Yargıtay 47 sayfa ile laikliği tarif etti
Abone olYargıtay Ceza Genel Kurulu, Milli Gazete Yazarı Selahattin Aydar'ın, 312. maddeden aldığı 1 yıl 8 ay hapis cezasını bozdu. Yargıtay 47 sayfa ile gerekçesini izah etti.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, özlenen ve hedef tutulan kamu
düzeninin, çelişse ve yekdiğeriyle zıtlaşsa dahi, hoşgörü içinde
her fikir ve düşüncenin birlikte yaşadığı, yasaların bireylerce
sağlıklı ve doğru tarzda bilinip, yorumlanarak davranışların
uyarlandığı beraberliğin kendisi olduğunu vurguladı. Yargıtay 8.
Ceza Dairesi, Milli Gazete Yazarı Selahattin Aydar'ın, değişen
TCK'nın 312. maddesinin 2. fıkrasına göre aldığı 1 yıl 8 ay hapis
cezasını 2'ye karşı 3 üyenin oyuyla onamıştı. Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, bu karara itiraz etmişti. AA muhabirinin aldığı
bilgiye göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, itirazı 13'e karşı 14
üyenin oyuyla kabul etti. 8. Ceza Dairesi'nin onama kararını
kaldıran Genel Kurul, yerel mahkemenin mahkumiyet kararını bozdu.
Genel Kurul'un karşı oylarla birlikte 47 sayfadan oluşan gerekçeli
kararında, demokratik bir hukuk devletinde, toplumsal barış ve
düzenin sağlıklı şekilde yürütülebilmesinin farklı sosyal sınıf,
ırk, din, mezhep ve bölgelere mensup insanların güven ve barış
içinde yaşayabilmeleri ile mümkün olduğuna işaret edildi. Aksine
davranışların ceza yaptırımına bağlandığı belirtilen kararda, ancak
her hareketin, ''ne zaman kin veya düşmanlığı tahrik, ne zaman bir
hakkın savunması ya da haksızlığın enerjik biçime dile getirilmesi
sayılacağı'' keyfiyetinin ifade hürriyeti ile doğrudan ilgili
olduğu anlatıldı. Düşünce hürriyetinin kapsam ve sınırlarının,
ulusal ve uluslararası normlar ışığında belirlenmesiyle mümkün
olduğuna işaret edilen kararda, demokrasinin olmazsa olmaz şartı
sayılan ifade hürriyetinin bir çok hak ve özgürlüğün temeli,
kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağı olduğu vurgulandı.
''Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnaları dışında geniş
bir yelpaze ile düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti
kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı
haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır'' denilen kararda,
hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen nefret,
ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik ifadelerin ise
düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmediği vurgulandı.
''SUÇ NE ZAMAN OLUŞUR?'' Kararda, bir tehlike suçu olan 312.
maddenin kamuyu oluşturan değişik katmanlar arasında düşmanlık ve
kin yaratmayı önleme amacıyla konulduğu, ancak uygulamada objektif
duraksamaları önleyecek kriterlerin netlikle belirlenemediği, bu
nedenle bu kriterlerin tespitinde zorunluluk bulunduğu kaydedildi.
Kararda, suçun oluşması için aranan kriterler özetle şöyle
sıralandı: ''Eylemin aleni yapılması, kışkırtmanın sosyal sınıf,
ırk, din, mezhep veya bölge farklılıklarından en az birine
dayanılarak ve bu kesimlerin karşı karşıya getirmek amacıyla
gerçekleştirilmesi, kışkırtmanın farklı halk topluluklarını
birbirine karşı düşmanlığa ve kin beslemeye sevk etmesi, fakat bu
halin 'kamu düzeni' için tehlikeli olabilecek şekilde ve
yeterlilikte olması, kışkırtmanın şiddet çağrısını içermesi.''
