Yassıada anıları azap dolu
Abone olIlıcak bugün A. Hamdi Sancar'ın İmralı'ya gidişini kendi ifadeleriyle aktardı. İşte yürek burkan anılar:
Dünden Bugüne Tercüman'da Nazlı Ilıcak'ın kaleme aldığı Yassıada
olayında anlatılanlar insanın yüreğini burkuyor. Ilıcak bugün A.
Hamdi Sancar'ın İmralı'ya gidişini kendi ifadeleriyle sayfaya
aktardı; “Biz, idamlıkları arkadaşlarımızdan ayırdılar, ellerimiz
arkadan kelepçeli olarak, iskelede bekleyen hücumbotun dar bir
kamarasına indirildik. Merhametsizliği ile ün yapan Sarı Teğmen de
başımızda. Bir ara üzerimizde bel kemerinden mendile, saatten
kaleme ve deftere kadar ne varsa alacaklarını ve bir paket yaparak
yarın mirasçılarımıza teslim edilmek üzere göndereceklerini
söyledi. Emir, emirdi... dediğini yapmaya başladık. Cep defterimin
arasında birbuçuk yaşında torunum Serhat'ın bir resmi vardı Sıra
ona gelince teğmen'e, bunu bana bırakmasını ve son gecemi onunla
beraber geçirmek istediğimi söyledim. Fotoğrafı hoyratça elimden
aldı ve muzaffer bir kumandan edasıyla: -Öbür dünyada beraber
kalırsınız... diye gürledi. Rahmetli Zorlu, Yassıada'da çok
zayıflamıştı. Onun çektiği çilelere başka kimse dayanamazdı zaten.
O da eşyalarını teğmene veriyorken, bir ara durdu, pantolonunun
zayıflayan bedenine göre bollaşan kemer kısmını göstererek,
kayışsız bunu nasıl tutarım, müsaade etseniz bari... dedi. Sarı
Teğmen, kayışın tokasından tutarak sert bir çekişle Zorlu'nun
üzerinden sıyırdı ve aldı. Zorlu irkilmişti, fakat her zamanki
vakur ve cesur edasıyla hemen toparlandı, pantolonunun bel kısmını
birbiri üzerine kıvırarak darlaştırdı ve içine soktu. Sonra mağrur
bir bakışla teğmene dönerek (zararı yok bunun da çaresini
bulduk...) dedi. Ondan sonra yol boyunca bize Türkiye'nin Ortak
Pazar karşısındaki ekonomik durumu hakkında geniş ve faydalı izahat
verdi. Sanki ölüme değil, bir vazife seyahatine gidiyor gibi idik.
İDAM HÜCRESİ Çamurlu, kireç kokulu bir mezar gibi dar ve loş bir
hücrede ellerimiz arkadan kelepçeli, tam bir gece boyu kaldık. İdam
için sıramızı bekliyorduk. Garip gelecek amma, alışmıştım da,
ölümle bir nevi dostluk kurmuştuk. Bir gün sıra ile ve tabii
tomsonlar arasında götürüldüğümüz Yassıada'nın şüphesiz asker olan
berberi beni tıraş e diyordu. Göğsüme beyaz berber önlüğünü
geçirmişti, aynada kendimi bu halimle görünce idamı düşündüm. Beyaz
berber önlüğü, idam gömleği gibi göründü, başımı bir yana eğdim ve
dilimi sarkıttım, aynada kendimi seyrediyor ve idam provası
yapıyordum. Berber çocuk farkına vardı, sordu, anlattım. Saf ve
masum Anadolu evlâdı hazin bir sükûta daldı, sarardı ama ses
çıkaramadı. Bu alışkanlıklar sayesinde idam gecesi hücremde
rahattım. Hattâ inanılmaz ,birkaç saniye kestirdim de... Yarı rüya,
yarı hayal, gözlerimin önünden bütün aile efradım ve sevdiklerin
geçiyor, galiba veda ediyorlardı. Kafilenin en sonunda o zaman 14
yaşında olan oğlum Ali gelmişti. Ötekiler uzaklaşırken o durdu,
gözlerime bakıyor ve bekliyordu. Ayrılmak istemiyor gibi idi, bir
süre bakıştık. Nihayet: -Hadi oğlum, sen de git, yalnız kalma... Ve
bil ki, baban ölüme gönül rahatlığı içinde gidiyor. Sana da miras
olarak namuslu ve şerefli bir hayatın hikâyesini bırakıyor, diye
mırıldandım. İDAMDAN KURTULUŞ Tam sıra bana geldi diye düşünüyordum
ki, bir teğmen hücreye girdi: -Geçmiş olsun, cezan müebbete
çevrildi, dedi. Birkaç saniye donakaldım. Sonra bu ruh ve beden
buzulu çözülmeye başladı, eridi, kurtulduğuma çok seviniyordum, hem
hayat o kadar tatlı idi ki... Kalan ömrümüz hep o hücrede geçecek
de olsa yine de tatlı. Hissettiklerim buydu. Kelepçelerimiz
çözüldükten sonra hücrelerden çıkardılar hafif sabah aydınlığında
ahşap bir salona alındık. Zemin tahta idi ve ayak bastıkça
gıcırdıyordu. Başta Sayın Bayar olarak sıra ile sekiz kişi arka
arkaya dizildik. Hücreler sadece on tane olduğu için
arkadaşlarımızdan Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ve
Genelkurmay Başkanı Erdelhun alt katta bir yerlere alınmışlardı.
