Önceki gün yaptığı özgürlük açıklaması ile çok konuşulan şarkıcı Yavuz Bingöl, Cengiz Semercioğlu'na içini döktü. Yavuz Bingöl'ün röportajında en dikkat çekici sözleri 'Sonuna kadar Erdoğancıyım, feriştahıyım' sözleri oldu. Yavuz Bingöl, her soruya içtenlikle yanıt verdi. İşte Yavuz Bingöl'ün o röportajı. 'Yavuz Bingöl’le arkadaşlığımız 25 yıla, daha onun ilk albümünü çıkarmadığı, bilardo oynayıp muhabbet ettiğimiz günlere dayanır… Bugün eski dostlarının pek çoğu Yavuz’a kızıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklediği, hükümete yakın durduğu için… Geçen ay çıkan albümü “İhsan” daha piyasada yokken röportaj için sözleşmiştik. Müzikten başladık ama röportajın çoğunda siyaset konuştuk. “Afrin türküsü” olarak bilinen “Milletin Duası”ndan başlayalım... - Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP grubundaki talihsiz konuşmasının ardından, bu türkü ve klip iyi bir cevap oldu. O açıdan önemli buluyoruz. Biz usturuplu bir şekilde basına açıklamamızı da yapmıştık zaten... Türküyü hangi sanatçıların söyleyeceğine kim karar verdi? - O listeyi daha çok Cumhurbaşkanlığı yapıyor. Tabii danıştıkları isimler var. Hatay ziyaretine gelemeyenler oldu biliyorsun. “Bizim haberimiz olmadı” diyenler çıktı. Ben ağır taraf olan sanatçılar dışında herkesin davet edildiğini düşünüyorum. Özellikle resepsiyonlara. Gelen geliyor, gelmeyen gelmiyor... Ama Hatay’a davet edilmeyen isimler gerçekten var... - Evet. Hızlı gelişen bir süreç olduğu için öyle olmuş olabilir. Başka bir neden bulamıyorum. “Milletin Duası”nı Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’la birlikte yazdınız, Hatay’dan döndükten sonra mı kaleme aldınız? - Bir de Ümit Yılmaz var, üçümüz yazdık. Biz Afrin’e gittiğimiz zaman o türkü vardı zaten. Sadece birkaç sözünden emin değildik. Sayın İbrahim Kalın birkaç sözünde daha oynadı, “Şurayı şöyle yapalım” dedi. Afrin’den önce neden böyle bir türkü yazmıştınız? - Mehmetçik için yazdığımız bir türküydü. Daha önce biliyorsun Erol Parlak’ın da “Mehmet’e Ağıt” diye bir şarkısını kullanmıştık. Klibini çektik hatta. İbrahim Kalın, ben ve Erol Parlak. Afrin harekatı başladığında şehitler olunca yaptık bu türküyü. Sonra oraya gidince ve birileri de çıkıp bizim oraya gitmemize laf söyleyince, biz de şarkıyı bitirip klibini çektik. Bence en güzel cevap da o oldu eleştirilere. Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiren metni sen mi kaleme aldın? - Yok. Ben yazmadım. Herkes zaten bireysel bir açıklama yaptı. Benim de ertesi gün bireysel bir açıklamam oldu. O metni hep beraber yani imza koyacak arkadaşlarımın hepsinin olurunu alarak, konuşarak hazırladık.Metinde dava açacağımız yönünde bir cümle vardı. Onu istemeyen arkadaşlarımız oldu, çıkardık. Mahkemeye vermekten de sonradan vazgeçtik. Çünkü bu türkünün daha güzel bir cevap olacağını düşündük. Dava da açmadık kendisine.Ama yaptığı, talihsiz bir konuşmaydı. Askere desteğe giden sanatçılar takdir edilir. Niye “rezil” diyesin ki? Doğru bulduğum bir şey değil. Hoş olmadı. İbrahim Kalın’la derin bir dostluğunuz var. Nereden geliyor bu yakınlık? - Müzikten... Bizi birleştiren müzik... Müzik sayesinde tanıştık. Bizim tek ortak duygumuz. Ofisimize gelince de saatlerce müzik yaparız, çalıp söyleriz. Yeni besteler üretiriz. Cihangir’deki ofisine mi geliyor? - Evet, arada gelir... Çok da iyi bağlama çalar. 