DÜŞÜNCESİNİ AÇIKLAYAN KİŞİ Ceza normlarının ilk ve asıl muhatabının
savcılar ve yargıçlar olmayıp toplum bireyleri olduğu, yasanın
öncelikle onlar tarafından okunup öğrenileceği vurgulanan kararda,
şöyle devam edildi: ''TCK'nın 312/2. maddesi normunu öncelikle
düşüncesini açıklayan kişinin bilmesi ve eylemini buna göre
denetlemesi lüzumu ortaya çıkmaktadır. Hangi davranışın ceza
yaptırımı ile karşılanacağını, hangisinin ise ifade özgürlüğü
kapsamında olacağını yorumlamada hataya düşmemesi ehemmiyet
arzetmektedir. Kişinin, yasaya uygun olduğu ve suç oluşturmayacağı
inancıyla yaptığı bir yayın, yargıcın kendi duyarlılıklarından
kaynaklanmış yorum ve değerlendirmesiyle mahkumiyete götürmesi
hukukun temelini oluşturan güven duygusunu zedeleyecektir. Böyle
bir zafiyetin sürgit kamu düzenini bozacağı, düşünce ve ifade
hürriyetini zedeleyeceği ve toplumun gelişim dinamizmini
engelleyeceği tartışmasızdır. Bu hal, yargıya duyan güveni de
sarsacaktır. Çünkü özlenen ve hedef tutulan kamu düzeni, çelişse ve
yek diğeriyle zıtlaşsa dahi, hoşgörü içinde her fikir ve düşüncenin
birlikte yaşadığı yasaların bireylerce sağlıklı ve doğru tarzda
bilinip yorumlanarak davranışların uyarlandığı beraberliğin
kendisidir. Unutulmaması gereken bir diğer gerçek uygar dünyada
ifade özgürlüğünün sınırının genişlediğidir.'' ''SÖYLEYENİ
HAPSEDİLMEKLE...'' Kararda, 1 Nisan'da yürürlüğe girecek olan yeni
TCK'da 312. maddeye karşılık gelen 216. maddede de suçun oluşumunun
biraz daha zorlaştırılarak ''tehlikenin açık ve yakın olması''
gereğinin kabullenildiği belirtildi. ''Söyleyeni hapsedilmekle
dillendirilmesinden vazgeçilen hiçbir düşünceye tarihin tanıklığı
olmamıştır'' denilen kararda, aksine en zararlı düşüncelerin bile
söyleyeni mahkum edildiğinde ya merak saiki ya da acıma
duygularıyla yandaş bulduğu, çoğu kez illegalite karanlığına inerek
kontrolsüz bir gelişime kavuştuğuna işaret edildi. Kararda, açıkça
söylenebilen düşüncelerin ise karşı görüşün yenilgisiyle
etkisizleştiği, demokrasilerin çoğulculuğu ortamında zararlılık
ölçüsünü yitirdiği anlatıldı. Dava konusu yazının kendi içindeki
yetersizlik, ölçüsüzlük ve ifade zafiyeti nedeniyle yandaş
bulamayacağının açık olduğu belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:
''Yazarın savunur göründüğü Dinin Kutsal Kitabı'nda 'Oku, Rabbi'nin
adıyla oku'' ayetiyle zıtlaşan bir düşünceyi dile getirmesi
nedeniyle kendi okuyucu kitlesiyle de kabul edilmeyeceği, ret
edileceği düşünülmelidir. Zorunlu eğitimin 3 yıl daha
artırılmasının okumayı emreden Tanrı buyruğuyla neden zıtlaşır
görüldüğü o okuyucu kitlelerince sorulabilecek ve savunulan fikrin
hatalı olduğu açığa çıkarılabilecektir. Böyle bir fikir müsademesi
yaratmak ve görüşün geçersizliğini ortaya koymak yerine zorlamalı
bir kabulle yazarına verilebilecek bir mahkumiyetin fikri eğilimi
artırabileceği ve 'kamu düzeni'ni daha ziyade zedeleyebilecek bir
sonuç yaratabileceği düşünülmelidir. Artık bundan böyle halkın ve o
halkı oluşturan laik demokrasi sevdalılarının benimsemediği
fikirler karşısında şiddet ve kavga içgüdüsüne katılacağı görüşü
terk edilmeli ve farklılıkların kavgasızlığı deneyerek hoşgörü
duygularını artırmalarına ve karşı söylemle yekdiğerini iknaya
yönelmelerine olanak sağlamak suretiyle birlikteliğe dayanan bir
'kamu düzeni' yaratılmalıdır.'' Kararda, bu bağlamda yakın tarihte
birbirleriyle ölümcül düzeyde ideoloji kavgası yapanların şiddetten
arındıklarında aynı siyasi koalisyonda demokratik uygarlıkla
millete hizmet verebildiklerinin de gözönüne getirilmesi gerektiği
kaydedildi. ''Düşünceleri mahkumiyetle durdurarak korunmayı
yeğleyen bir kamu düzeninin çelişen düşünceleri bir arada yaşatmaya
ve hoşgörü ile değerlendirmeye alışan kamu düzenine üstün