Ada kumandanı ve savcı idam cezalarının müebbete çevrildiğini
resmen bildirdikten sonra aşağı kata indirildik. 12 kişi tamam
olmuştu. Noksan olan rahmetli Zorlu ve Polatkan idi. İdam
edildiklerini kesin olarak ben orada anladım. MENDERES'İN İDAMI 17
Eylül öğle sıraları idi. Subaylar sağ, sola koşuşturuyorlardı.
Olağanüstü bir şeyler vardı. Hırslı bir subay koğuşun kapısını
açarak “Herkes yatağına girsin ve pencereden dışarı kimse bakmasınî
diye gürleyerek uzaklaştı. Menderes'in İmralı'ya getirilmiş
olduğunu sezgilerimizle anladık. Bir ölüm sükûnu çöktü. Şüphesiz
asacaklardı. Zorlu'yu ve Polatkan'ı asanların onu sağ bırakmaları
beklenemezdi. Hepimiz bu müthiş saniyelerin kahredici heyecanını
yaşıyorduk. Bir ara önümüzdeki binaların arkasından yüksek bir
sesle yazılı bir şeyin okunduğu duyuluyordu. Ama söylenenler
anlaşılamıyordu. İdam formalitesi olarak hüküm hülâsasının
Menderes'in yüzüne karşı okunmakta olduğu tahminine vardım.
Yüreklerimiz göğsümüzden fırlayacak gibi atıyordu. Sanki zaman
durmuş, güneş sönmüştü. Allah, Allah... diye bir ses duydum.
Arkasından gökyüzünde dolaşan bir tek bulut sanki birden eridi,
yağmur oldu, boşandı, tabiat ağlıyordu. Felekler gözyaşı döküyordu.
Dışardan motor sesleri gelmeye başladı. Yavaşça başımı kaldırarak
pencereden baktım, Kızılay flâmalı bir jeep ve arkasından askeri
arabalar geçtiler. Demek Menderes'in aziz na'şı tepedeki kabrine
götürülüyordu. Bu arada koğuşun kapısı açıldı ve içeriye Ada'da
edepsizliği ile ün yapmış bir deniz yüzbaşısı, sonradan Menderes'i
getiren hücumbotun komodoru olduğunu öğrendiğimiz bir başka yüzbaşı
ile içeri girdiler, Menderes'in asıldığını resmen haber verdiler.
Yüzlerinde renk yoktu. Sank ibir irin kaplamıştı yüzlerini.
Arkadaşımız Kirazoğlu yanık ve davudi sesiyle Kur'an'dan bir sûre
okumaya başladı. Gelen subaylar mâni olmak istediler, fakat artık
onları dinlemiyorduk. Kirazoğlu okumasına devam etti. Biz de
İslâmiyetin ilk günlerinde Mekke müşriklerinin korkusundan
mağaralara sığınarak ibadet yapan ilk Müslümanlar'ın huşuu içinde,
o lâhuti sesin ihtizazları içinde eriyorduk sanki... Artık bu
dünyada Menderes yoktu. Artık bu milletin mazlum ve masum evlâtları
öksüzdü. Hepimiz öksüzdük. 1961 senesinde idik. Ve biz hâlâ
sadrazamların başını alıyorduk. Ne hazin tablo idi Yarabbi. Dilerim
bu milletin çilesi orada bitmiş olsun.î MENDERES'İN SON SAATİ
Sehpaya giden yol üzerinde Menderes gözlerini ileriye dikmiş, bir
şeyler kuruyor, bir şeye hazırlanıyor gibiydi. Bu yol Arnavut
kaldırımındandı. Arada bir başgardiyan ve ötekinin ayakları
takılıyor, Menderes ise sendelemeden ilerliyordu. Yolun dönemecinde
birdenbire sehpayla karşılaştılar. Bir an duraladı ve baktı.