7-8 tane bağlaması var. Benimkilerden de iyiler. Mesela bağlamada bir şey gösteriyorsun, onu hemen yapıyor. Çok ciddi bir yeteneğe sahip. Çok da disiplinli. Kendisine ait çok özel besteleri var. Mesela ben onun kadar Şah İsmail Hata-i türküsü bilmem. Benden daha çok biliyor o... Yeni albümünde İbrahim Kalın’ın türküsü var mı? - Aslında bir tanesini albüme koymuştum ama ikimiz de düzenlemesinden çok emin olamadık. Son anda çıkardık.Düzenlemesi birazcık arabesk-fanteziye kaçtı. “Bunu şimdi koymayalım. Biraz daha üzerinde çalışalım, sonra koyalım” dedi. Ben de “Tamam” dedim. Yoksa sürpriz olacaktı albümde. Kızın Türkü’nün nişanına da gelmişti değil mi? - Evet. Sağ olsun hem Mahir Ünal Bey hem de İbrahim Bey yüzüklerini taktılar. Popüler dünyanın içinde olan bir sanatçının siyasetçilerle, valilerle, emniyet müdürleriyle diyalog kurması kadar doğal bir şey yok. Sadece bu iktidarla değil, daha önceki iktidarlarla da ilişkim böyleydi benim. Sana iddia ediyorum, şu anda iktidar değişse, CHP’nin Bakanlar Kurulu’nda benim yine 10 tane yakın arkadaşım olur. Eskiden de bu kadar siyasetçi arkadaşın var mıydı sahiden... - O kadar çok arkadaşım var ki siyasetin içinden, saysam 100’ü bulur... Bakanlık yapmış, valilik yapmış, emniyet müdürlüğü yapmış birçok arkadaşım var.Türkiye’nin geldiği noktada birileriyle bir şey paylaşıyorsun, bir şey görüşüyorsun, hemen adın “yandaş” oluyor. Herkesin bir “yandaşı” var. Bu yandaşlık işi nereden çıktı bilmiyorum ama ben çok doğru bulmuyorum.Ben ülkenin geleceğiyle ilgili konuşmaktan, diyalogdan, insanların bir araya gelip dertlerini paylaşmasından, sorunları beraber çözmesinden yanayım. Kökeninin Alevi-sol olması nedeniyle bugünkü iktidarla yakınlığın eleştiriliyor... - Evet, doğru ama şimdi Türkiye’de bana 80-90 yıl boyunca sol iktidar say desen çok azdır. Hep sağ iktidarlar var yöneten. Hepsiyle benim ilişkim vardı. O zaman niye bu kadar çok eleştirilmedim ya da ayyuka çıkmadı olaylar? Bugün niye böyle oldu? Neden böyle oldu, ben sana sorayım... - Bunun nedeni bence Cumhurbaşkanı’nın insani yönünün fazla olması. Mesela ben Ahmet Necdet Sezer’le de türkü söyleyebilirdim. Niye söylemedim? Kendisi böyle bir şeye yol açmadı çünkü.Ya da Abdullah Gül’le de söyleyebilirdim. Onun da resepsiyonuna gittim. Ne bileyim Süleyman Demirel’le de söyleyebilirdim. Onun da cumhurbaşkanlığında resepsiyona gitmiş sanatçılardan biriyim ben. Onlar böyle bir şeye yol açmadı.Dediğim gibi; Cumhurbaşkanı’nın insani tarafı fazla. İnsana dokunmayı biliyor. Herkesin derdiyle, sorunuyla uğraşmasını seven bir lider. Başka bir tarafı var. Galiba ondan dolayı... Sen de kendini bu duyguya yakın mı hissettin? - Evet. Ben tavrını, tarzını seviyorum. Bunu hiçbir yerde de inkar etmiyorum, her zaman söylüyorum.Benim kendisinin şahsına, liderliğine büyük saygım ve sevgim var. Emperyal ülkelerin 60-70 yıllık planları var Orta Doğu’da.Bir Müslüman lider çıkıyor, hem dünyadaki ekonomik çarka çomak sokuyor hem de diyor ki; “Kardeşim, siz kendi geçmişinize