olamayacağı ve tercih edilemeyeceğinin zihinlere nakşedilmesi
gerektiği'' vurgulanan kararda, ''Yönetenlerce önerilen kurallar
dizesinin her zaman ve her koşulda 'kamu düzeni' kavramıyla birebir
örtüşeceği yanlışına düşülmemelidir'' denildi. KAMU DÜZENİ VE
DEVLET DÜZENİ Kararda, şöyle devam edildi: ''Çoğu kez devletin
yönetim gücünü yedinde bulunduran ve bu yetkiyle 'resmi ideoloji'
adı altında bir çok düzenlemeyi 'uyulması zorunlu kurallar bütünü'
olarak halka dayatıp 'korunması gereken düzen' namıyla hukukun
himayesi altına aldırmış olanların halkını ya durağanlığa ya da
geri kalmışlığa mahkum ettiği gerçeği hatırlanmalıdır. Yakın
tarihimiz yeniden hatırlanmalı, 'devlet düzeni' olarak kabul olunan
ve doğru sayılıp kamu düzeni namıyla korunan nice 'resmi
ideolojinin' olağan ya da ara rejimlerle değiştirildiği, yerine
ikame edilenlerin yine devlet düzeni adı altında 'yeni doğrular'
olarak hukukun koruması kapsamına alındığı, bunların da bilahare
yerini yenilerine terkettiği hatırlanmalı, bu değişimleri
benimseyenlerle, benimsemeyip cesaretle eleştirenlerin
oluşturageldiği kamunun, birlikte yaşama zorunluluğu ve yararı
düşünülmeli, halkı farklı tercihlerden soyutlamanın ve yönetenlerin
düşünceleri doğrultusunda kabule zorlamanın olanaklı bulunmadığı,
bu nedenle de 'kamu düzeni' kavramının ideolojik 'devlet düzeni'
ile her zaman örtüşmediği sonucuna varılmalıdır. Esasen doğasındaki
disiplin gereği, aynı doğrultuda düşünme ve zıtlıkları reddederek
uygulama zorunluluğu içeren 'devlet düzeni' ile zıt görüşler ve
düşüncelerin hoşgörü ile birlikteliğini reddedilemez sayan 'kamu
düzeni'nin, farklı kavramlar olduğu sonucuna varılmalıdır. Mensubu
olmakla kıvanç duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş
ve geliştirilmesi döneminde 'olmazsa olmaz' sayılarak korunan 'tam
bağımsızlık' ilkesinin müteakip yarım asrı aşkın dönemde, devlet
adına yürütülen ve yürütüldüğü evrede 'kamu düzeni' tanımlaması ve
sunuşuyla hukuki korumu altına aldırılan programlar neticesi,
bugünkü şekline dönüştürüldüğü gerçeği isabetle değerlendirilmeli
ve 'devlet düzeni' tanımının TCK'nın 312/2 maddesindeki 'kamu
düzeni'' idealiyle her zaman tam bir örtüşme halinde
olamayabileceği fikri netleştirilmelidir.'' Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, Türkiye için laikliğin vazgeçilmez temel bir değer olduğu
yönünde herhangi bir kuşku bulunmadığını, ancak laikliğe aykırı
söylemlerin cezai bir yaptırımla karşılanıp karşılanmayacağı
keyfiyetinin, yasakoyucunun takdirinde olduğuna işaret etti.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun kararında, dava konusu yazı da
değerlendirildi. Yazıdaki değerlendirmelerin objektif ve
tarafsızlıktan uzak bulunduğu, kullanılan kimi sözcüklerin incitici
ve rahatsız edici olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmadığı
belirtilen kararda, düşünce özgürlüğünün sadece herkesçe kabul
gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren fikirler için değil,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) de bir çok kararında da
benimsendiği üzere ''rahatsız edici, hatta şok edici olanlar''
içinde geçerli olduğu vurgulandı. Kararda, yazıda kullanılan kimi
sözcük ve ifadelerin tartışılmaz bir değer olarak Anayasa'da
Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasında kabul edilip ''tüm
zamanların doğrusu ve değiştirilemezi'' olarak benimsene gelen
laiklik ilkesiyle çelişir nitelikte ölçülere ulaştığının da
görüldüğü anlatıldı. Kararda, AHİM kararlarında da vurgulandığı
üzere çağdaş kurumlara dönük, şiddet içermeyen ve şiddet
kışkırtıcılığı bulunmayan açıklama ve beyanların da düşünce
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin altı çizildi.
