Kişisel çıkarlar uğruna bir takım egoların depreşmeye başlaması
kişide ciddi bir ahlaki erozyonun belirtisi olarak görülmeli ve kim
olduğuna bakılmaksızın toplum tarafından önlemi alınmalıdır.
Alınabilecek en etkili önlem ise tecrit olmalıdır!
Aksi halde bu hastalıklı insanlar toplum açısından son derece
tehlikeli sonuçlara vesile olabileceklerdir. Çürümüşlük ve top
yekûn ahlaki çöküntü sebep olabilecekleri sonuçların en
önemlilerindendir.
Nitekim ülke olarak tam da böyle bir hastalığın yaygınlaşmış
olmasından kaynaklanan neticeleri yaşamaktayız.
Tıp ile toplum bilimciler birlikte çalışmalı ve sanırım
insanlara has hastalıkları yeniden tanımlamalılar. Hatta tanımın
içine bazı ilaveler yaparak daha kapsamlı hale getirmeliler!
Ne yazık ki hastalık denilince sadece beden (organizma) veya
zihindeki bir takım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla sağlığın
bozulması durumu aklımıza geliyor.
Oysa akıllara durgunluk verecek hızla yayılan yandaşlık
hastalığında, bu illete yakalanan kişinin bedeninde ve zihinsel
yapısında herhangi bir değişiklik gözlemlenemiyor. Tam tersine
zihinsel faaliyetlerinde bir miktar artış dahi görülebiliyor!
Bu artış için “bir miktar” dediğime bakmayın.
O bir miktar dediğimiz oran, ahlaki açıdan sağlıklı normal bir
insanın önemsiz, sıradan olarak gördüğü şeylerden bile menfaat elde
etmeye yetiyor da artıyor bile…
Her toplumda mutlaka insanların sırtından geçinen tipler vardır.
Hastalık aynı olsa da bunların etki alanı biraz daha dar ve
kısıtlıdır.
Asıl tehlikeli ve yıkıcı olan asalak tipler, ülke yönetiminde
söz sahibi olanların çevresini mesken edinmiş olan asalaklardır ki
yandaş diye nitelediğimiz kişiler işte bunlardır.
Yalakalıkları fütursuz, eylem ve söylemleri mantıksız olan bu
tiplerin etki alanları da sınırsızdır.
Belgesel izlemeye meraklı olanlar bilirler;
Köpek balığı ve ona tutunarak yiyecek artıklarıyla beslenen
yapışkan balıkları vardır.
Bu birliktelik karşılıklı menfaate dayanır.
Yapışkan balığı hem kendisini tehlikelere karşı korumuş olur hem
de beslenme işini kolaylaştırırken köpek balığı bu birliktelikten
üzerindeki parazitlerden kurtularak menfaat sağlamış olur.
Benzer birlikteliklere Serengeti Milli Parkında çekilmiş bazı
hayvan belgesellerinde de rastlıyoruz.
Yine gergedanların ve fillerin üzerini mesken edinmiş olan ve
temizlikçi kuş olarak bilinen Buphagus afrikanuslar vardır. Bu
birliktelikten sadece temizlikçi kuş değil, oldukça iri cüsseye
sahip olan gergedan ve filler de üzerlerindeki parazitten kurtulmak
suretiyle fayda sağlamış olurlar.
Ancak vahşi doğadaki bu tür birlikteliklerin ne doğaya ne de
başka bir canlıya zararı dokunmaz. Sadece hayatta kalabilmek için
bir yardımlaşma yoludur.
Vahşi doğadan verdiğimiz örneklerin insanlara uyarlanmış şekli;
kimseye zararı dokunmayacağı gibi toplumsal uyumu ve kaynaşmayı
sağlayacak imece şeklindeki yardımlaşmayla oluşturulan kolektif
yaşamdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde de yer alan
yardımlaşma ve paylaşım kültürü ne yazık ki inanç sömürüsü ile prim
yaparak güçlenmiş siyasi akımlarca ortadan kaldırılmış ve
yandaşlığın hâkim olduğu, bireysel çıkarlara dayalı onursuz yaşam
tarzına dönüşmüştür.
Kısaca özetlersek; yandaşlık denen hastalık toplumun neredeyse
her kesimine sirayet etmiş ve çok sayıda hasta peydahlamıştır.
“Her zaman güçlüler kazanamaz ama sen yine de güçlünün yanında
yer al” deyimine uygun hareket eden bu hasta insanların ortak
özellikleri vasat olmalarıdır.
Bunlar, rüzgârın yönü arkalarında olduğu sürece aslında kalıcı
olmayan başarıyı da yakalayabilirler lakin hepsi bu kadar…
Rüzgârın yönü değiştiği an pike dalışı kaçınılmazdır!
Geride ne başarı kalır ne de itibar…
Ne utanç verici değil mi?