bakın”! Bizim sessiz düşündüğümüz şeyi seslendiriyor. İstediğin kadar başka bir ideolojiden gel ya da başka bir görüşten ol...Aslında bir sol liderin yapabileceği şeyler de yaptılar 15 yılda. Demokratik açılım paketleri, barış masası... Bunlar çok kolay işler değildir Cengiz.TRT Şeş’i kim kurdu? Köylerin Kürtçe isimlerini kim geri verdi? Hâlâ bu sorunu çözebilecek kapasitedeki tek lider Erdoğan’dır. Bu söylemlerin yüzünden eski mahallenden kovulduğunu, yalnızlaştığını düşünüyor musun? - Yok. Ben öyle kovulduğumu falan düşünmüyorum. Neden eski dostların Edip Akbayram kızıyor öyleyse sana? Onur Akın kızıyor, Arif Sağ kızıyor... - Evet. Ben de onlara kızıyorum. (Gülüyor) Karşılıklı kızıyoruz... Sen neden kızıyorsun onlara? - Kendi başlarına kalınca hiç mi düşünmüyorlar, “Hiç mi iyi bir şey yapmıyor acaba Erdoğan” diye? Beğendikleri bir şeyi söyleme cesaretleri var mı benim gibi? Onlar da bir koltukta oturuyorlar. Kimse kendi koltuğunu terk etmiyor.Kariyerizm solun en büyük hastalığıdır. Bütün dünyada da böyledir. İki tane güzel cümle edemezler iktidar için, konserlerimiz iptal olur, tepki alırız diye. İki tane iyi bir şey söyleyemezler mi Cumhurbaşkanı hakkında? Niye söylemiyorlar? - Asıl dürüst olan benim. Ben, tavır değiştirmiş, mahalle değiştirmiş değilim. Ben dürüst konuşuyorum. Onlar dürüst konuşmuyorlar. Valla bak dürüst değiller. Asıl politik davranan onlar. Ama sen bunları söyledin diye konserlerin iptal olmadı ki... - Ben söylediğim için yaşadıklarım bunlar... Bu ülke hepimizin ülkesi. “Şunu ne kadar güzel yaptı” dediğim zaman ben Erdoğancı mı olurum? Nazım Hikmet’in vatandaşlığını verdikten sonra bir teşekkürü hak etmiyor mu?Sol adına yıllarca müzik yapmış Zülfü Livaneli, Edip Abi ya da Arif Abi, Nazım Hikmet’in vatandaşlığını verdiği için ertesi gün telefon açıp Recep Tayyip Erdoğan’a bir teşekkür ettiler mi? Etseler ne olurdu?2009’da Nazım Hikmet’e vatandaşlığını verdiği zaman evde tek başımaydım. Televizyonun karşısında kendimi Erdoğan’ı ayakta alkışlarken buldum. Gözlerim dolu doluydu. O anda ulaşsam kendisine, teşekkür ederdim mesela.Yani demek istediğim şu: Bizim solcu arkadaşların da terk edemedikleri bir koltukları var. Onların da kırmızı plakaları var. Bu iktidarın yaptığı iki tane iyi şeyi söyleyemezler.“Aman konserimiz azalır” ya da “millet bize yalaka der, yandaş der” diye. Halbuki öyle değil abi. Güzel olan şey güzeldir. Kötü olan şey kötüdür. Sen kendini Erdoğancı olarak görüyor musun? - Sonuna kadar Erdoğancıyım. Hatta lütfen burayı büyük harfle yaz; FERİŞTAHIYIM... Ben Erdoğan’ı seviyorum. Oyumu da Erdoğan’a vereceğim seçimlerde. Bundan dolayı imtiyaz elde ettiğin eleştirilerine ne diyeceksin? - Asla öyle bir şey yok. İmtiyaz derken? Mesela kızın Türkü’nün TRT’ye program yapması... - Bir baba kızı için ne yapabilir Cengiz? Senin de kızın var, her baba yapar bunu. Türkü, 10 yıl Amerika’da okul öncesi çocuk psikolojisi okudu. “Ben ülkeme hizmet etmek, enerjimi ülkeme vermek istiyorum” dedi. Ülkesine döndü. Çocuklarla ilgili belgesel yapmak için bir işe soyundu. Sanki bu ülkede belgesel kanalı fazla da biz başka kanalın kapısını çalmadık. TRT Belgesel’deki ilk işi olmadı mesela. Onların dediği