Ellerinde tomson bulunan jandarma erleri üçer adım aralıklı yolun
iki yanında yer almışlardı. Çoğu gözünü, bir devre adını veren
Başbakan'a çevirmiş, nemli bakışlarla hafızalarının derinliklerine
yerleştirmek istercesine, onu seyrediyorlardı. Son sözleri şunlar
oldu: "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, Devletim ve
Milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda, karımı ve çocuklarımı
şefkatle anıyorum!" Çingene cellât Kemal Ayson yağlı ilmiği
Menderes'in boynuna geçirdi. Yine bir an Menderes etrafına bakındı.
Acı acı baktı. Bu son bakışı oldu. Aynı anda müebbed hapse mahkum
olanların koğuşunda ibret verici bir konuşma cereyan ediyordu.
İbrahim Kirazoğlu Kur'an okuyor, Bahadır Dülger de ona refakat
ediyordu. Koğuşta kimsenin kıpırdamaması ve dışarı bakmaması için
görevlendirilmiş bir subay müdahale etti ve şöyle dedi: "-Kur'an
okumak için kimden izin aldınız?" "-Adnan Menderes mutekid bir
insandı onun için okunuyor işte!.. Bunun için de izne lüzum yok...
Okunur!.." cevabını aldı. Görevli subay bir şey söylemeye cesaret
edemeden koğuştan dışarı çıkmıştı. Tam bu esnada da yağmur sağanak
halinde idamın infaz edildiği yerin üzerine yağıyordu. Bu yağmur,
Adnan Menderes'in nâşını mezara kadar takip edecekti. Menderes'in
arkadaşları hiçbir şey yapamamanın hüznü içinde bitkin, ıstırabın
altında ezik, perişan haldeydiler. Hemen hemen hepsi, daha çok
penceresi infazın yapıldığı tarafa açılan koğuştakiler yüksek sesle
"Allah!" diye bağırıldığını duymuşlardı. Sağdan soldan hıçkırıklar
geliyordu. Berrin Menderes bir gün dahi aksatmadan eşi Adnan
Menderes'e o 9-10 satırdan oluşan mektupları gönderiyordu. Çünkü,
50 kelimeyi aşan mektup yazmak yasaktı. Bütün hasret ve sevgi o 50
kelimenin içine sığdırılacaktı. Menderes'in Berin Hanım'dan aldığı
son mektup, 10 Eylül 1961 tarihini taşıyordu. Yarısı yırtılarak
kendisine verilmişti. Menderes'in eline yarısı yırtık olarak ulaşan
mektup şöyleydi: "Elimde kalem düşünüyorum. Bu tarifi imkânsız
muzdarib günlerimizde sana ne yazayım... Sonra orada yapayalnız
kıvranırken sana ne söyleyeyim. Bu kadar büyük ıstırap karşısında
halâ böyle mânâsız konuşulur mu diyorum. Halbuki seni biraz
oyalayabilecek, kendini unutturacak ne söyleyebilirim ki! İşte
bazen kendimizden, çocuklardan, derslerinden anlatıyorum o kadar.