LAİKLİK Dava görüşülürken dile getirilen ''şeriat konusundaki
düşüncelere şiddet çağrısı içermese dahi kamu düzeni ve ulusal
güvenlik yönünden sınırlama getirilmesi'' gerektiği yönündeki
görüşlerin de karşılandığı kararda, şöyle devam edildi: ''Ülkemiz
için laikliğin vazgeçilmez temel bir değer olduğu yönünde herhangi
bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak laikliğe aykırı söylemlerin cezai
bir yaptırımla karşılanıp karşılanmayacağı keyfiyeti, yasa
koyucunun takdirinde bulunun bir yetkidir. Yasa koyucu bu eylemleri
yaptırıma bağlayan TCK'nın 163. maddesini yürürlükten kaldırmış, bu
konuda başkaca bir yasal düzenlemeye gerek görmediği gibi bu türden
suçların 312/2. madde kapsamında değerlendirmesine yönelik bir
irade ortaya koymamıştır. Yasa koyucunun bu yöndeki iradesi ile
'laiklik' ilkesini korumasız bıraktığı düşünülmemelidir. Toplumun
ulaştığı sosyal ve kültürel düzey itibariyle 'laiklik' kavramının
günlük yaşama girdiği ve reddedilemez ve zayıflatılmaz düzeyde
benimsenir olduğu saptanmış kahir çoğunluğun sahiplenmesini tevdii
edilmiştir. Artık böylesine korumaya alınmış bir kavramın ceza
yaptırımı tehdidi ile himayeye tabi tutulması gereksiz
addedilmiştir. Yasa koyucu konuyu düşünce özgürlüğü kapsamında
değerlendirdiğini eylemli biçimde sergilemiştir. Yasa koyucunun
cezai yaptırıma bağlamadığı bir eylemin, ülke koşulları nazara
alınarak, zorlamalı yorumlarla cezalandırılır sayılması kuvvetler
ayrılığı sistemini zedeler mahiyette olacaktır.'' Kararda, laikliğe
aykırı beyan ve açıklamalarda ifade biçimi itibarıyla şiddet
önerisinin yer alması ve yasada belirli halk kesimleri yönünden kin
ve düşmanlığa sevkedici kesin ve yakın bir tehlikenin ortaya
çıkması ve bu halin 'kamu düzeni'ni bozacak somut etkinliğe
ulaşması durumunda yasanın 312/2. maddesinin açık hükmü kapsamında
kişinin cezalandırılması gerekeceğinin tartışılmaz bir gerçek
olduğu kaydedildi. Bu değerlendirmelerin kesinlikle ve hiçbir
şekilde Anayasa'nın 68. maddesinde siyasi partiler için getirilen
''tüzük, program ve eylemlerin laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı
olamayacağı'' kuralına ''yeni bir açılım kazandırıyor ve bu kuralı
zayıflatılıyor'' biçiminde algılanmaması gerektiğine işaret edilen
Ceza Genel Kurulu'nun kararında, böylesine kapsamlı bir incelemeye
312/2. maddesi uygulamalarında oluşan dağınıklığı gidermek ve yorum
farklılıklarının ''suç ve cezanın kanuniliği'' kapsamında
birleştirmek amacıyla girişildiği anlatıldı. KARŞI OYLAR Karara
katılmayan 13 üyeden 10. Ceza Dairesi Başkanı Şener Güngör ve 8.