gibi imtiyaz olsa, o iş devam ederdi. Birinci bölümde yayından kalktı. TRT 1’deki programı hafta içi her gün yayınlanmaya devam ediyor... - Belgeselden 6 ay sonra başka bir proje geliştirdiler. “Evlilik Okulu” diye. TRT de sevdi projeyi, devam etti. Ama birinci işinde hani imtiyaz? Nerede imtiyaz? Yok... TRT 1’deki de ramazan öncesi kalkıyor. Bir sezon bir iş yapmış oldular. Bunun imtiyazla ilgisi yok ki. Bir baba evladı için ne yaparsa ben o refleksi gösterdim sadece... Başka bir niyetim olamaz ki benim. Kızımın da öyle bir niyeti yok. 5 yıl aradan sonra nisanda yeni albümün çıktı. Niye bu kadar ara verdin? - Kalbimle alakası var. Müzik ezbere yapacağın bir iş değil. O an geldi. Ruhum hazır hissetti ve albümü tamamlayıp çıkardım. Repertuvarı, çalmaları, kapak tasarımı derken 1 yıl sürdü. Annenin de bir türküsü var albümde... - Evet, “Gönül”. Orada bir “üç kuşak” durumu var. Kızımla beraber söyledim o türküyü. Babaannenin türküsünü oğlu çaldı, torunu söyledi... Annenin sağlığı nasıl oldu? - Annem Alzheimer hastası. İleri boyutta. Bir tek beni tanıyor. Alzheimer ile ilgili dünyada ciddi bir ilaç bulunmuş. Yetişir mi yetişmez mi, ne zamana çıkar o ilaç bilmiyorum. Hastalar üzerinde denemek için çalışıyorlarmış. Bir yol bulsam bak orada imtiyaz kullanmak isterim annem için... Baban? - Babam, Didim’de yaşıyor. İyidir herhalde. Görüşmüyor musun hâlâ? - Babam ve kardeşimle görüşmüyorum. Biliyorsun 5-6 yıl önce Ahmet Hakan’a verdiğim röportajdan sonra Halk TV’ye Uğur Dündar’a çıktılar. Mektup yazdılar falan. O doğru bir şey olmadı. Ondan sonra hiç görüşmedin mi? - Yok, görüşmedim. Onlarla hiç alakam yok. Allah uzun ömür versin ikisine de. Kardeşini ve babasını bile silecek kadar nasıl sert olabilir insan? - Sertlik değil... Gücüme gitti. Kol kırılır yen içinde kalır. Benim dediğim şey çok abartıldı. Zaman geçtikçe gerçekten bir komplonun içine atıldığımı düşünmeye başladım.Çünkü Gezi’de hayatını kaybeden çocuklar için kurduğum cümlede, söylemek istediğim o değildi. Ateşe benzin döktü kardeşim ve babam da... Ben de dedim ki; “Olacak iş mi”!Ben öyle bir abi, öyle bir evlat da değilim. Ben hayırlı bir evladım. “Bana bile bunu yaptılarsa, yapacak bir şey yok” dedim. Çok kötü dönemlerdi. O dönemleri hiç hatırlamak istemiyorum. O 1 yıl kötüydü. O zor döneminde dostlarından destek gördün mü? - O 1 yılda biraz önce saydığın isimler arasında, mesela Onur Akın, ki benim 1987’den beri arkadaşımdır, bir kez bile bana telefon açıp kapımdan içeri girmiş değildir. Böyle dostluk olmaz abi.Dost dediğin, Ahmet Telli gibi olur. Ahmet Telli, “Sen benim 25 yıllık dostumsun. Söylediklerine katılmıyorum ama sen benim dostumsun.Seni bırakmam ama söylediklerini tartışırım” dedi bana.Bana tek sahip çıkan ise Recep Tayyip Erdoğan oldu. Ben bu ahde vefayı mezara kadar taşıyacağım.Kızımın her gün ağladığı, benim her gün ağladığım, içe kapandığım, hayattan yok olup gitmeyi bile düşündüğüm, ülke değiştirmeyi düşündüğüm bir dönemde bana sahip çıkan insanı ben artık satamam. Satmam.Geri vites yok bizde. Bir insan kötü günündeyken birinci derece yakınları zaten oluyor ama ben ne babamı, ne kardeşimi ne de dostumu gördüm yanımda. Albümün adı neden “İhsan”? - “İhsan”ın anlamından dolayı... Çok büyük bir anlamı var. İhsan demek, kötülüğe karşı yapılan iyilik demek. İhsan demek bağış demek, iyilik demek, cömertlik demek. O yüzden içine o yazıyı yazdım.