Yaşar Nuri hakikati gördü!
Abone olCHP'li Yaşar Nuri Öztürk ile parti yönetimi arasında köprüler atıldı. Ağır sözlerini köşe yazısından sürdüren Öztürk, partisi hakkında zehir zemberek sözler sarfetti.
İşte sözleriyle çok tartışılan CHP'li Yaşar Nuri Öztürk'ün
Satar'daki köşe yazısı: CHP benden niçin rahatsız? Bu yazdıklarımın
muhatabı asla ve asla CHP seçmeni, CHP tabanı, CHP teşkilatı
değildir. Onları seviyorum, bağrıma basıyorum. Onlara asla
küsmedim, öfkelenmedim. Hangi şartlar altında çalıştıklarını çok
iyi biliyor, onlara saygı duyuyorum. Onlara kötülük yapıldığını,
canla-başla çalıştıkları partilerinin misyonunun bir 'ekip'
tarafından tarumar edildiğini görüyor, onların acılarını içimde
hissediyorum. Ve onlar için, onların geleceği için konuşuyorum.
Bana verdikleri oyların haysiyeti adına konuşmaya devam edeceğim.
Onları asla aldatmayacağım. Gelelim söyleyeceklerimize: CHP merkez
yönetiminin beni, samimiyete asla yakışmayan bir tavırla
dışlamasının arka planında ne var? CHP'nin benden kurmaylar
düzeyinde rahatsızlığı, bundan iki-üç ay kadar önce çıkan 'Kur'an
Verileri Açısından Laiklik' kitabımla belirginleşti. CHP'de benden
rahatsız olan bazı kişilerin varlığını daha ilk günden biliyordum.
Bunlar ideolojik saplantısı olan koyu materyalist bazı
partililerdi. Meclis koridorlarında fısıltı halinde beni
çekiştiriyor, daha görür görmez, birbirlerine beni göstererek
alaylı bir sırıtmayla 'Hoca efendi geliyor!'diye mırıldanıyorlardı.
HAS ADAMIN SÖZLERİ Onlara göre ben; eserleri yabancı dillere
çevrilen, hakkında yirmiye yakın üniversiter tez yapılan Prof. Dr.
Yaşar Nuri filan değil, sadece hoca efendi idim. Daha doğrusu imam
efendi idim. Bunların önde gelenlerinden ve sayın Baykal'ın da has
adamlarından biri, dünkü gazetelerde çıkan demecinde Allah'tan söz
etmemi eleştiriyor ve benim için şunları söyleyebiliyor: 'Oturduğu
yerde veya TV programlarıyla parti meclisi üyesi olunmaz.
Milletvekilliğini küçük mü sayıyor?' (Cumhuriyet, 1 Kasım 2003)
Demek istiyor ki, biz onu milletvekili yaptık. Bu onun neyine
yetmiyor. Bundan fazlasını istemek için ne meziyeti var? İşte
CHP'nin bana bakışının özü-esası bu. Öyle ya, bir dağ köyü imamı
olan bendenizi kente indirip boynuma bir kravat takarak şehirli
yaptılar, sonra da milletvekili seçtirip TBMM'ye soktular. Ben
bunun şükrünü eda etmek için uğraşmak yerine bir de parti meclisi
üyesi olmak istemişim. Bu, haddimi aşmak değil mi? Ben bu kafaya
cevap vermeyi, kendimi bu tiplerle mukayese etmeyi zillet sayarım.
Sadece halk, içlerinde nelerin saklı olduğunu, çaplarını, adam
değerlendirmedeki kıstaslarını görsün diye değinip geçiyorum. Ve
diyorum ki: Doğrudur, sayın parti meclisi üyesi 'çok büyük' adam!
Benim ne haddime de sizin gibi 'çok büyük' zatların koltuk tuttuğu
bir parti meclisine girmeyi aklımdan geçirmek şımarıklığını
gösteriyorum. Ben, kim oluyorum da böyle bir hayale kapılıyorum!
Halk benim hiçbir değer üretmeyen aylak ve tembel bir adam
olduğumu, siz çok büyük zatların ise dünya çapında siyaset ve
dirayet ürünleri ortaya koyarak CHP'yi barajın dibine gömme
başarısıyla tarih yazdığınızı ve bundan sonra da aynı büyük
başarıyla yine tarih yazacağınızı biliyor. Başarılarınızı
bendenizin tembelliği, işe yaramazlığı, haddini bilmezliği
engelliyorsa, artık rahat olun; ben bu engeli önünüzden çekiyorum.
SEÇMENE YAZIK Buyurun, meydan sizin! Yürüyün ve zaferinizi
taçlandırın! İlk hedef Mart 2004 yerel seçimleri... Zaferinizi
birlikte kutlayacağız! O seçimlerde ve sonrakilerde! Sizin
'zaferinizi' (!) kutlayacağız, ama halka, o pırıl pırıl, o
aldatılmış CHP seçmenine yazık olacak. Benim içimi sızlatan bu...
İşi baştan sağlam tutup benim gibi tembel, üretemeyen, birikimi ve
dirayeti olmayan, üstelik de 'nankör' birisinin parti meclisinde
başınıza dert olmasını muhteşem bir tasarrufla (!) önlediniz.
