siyaset hiç değilse doğmuş bulunan elverişli
iklimi, bundan sonra oy hesaplarına feda etmemelidir.
Bunun şartı, sürecin kontrolünü elden bırakmamaktır.
Şansı kullanacağız
Dün DTP’nin teslim olanları karşılamak için toplanan on binlerce
kişilik kalabalığa toplumu tahrik edecek gösteriler yapma imkânı
vermemesi, öte yanda devlet güçlerinin de geride kalan grupların
teslim olmalarını özendirecek şekilde davranması olumlu
işaretlerdir.
Habur’da dün, Türkiye’yi bölücü terörün uğursuz maliyetlerini
ödemekten temelli kurtaracak tarihi bir dönüm noktası geçilmiş
olabilir mi?
Bunu tahmin edemeyiz ama böyle bir şansı kimse, hiçbir gerekçe ile
heba edemez.
Zaten terörün kendini tasfiye etmek için isteyip de almayı
başaracağı başka bir hak veya özgürlük kalmamıştır.
Bu gelişler, bölücü taleplerden vazgeçildiğini dolaylı olarak
içeriyor.
Kürt vatandaşlar saygı gören bir kültürün mensupları olduklarını
artık biliyorlar.
Önümüzdeki günler yaraları sarmalı bütünleşmeyi
desteklemelidir.
Dönüşüm anının hassasiyetlerine saygı göstermek, barışa giden yolun
ilk şartıdır.
Hiç kimse şehitlerin kutsal fedakârlıklarına saygısızlık etmemeli
aziz ruhlarını ve milletin onlara beslediği minnet duygularını
incitmemelidir.
RUŞEN ÇAKIR'IN YORUMU BİR SONRAKİ SAYFADA
Ruşen Çakır: Kritik bir eşik aşıldı (Vatan)
Bu satırları kaleme aldığım dün öğle saatlerinde Türkiye’ye giriş
yapan 34 PKK militanı ve sempatizanının durumları netleşmemişti.
Bununla birlikte, çok olağanüstü olumsuz bir gelişme olmaması
halinde Türkiye’nin Kürt sorununun ve buna bağlı olarak PKK
sorununun çözümünde çok kritik bir eşiği aşmış olduğunu, bugünden
itibaren PKK’nın silahsızlanması sürecinin bütün hızıyla süreceğini
pekala düşünebiliriz.
İyimserliğimin temelinde, çok ciddi bir potansiyel bulunmasına
rağmen günboyu herhangi bir provokasyon, dolayısıyla tatsızlığın
yaşanmaması yatıyor. Bu noktada hem devlet ve güvenlik güçlerinin,
hem de DTP’lilerin öncülüğündeki binlerce karşılayıcının sağduyulu
tutumlarının altını çizmek şart. Demek ki taraflar bir sorunun
çözümünde asgari bir müşterekte birleşiyorsa, çözümsüzlük
taraftarlarının heveslerini kolaylıkla kursaklarında
bırakabiliyorlarmış.
Dün Silopi civarında yaşananları televizyondan izlerken bu “çözümde
birleşme” atmosferini gözlemlememek mümkün değildi. Yani,
bazılarının iddia ettiği gibi PKK ve Abdullah Öcalan’ın, açılım
konusunda adım atması konusunda devleti kışkırtmak için
başvurdukları bir oldubitti söz konusu değil; tam tersine devletin,
büyük ölçüde istihbarat servisleri aracılığıyla dahil olduğu,
onayladığı ve zeminini hazırladığı, (hatta daha ileri giderek
“sipariş ettiği” de diyebiliriz) bir olayla karşı karşıyayız. Bu
açıdan dün yaşananlar 10 yıl öncekilerle çok köklü olarak
farklılaşıyor. Zira o tarihte Öcalan, büyük ölçüde kendi geleceğini
düşünerek, hem ülke topraklarındaki PKK militanları dışarı
çıkarmış, hem de bazı “barış grupları”nın gelmesi talimatını
vermişti. Fakat o tarihte devletin zirvesinde PKK’nın belinin
kırılmakta olduğu düşüncesi egemendi ve kapsamlı bir açılım arayışı
yoktu. Bu yüzden barış gruplarıyla teslim olanlar bir-iki kare
fotoğraf dışında kamuoyundan kaçırıldılar ve sadece cezaevlerindeki
PKK’lıların sayısını artırdılar. Daha kötüsü PKK’lılara ne zaman
“kayıtsız şartsız silah bırakma” çağrısı yapılsa bu olay kötü bir
örnek olarak masaya konuldu ve “bir daha kurbanlık koyun olmayız”
mesajları verildi.
Bardağın dolu tarafı
Kuşkusuz işler tereyağından kıl çeker gibi gitmiyor, gitmeyecek.
Samimi bir şekilde bu sorunun çözümünü istediklerine emin olduğum
bazı kişiler, genel olarak açılım süreci, özel olarak da dün
yaşananlar hakkında çok sayıda eleştiri, itiraz ve uyarı dile
getiriyorlar. En çok, bu sürece “yabancı” ların (bu sıfatı sadece
“yurtdışı” anlamında kullanmıyorum, “yurtiçi”nde olup normalde
böylesi bir sürece katkı vermesi beklenmeyecek bazı kişi ve
çevreleri de katıyorum) ne ölçüde, nasıl ve neden dahil oldukları
konusundaki sorular kafaları karıştırıyor. Bu kaygılara büyük
ölçüde katılmakla birlikte esas olarak “yerli” bir süreç yaşamakta
olduğumuzu düşünüyor ve çözümü arzulayanlara da, rezervlerini
muhafaza etmekle birlikte bardağın dolu yanına bakmalarını
öneriyorum.
10 yıl önce teslim olan PKK’lıların o gün veremedikleri mesajları
bugün medya aracılığıyla kamuoyuna aktarıyor olmaları Türkiye’nin
nereden nereye gelmiş olduğunu gösteren çok iyi bir örnektir. Ve
gelinen bayağı iyi bir noktadır.