İçinde bir yazım var.Tek kelimeyle nasıl ifade edebilirim diye düşündüm. Yarım asırlık bir hayat. Geriye gerçekten onlar kalıyor. İnsan hayattan giderken iyilik, cömertlik ve bağışlamak arıyor. O yüzden “İhsan” koydum albümün adını... Senin albümündeki “İstanbul” mu, Onur Akın’ın “Bekle Bizi İstanbul”u mu? - İkisi de farklı tabii... Benim albümdeki İstanbul çok farklı duyguyla yazılmış.Eşi kaza geçiren ve 6 ay bitkisel hayatta kalan bir arkadaşım yazdı o şarkıyı.Kazadan sonraki ruh halini anlattığı bir şarkı. Öbürü tabii başka bir şarkı.Rahmetli Vedat Türkali’nin şiiri. Yıllarca hepimizin bildiği, okuduğu bir şarkı...Benim de öyle şarkılarım vardır geçmiş dönemde. MESAM’daki görevi niye kabul etmedin? - MESAM zor iş be Cengiz. Niye zor iş? Yönetimde yer almıştın daha önce... - Daha önce yönetimde 6 ay zor dayandım. İstifa ettim. Zor bir yer... Yoksa Bakanlık tarafından atanmış olmayı mı istemedin? - 20 yıldır 20 adam yönetiyor bu meslek birliklerini. MESAM’ı da, MSG’yi de, MÜYORBİR’i de... Niye holding gibi bir CEO getirip koymuyorsun başına? Ne işi var yönetimde sanatçıların, türkücülerin, şarkıcıların? . MESAM’da Orhan Gencebay’ı mı destekliyorsun, Arif Sağ’ı mı? - İkisini de desteklemiyorum. Çünkü bir şirket kafasıyla yönetilmesi lazım. Almanya’daki telif kuruluşu GEMA’nın yönetim kurulunda bir tane müzisyen bulamazsın. Peki sen neden başkanlığı kabul etmedin? Yine eleştirileceğim korkusu mu? - Yok... Kızımı kırmadım. “Baba, Allah aşkına, bu işi kabul etme” dedi. Baktım ki ağlıyor, gözü yaşlı, istifa ettim. Bıraktım. Tekrar aynı şeyler olacak diye. 20 yıldır, bütün bestecilerin, bütün söz yazarlarının rüyası, hayali ne biliyor musun? İki meslek birliğinin birleşmesi. Peki bu iki meslek birliği niye birleşmiyor 20 yıldır? Koltuk ve iktidar kavgasından... - Yöneticiler, ideolojisine bakarsan hangi kültürden geliyorlar? Solcular değil mi? Mangalda kül bırakmıyorlar özgürlük, eşitlik vs. deyince. “Niye birleşmiyorsunuz kardeşim 20 yıldır?” deyince adım çıkıyor. Birleştirin kardeşim o zaman. İki meslek birliğinin yıllık gideri 12 milyon TL. Bir meslek birliğine düşse o para 5 milyona inecek, kalan 7 milyon bestecinin, söz yazarının cebine girecek. Yazık değil mi? Bunu herkes söylüyor ama kimse yapamıyor... - Üstelik bu arkadaşlar sol tandanslı arkadaşlar... İktidarda olamamalarının dünyada da sebebi böyle. Dünyada hiçbir tarafta yok solcular. Ben dünyadaki bütün sola çalıştay öneriyorum. 1991’deki şartlı tahliyeden sonra yapılan toplantılar vardı, hatırlıyor musun? İçinden ÖDP çıkmıştı. Dünyadaki bütün sola öyle bir çalıştay öneriyorum. Oturun şapkalarınızı önünüze koyun. İngiltere’de yoklar, Amerika’da yoklar, Batı Avrupa’nın tamamında yoklar. Beyaz Saray’ı da kaybettiler. Dünyada sol iktidar yok. Niye yok? Oturun bir düşünün. Niye “oturun bir düşünün” diyorsun, “oturalım bir düşünelim” demiyorsun? Kendini solcu olarak görmüyor musun? - Abi ben bıktım 30 yıldır. Kendini solcu olarak tanımlamıyor musun