Bununla da yetinmeyerek, bu demeçlerinizle bana haddimi bildirme
basîretini (!) de gösterdiniz. Siz başarılı olmayacaksınız da
kimler olacak!? İşte CHP kurmaylarının benimle ilgili kanaatleri
bu! Beni koydukları yer, bana biçtikleri misyon bu. Demek
istiyorlar ki: Otur oturduğun yerde. Sana verdiğimiz fazla bile.
Hey gidi, edep, hey! Sen ne büyük bir nimetsin! Bu tipler,
iliklerine, işlemiş İslam nefretlerini bana diş bileyerek tatmin
ediyor, ama başlangıçta seslerini çıkaramıyorlardı. Şimdi 'Atış
serbest!' işareti alıp konuşmaya başladılar. Bunların içinde, bana
bu güne kadar bir kere olsun selam dahi vermeyenler, beni
gördüğünde dönüp öteki tarafa gidenler bile vardır. YAKIŞIKSIZ
TAVIR Ancak, bunlar önemli bir rakam oluşturmuyor. Ben bunlara
sadece acıyarak bakıp geçtim. Sayın Genel Başkan'ın bunların etkili
kılınmayacağı yolundaki garantileri de beni rahatlattığı için bu
aykırı tavırları hiç umursamadım. Ancak, düşünüyorum ve sormaktan
kendimi alamıyorum: Sayın Genel Başkan benimle ilgili açık ve
kararlı bir tavır sergileseydi, şu olanların yüzde biri bile olur
muydu?! Laiklik kitabım yayınlandığında, Allah biliyor ya, ben
CHP'nin bunu gündem maddesi yaparak ülke genelinde dikkatlere
sunacağını, halkla kucaklaşmanın şanslı bir aracı olarak
kullanacağını düşünmüştüm. Çünkü o kitapta yapılan, Cumhuriyet'in
kurulduğu günden beri yapılması beklenen, ama yapılmayan bir işti.
Kitabı bu ümitlerle başta sayın Baykal olmak üzere parti
kurmaylarına verdim ve beklemeye başladım. Kimseden tık yok. Sanki
ben bu insanlara o kitabı değil de birer kutu lokum hediye
etmiştim. Ben o kitapta, Müslümanlarla laikliği, hem de tanrısal
kitapları Kur'an'ın verilerine dayanarak kucaklaştırdım. Munis ve
doyurucu bir biçimde. Bunun böyle olduğunu, birçok AKP'liden
duyabildim, ama bir tek CHP'liden duyamadım. En yakınımda olanları
bile yarı şaka yarı ciddi şu anlamlı serzenişi önüme koydular:
'Maşallah! Diyorsun ki, Kur'an rehber!' Şu sözdeki alaylı nefret ve
sataşmaya bakın! Laikliği Kur'an'la bağdaşır göstermem, CHP içinde
bir rahatsızlık ve tiksinti yaratmıştı. Bu rahatsızlık, eski genel
sekreter Adnan Keskin'in dilinden gazetelere ve ekranlara
yansıtıldı. Keskin, 'Bu adam laikliği mahvediyor, buna dur diyecek
kimse yok mu? CHP nereye götürülüyor...' diye avaz avaz bağırıp
benimle ilgili suç duyurusunda bulunuyordu. 'GİT' DENİLEBİLİRDİ Ne
beklenirdi? Beklenirdi ki, halkla, varoşla kucaklaşmak arzusunu
dile getiren CHP, bu fırsatı değerlendirip Keskin'in rahatsızlığını
basamak yaparak ülkeye bazı mesajlar versin. Üzerindeki dindışılık,
Kur'andışılık örtüsünü kaldırıp atsın! Siyaset başka nasıl yapılır?
Parti yönetiminin bu olanlara seyirci kalması beni rahatsız ediyor.
Bir yandan da bazı kaygılarımın haklı çıkmasını göstererek ciddi
ciddi düşündürüyordu. Kurultay münasebetiyle sergilenen tavır
gösterdi ki, sadece Adnan Keskin değil, onun mücadele ettiği mevcut
yönetim de benim laiklikle Kur'an'ı kucaklaştırmamdan rahatsız
olmuştur. Bu rahatsızlığın gerektirdiği yapıldı. Benim parti
meclisi dışında tutulmamla yetinilmedi, bana, 'İstenmiyorsun, git
artık!' anlamına gelecek mesajlar da verildi. Dahası bu mesajlar
basına da duyuruldu. Yazık! Ben imanlı, onurlu, ciddi, doymuş bir
adamım. Bu numaralara gerek yoktu. Samimi bir dille ve iki cümle
ile bana 'İstenmiyorsun git' denebilirdi. Giderdim, hem de dost
kalırdık. Böyle yapılmadı, hoş olmayan yollara, kırıcı yollara
tenezzül edildi. Az önce demecine değindiğim üyenin benim için
söyledikleri hakaretin en ağırı değilse nedir? Kurultayda benimle
ilgili olarak sergilenen tavır bir taşla iki kuş vurma tavrıydı:
Bir yandan benim laiklik-din anlayışımdan rahatsız olan ekiplerin
gönlü alınıyordu, öte yandan benim anlattığım dinden öteden beri
rahatsız olan hurafeci saltanat dincilerininin gönlü
okşanıyordu.