Allah bugüne kadar sabır ve metanet ihsan eyledi. Yalvarırım sana,
metin ve sabırlı ol. Huzur-ı kalp içinde olman lâzım..." Ve Berin
Hanım'ın mektubu işte bu noktada kesiliyordu. İdam sehpasına çok az
mesafede bulunan bir muzdarip başbakana, yetkililer eşinin birkaç
satırını daha çok görmüşlerdi. Ya Adnan Menderes'in yazdığı en son
mektup hangisiydi? 14 Eylül 1961 tarihli mektubunda Menderes şöyle
diyordu: "Berin'im, hayatım; dün o kadar bekledim, mektupların
gelmedi, hüznüm bir kat daha arttı. Bugün alırım inşallah. O
dayanılmaz hasretini bir derece hafifleten, ayrıca heyecan veren,
sevgini getiren, nefes alma imkânı veren mektupların... Uykumda da,
uyanıkken de hep onlar beni meşgul etti, en büyük acılara onlar
sayesinde katlanabildim. Binlerce teşekkür ve minnet. Görülmemiş
bir sevgi ve iştiyakla güzel yüzünü öperim Berin'im." Bu mektubu
yazdığının gecesi Menderes kendisine yapılan iğnenin tesiriyle
komaya girdi. Bu olay "bir intihar gibi" kamuoyuna sunuldu.
Menderes 15 Eylül'de komadaydı. Ama Yassıada'da görevli bulunan
Üsteğmen Mehmet Taşdelen "intihar" olayının meydana çıktığı günün
sabahı (15 Eylül'de) mektupları elden geçirirken, Menderes'in 15
Eylül tarihli mektubuna rastladı. Akla gelen tek ihtimal,
Menderes'in 14 Eylül'de kaleme aldığı bu mektuba karar günün vakit
bulamayacağı düşüncesiyle "15 Eylül" tarihini atmış olmasıydı.
Mehmet Taşdelen'in not defterinden aldığımız 15 Eylül tarihli
mektup şöyleydi: "Berin'im benim, 8 ve 2 adet de 10 tarihli 3
mektubunu aldım, hakikaten eşsiz ıstıraplar çektik. Benim
ıstırabımın aslı sen ve siz, hasretimiz. Bir dağ başında tek
başımıza olsaydık, bir ıstırabım olmazdı. Mektuplarınla her an
yetiştin ve bu sayede hasretin acısına dayanabilmek imkânını
bulabildim. Çocukları en derin hasret ve sevgiyle kucaklarım. Sana
o kadar içten sevgi ve duygularla bağlıyım ki, böyle bir hasret ve
sevgi ile seni binlerce, binlerce öperim. Biricik Berin'im benim."
Rahmetlinin sürekli yanında olan Yüzbaşı Kâzım Çakır'ın bizde
bulunan hatırasına göre ise, Menderes'in son mektubu 16 Eylül
tarihini taşıyor: 16 Eylül 1961 saat 21.40'ta kaleme alındığı ifade
olunan bu satırlarda, Menderes oğlu Yüksel'e hitaben şunları
yazıyordu: "Yüksel oğlum, Mektuplarınızı muntazaman alamamanın
hüznü içindeyim. Annenizin etrafında toplandınız. Çok memnun oldum.
Bana teselli kaynağı oluyor. Sana, hepimize itimadım tamdır.
Hakkımda müsbet düşünün. Rabbim sabır ihsan etsin. Beşerî zaaflar
insanlarda mevcuttur. Söylenenlere, etrafa inanma, Herkese yardım
et. Bankalardan asla tavassut etme. Bulunacağın mevkilerde inat
etme, kararlı ol. Bütün bu olanlardan sonra, benim mefkûrem olan
millete, vatanına varlığınla hizmet et. Ruhumla daima sizinleyim.
Sizi şefkatle anıyorum. Hakkınızı bir kere daha helâl edin. Benden
helâldir. Hepinize hüzün ve heyecanla hitap ediyorum. Yanınızdayım.
Sonsuz, dayanılmaz, hissedilmemiş bir özleyişle ve gözyaşları ile
hepinizi öperim." Bir veda mesajına ve vasiyete benzeyen bu
satırlar, Yassıada'da görev yapan Yüzbaşı Kâzım Çakır'ın iddiasına
göre, Menderes komadan çıktıktan sonra 16 Eylül gecesi 21 civarında
kaleme alınmıştır. Menderes bu mektubu Kâzım Çakır'a 17 Eylül
1961'de, odasından ayrılmadan önce vermiştir. Yüzbaşı Çakır'ın
anlattıklarına göre, Egesel, Çakır'ı Menderes'in odasına yollamış,
Çakır, Menderes'e "Deniz Haztanesi'nre tedavi için gönderileceğini"
söylemiş, Menderes de o sırada yüzbaşıya bir dua kâğıdı ve
Yüksel'in mektubunu teslim etmiştir.