artık? - (Gülüyor) Ben sol değerlere inanan bir insanım. Biz görmeyeceğiz bunu ama ben dünyanın daha iyi yönetileceğine inanıyorum. İnsan vicdanına daha yakın bir sistemin geleceğini düşünüyorum. Kapitalizm böyle gitmez. Kapitalizm denen ne idüğü belirsiz bir canavar. “Milletvekilliğini düşünmüyorum” dedin. Danışmanlık, belediye başkanlığı falan mı düşünüyorsun? - Hiç bilmiyorum valla ne yalan söyleyeyim. Şu an düşünmüyorum siyaset. Biliyorsun son 20 yılda birçok partiden milletvekilliği adaylığı teklifi aldım, kabul etmedim. Belki de Cumhurbaşkanı’nın kültür sanat danışmanı olursun... - O Reis’in takdiri. Onu bilmem. Benim öyle bir talebim yok ama ülkenin kültür sanatına büyük katkım olur. Çünkü gerçekten yaş gereği bizim hayatımız çok zengin Cengiz. Babam öğretmendi. Askerlikten sonra da kara trenlerde geçti ömrüm. Binlerce düğünde çaldım, çalışmadığım yer kalmadı, müzikte ve kültür sanatta çok fazla tecrübem var. 70 yaşına gelince evin köşesine çekilip ölmeyi beklemek yerine, bu tecrübeyi gelecek kuşaklarla aktarmak gerekir. AK Parti’den de teklif geldi mi? -Yok. AK Parti’den hiç teklif almadım. Daha çok CHP’den almıştım. ÖDP’den aldım. SHP’den almıştım Murat Karayalçın döneminde. Hatta İstanbul’dan büyükşehir belediye başkanlığı teklifi almıştım. Ama cesaret edemedim. “Enstrümansız Okul Kalmasın” projesinin fikir babasısın, ne durumda proje? - Araya seçim girdi ama şimdi ciddi bir kampanyaya başlıyoruz. 2023’te, Cumhuriyet’in 100. yılına inşallah. Bunu önemsiyorum. Enstrümana dokunan çocuk kin beslemez, düşmanlık yapmaz, bu çocuktan terörist olmaz. O yüzden bizim bu yaptığımız işin kıymeti 10 yıl sonra anlaşılacak. Nasıl bir yol izleyeceksiniz? - Milli Eğitim Bakanlığı ile ilerliyoruz. “Sanat Hayattır” diye bir dernek kurdum. Bu derneğin yönetim kurulu başkanıyım. Bir protokol imzaladık bakanlıkla.Türkiye’de 12 bin ilkokul, 27 bin ortaokul var. 39 bin okulun sadece 3 bin 800’ünde müzik odası var. Biz bu müzik odalarına ortalama 20’şer bağlama ve birer piyano koyacağız. Benim derdim bu sayıyı 2023 yılına kadar 10 bin okula çıkarmak... Arif Sağ’la röportaj yaptığımda senin bağlama virtüözü olduğunu söyledim... - Ben hiç virtüöz olmadım. Geçtim virtüözlüğü, “Ben Yavuz Bingöl’ü tanımıyorum” dedi... - Doğrudur. Sonra da “Onu bizim başımıza siz çıkardınız, bakın gördünüz işte arkadaşınızın ne olduğunu” dedi. Kırgınlığın devam ediyor mu Arif Sağ’la? - O bizim hocamız, büyüğümüz. Benim ona bir saygısızlığım söz konusu olamaz. Benim 30 yılıma şahitlik etmiş bir insandır Arif Abi. Benim annemin yakın arkadaşıdır. Annemle onlarca konseri vardır. Şahsenem Bacı’nın oğlu Yavuz’un bütün müzikal sürecine tanıklık etmiş bir hocadır. O yüzden öyle onun dediği gibi tesadüfen gelmiş biri değilim. Müzik de öyle bir şey değildir. Sanat o tip şeyleri kaldırmaz. Müzik ve sanat dünyasına paraşütle inip de bir yer edinemezsiniz. İşin yetenek kısmı ayrıdır, değişim ve mutfak kısmı ayrı. Buralara şahitlik etmiş biridir. O politik olarak kızgınlığından öyle diyor. - Benim müziği yoğurma şeklimden dolayı benim kitlem oluşmuştur. Piyanom, bağlamam, ses aralığım, sesimdeki tını, ilk çıktığım zaman yaptığım röportaj, konuştuğum cümle ile ilgilidir Yavuz Bingöl’ün inşası... Tuğlalar öyle konmuştur. Öyle Arif Abi’nin dediği gibi değildir, kusura bakmasın. Onlar senin tuğlaları yıktığını düşünüyor... - Çok öyle değil. Mesela Artvin’e konsere gittim. 