Şehrin keşmekeşinde, yetişememenin
tedirginliğini bir türlü üzerinden atamayan tahammülsüz insan,
çarpıştığı muhatabının yüzüne dahi bakmadan kuru bir ‘pardon’ ile
tıpkı bizim kendimizden uzaklaştığımız gibi hızla uzaklaşırken,
hâkimiyetini kaybediyor olduğumuz bu hayatın dünya ve ahiret
saadeti getireceğini kim iddia edebilir ki?
Bugün, insanoğlunun yaşıyor
olduğu sorunların büyük bir kısmının, öğretilmiş, telkin edilen
daha doğrusu dayatılan hızlı yaşam biçiminden kaynaklandığını
söylemek için yeterince soruna sahibiz. Hızımızı
yavaşlatabildiğimizde, yaşantımızın derinlikli bir halden gittikçe
daha yüzeysel, yavan, duygusuz, doyumsuz, materyalist hale
gelmesinde ve içtimai sorunların temelinde, insanı en çok tahrip ve
tahrif eden unsurun hızlı yaşam olduğunu görebiliriz.
“Kâinatta her şey zıddıyla
kaimdir.” denilerek, zıtlık kavramı üzerinden yaşam düsturlarımızın
ana ve esaslı bir hususuna dikkat çekilir. Bu nedenle, içimizde ve
onun dünyaya yansıması olan içtimai hayatımızda; zulüm
yerine merhamet, açgözlülüğe karşı paylaşma, kibre karşı
mütevazılık, bencillik yerine diğerkâmlık ve hız yerine yavaşın yer
alması durumunda dünyanın nasıl bir yer olacağını tahmin etmek zor
değil.
Yavaşın vadettiği tüm güzelliklere
rağmen, hız ve haz eksenli dünya tarafından telkin edilmemesinin ve
dayatılmamasının tek nedeni modern tüccarlar tarafından karlı
bulunmayışı. Buna rağmen yavaşlık, dur durak bilmeden
üretenleri dizginleyen, terbiye eden, onurlu bir başkaldırı
iddiasını kaybetmiş değil. Aynı zamanda hiçbir kelimenin
olmadığı kadar insancıl; çünkü insan yavaşladığında, kendini
bilme/bulma yolculuğunda muazzam bir fırsatı elde edebilir.
Zaman fakiri olduğumuz ve bu
sebeple yakınmalarımız ayyuka çıkmışken, hayatı kolaylaştırdığı
söylenen hızlı yaşam araçlarının, kendimize daha fazla vakit
ayırmamızı sağlamadığı gerçeğinin farkında değiliz. Hız,
sahip olduğu teknoloji, pratiklik ve diğer planlama araçlarıyla
zamanın tamamını kendi çıkarı için kurgulamaya çalışan art niyetli
bir yaşam düşmanına dönüştü.
Bu hız araçlarını kullanarak
dünyevi, profan ve derinliksiz hale getirdiğimiz hayatımızda,
sevincimizi ve üzüntümüzü dahi artık belirli dakikalar arasına
sıkıştırmak zorundayız. Çünkü güzel/mutlu yaşam modeli olarak
önümüze konulan ve tüketmemiz gereken hazlara erişmek için hızlı
olmamız gerekiyor.
Hız, dünyevî beklenti içerisindeki
insan için elbette oldukça önemli. Fakat tamir edilmesi
gereken Kâbe’ler, alınacak gönüller, tebessüm edilecek çocuklar,
duasına muhtaç analar ve biriktirilmeyi bekleyen hatıralar için
hiçbir anlam ifade etmiyor.
Bu nedenle hızın;
hoşgörüsüz, açgözlü, tüketen, saldırgan ve rakamlardan
oluştuğunu, yavaşlığın ise; sabırlı, sakin, içe/öze bakan,
derinlikli, düşünen ve harften oluştuğunu akıldan ve gönülden
çıkarmamak gerekiyor. Yavaşlık, sırf insana sunacağı bu
katkının gerçekleşme ihtimalinden dolayı, kulaklara küpe, dillere
pelesenk edilmeyi fazlası ile hak ediyor.