Ceza Dairesi üyesi Hamdi Yaver Aktan'ın karşı oy yazısında,
''Sanık, toplumun bir kesimine saldırırken laiklik karşıtı
görüşlerini şeriat rejimine dayandırarak bu görüşte olmayanları ve
laikliği savunanları dinsiz, dessas, ehli küfür olarak
nitelemektedir ki bu sözlerde ayrıca şiddet aranmasına gerek
bulunmamaktadır'' denildi. Herhangi bir düşünsel içerik taşımayan
''dinsiz, ehli küfür, dessas, rezil''' gibi ifadelerin kin dolu bir
söylemi oluşturduğunu belirten Güngör ve Aktan, ''Uluslararası
yasalarda olduğu gibi ulusal yasalarda da kine dayalı bir düşünce,
dinsel hoşgörüsüzlüğü dayalı kin ve nefreti oluşturmaktadır'' dedi.
11. Ceza Dairesi Başkanı Ersan Ülker de karşı oy yazısında,
Türkiye'nin toplumsal yapı ve tarihsel geçmişi nedeniyle baskı ve
şiddet olmadan bile taraftar bulabilecek demokrasi ile bağdaşmayan
düşünce açıklamaları için de ''şiddet veya şiddete çağrı'' unsurunu
aramanın sistemin kendisini korumasız bırakması, Anayasal düzenini
ve varlığını yok edici düşüncelere kucak açması anlamanı taşıdığını
vurguladı. YOZ DEMOKRASİ ''Şeriatın demokrasiyle bağdaşmadığı
tartışmasızdır. Demokrasi yok edilmeden de şeriat ortaya çıkamaz''
diyen Ülker, karşıoy yazısında şu görüşlere yer verdi: ''Bu
kapsamda iki sistemin yan yana varolabileceği söylemleri de yok
değildir. Bu düşünce karşımıza 'ılımlı İslam Cumhuriyeti' kavramını
çıkarmaktadır ki; Türkiye'nin devlet düzeni ve yönetim modeli, laik
ve demokratik Cumhuriyet kavramında ifadesini bulmaktadır. Son
dönemlerde gerek ülkemizde gerekse ülke dışında 'ılımlı İslam
Cumhuriyeti' gibi kavramların telaffuz edildiği ve Türkiye'ye
yakıştırıldığı bilinen bir gerçektir. Bu kavram kuşkusuz yoz bir
demokrasiyi esas almaktadır. Şeriatta esas olan şeri kurallardır,
ifade özgürlüğü değildir. İfade özgürlüğünün olmadığı bir model,
ifade özgürlüğünü kendisine kalkan yapamaz. Şeriata yönelik
söylemlerde şiddete çağrı anına ya da şiddet anına kadar müdahale
etmeyerek şiddet unsurunu aramak cihat ilanına kadar ya da cihadın
yapılacağı o ortamın oluşacağı ana kadar eyleme müdahale etmemek
sonucunu da doğurmaktadır. Cihat anını beklemenin pratikte
Cezayir'de ortaya çıkan sonuçları gözler önündedir.'' Ersan Ülker,
yakın zamanda Sivas'taki ''Madımak Oteli olayı''nın unutulmaması
gerektiğini kaydetti. 8. Ceza Dairesi üyeleri Hulusi Özek ile Ali
Erol Özgenç da karşı oy yazılarında, sınırlama ve kısıtlama olmadan
toplumsal bir hayatın dirlik ve düzeninin sağlanmasının olanaksız
olduğunu vurguladılar. Özek ve Özgenç, laikliğin aşırılıkları
uzlaştırarak barış ve kardeşlik yaydığını, yurttaşların dini
inançlarına göre ayrışmasını önleyerek ulusal birliği
güçlendirdiğini ifade ettiler. İslami söylemde ''küfür ehli''
sözcüğünün Tanrı'nın varlığını ve tekliğini toptan inkar edenler
için kullanıldığına işaret eden Özek ve Özgenç, ''Bu sözcük aynı
zamanda bir mesaj ve emir taşımaktadır. Bu emir ise öldürmektir.
Sanığın nefret kıvılcımları saçmasına ve şiddet çağrısına göz
yumulamaz'' görüşünü savundular. Özek ve Özgenç, ''Demokrasilerde
kamu düzeni bizzat devletin kendisi tarafından korunur, kamu
düzenin akıbeti yurttaşların açacağı hakaret veya tazminat
davalarına havale edilemez'' dediler.