20 bin insan vardı. Tek çatlak ses yoktu. O kitle senin eski kitlen mi? - Bizim birbirimize karşı bir kırgınlığımız var...Solcular hâlâ kayıtsız değiller aslında benim yaptığım müziğe.Tamamen silmiş değiller ama böyle karşılıklı bir kırgınlığımız var tabii. Çünkü beni de çok yalnız bıraktılar zor dönemimde.Söylediğimin altından yok düşkün, yok yalaka gibi şeyler çıkarmaları hiç yakışık almadı.Çünkü ben tavrı ve tarzı olan biriyim. Bir yoğurt yiyiş şeklim var. Hayatı yaşama şeklim var. Felsefem başka türlü...Beni yakından tanıyan insanlar bilirler. Yavuz’un demek istediği şudur derler. “Asla böyle bir şey yapmaz. Asla bunu demek istememiştir” diye düşünürler. Bilirler.Ama onlar bildikleri halde düşmanlık ettiler. O da benim zoruma gitti. Eski dostların senin Microsoft toplantısından “Kahrolsun emperyalizm” diye çıktığını bile biliyorlar... - (Gülüyor) O çok komik bir hikaye... Anlatsana... Yanında Mahsun Kırmızıgül de vardı değil mi o sırada? - Evet. Mahsun, Microsoft’la anlaşma yapmak üzereydi. 20 yıl önceki olay bu. Microsoft’un o zamanki genel müdürü bilgisayarın ve işletim sisteminin gelecekte ne kadar kıymetli olacağını, bilgisayarın yararlarını anlatıyordu. “Biliyorsunuz, Kuzey Irak Savaşı’nda, Amerika bir düğmeye basıyor, oradan bombayı atıyor” dedi. O, örnekleri çoğaltınca, ben de toplantıda “Kahrolsun emperyalizm” dedim. Mahsun’un bütün işleri bozuldu. İmza falan kalmadı. Soğuk su içildi (Gülüyor)... Ama Amerika, İngiltere olmasaymış, dünya daha yaşanılır bir yer olurmuş. Belki de bu geçmişini bildikleri için eski arkadaşların cephe alıyorlar sana... - Olabilir. Ben yine aynıyım. Boş ver... Ben de birazcık üstlerine gittim. Bilerek gittim. Çünkü insan kırıldığı, küstüğü zaman, yaptığı şeyler belli olmuyor... Ben de kırıldım, küstüm, gönlüm kırıldı. İnsan tabii böyle durumlarda söylediği şeyleri tekrar oturup düşünüyor, değerlendiriyor. Mesela Ahmet Hakan’la o röportajı bugün yapsam aynı şeyleri yine söylerim. Gezi’de çocukların ölmesini benim mazur gösterebileceğimi kim söyleyebilir? Geçsinler o işleri... O konularda ayıp ettiler.Çok fazla ileri gittiler. Kantarın topuzunu onlar kaçırdı. 30 yıllık Yavuz Bingöl, yıllarca mücadele etmiş, hayata dönüş operasyonlarına, yurtdışına gidip cezaevinde ölen mahkumların ailelerine konser vermiş...Ben göze alıp 5 ülkede konser yapmışım. Devleti de MİT’i takip etmiş beni. Bunları yapan Yavuz Bingöl, Gezi’de çocukların ölmesini mazur gösterir mi?Bu ne ahmaklıktır, geri zekâlılıktır? “Ben Gezi’nin ilk 1 haftasına kefilim” dedim. Hâlâ aynı şeyi söylüyorum. Fethullahçı polislerin şiddeti 100 kat artırdığı ortada. Bunların olmaması için, sen de çok iyi biliyorsun, başbakanlığa giden son grubu biz örgütledik. Biliyorum, bizzat arabulucu olmaya çalıştın... - Tabii. Ama bir garip dönemdi. Şimdi bak ne kadar büyük organizasyon olduğu belli. O açıdan gönlüm rahat. Benim vicdanım rahat. Dediğim gibi, o röportajı şu an yapsam, yine aynı şeyleri söylerdim.