Yalçın Akdoğan'dan samimi açıklamalar...
Abone olBaşbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak gazetesine verdiği mülakatta kendisi hakkında merak edilenleri tek tek anlattı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 12 yıl boyunca
başdanışmanlığını yaptıktan sonra, Başbakan Yardımcısı olan Yalçın
Akdoğan, "Babam mahallenin en keskin solcusuyken, neredeyse caminin
önünden bile geçmezken bana da hiç karışmazdı. Hatta kendisinin
yapmadığı şeyi çocuğunun yapmasına da sevinirdi. Ben bu yapıdayken
ablam farklı yapıdaydı, o daha liberaldi" dedi.
Yeni Şafak gazetesinden Nil Gülsüm’ün sorularını yanıtlayan Yalçın Akdoğan, çocukluk döneminden gençlik yıllarına ve siyasete girmesini anlattı. Gülsüm’ün “Erdoğan’la çalışmak bir onurdur” başlığıyla yayımlanan öyleşisi şöyle:
ERDOĞAN'LA ÇALIŞMAK BİR ONURDUR
12 yıl Erdoğan'ın başdanışmanlığını yapan Başbakan Yardımcısı Akdoğan, 'O beni iyi biliyordu, ben onun özelliklerini iyi biliyordum. Bu uyumu herkes yakalayamaz. Ama bugün gelinen nokta kaçınılmazdı' dedi.
Uzun yıllar başdanışmanlığını yaptığı Recep Tayyip Erdoğan,
halkın oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkarken,
Yalçın Akdoğan da Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlığında kurulan yeni
kabinede Başbakan Yardımcılığı görevini üstlendi. Yalçın Akdoğan'ın
bildik politikacı tipolojisinden farklı bir tarz çizdiği konusunda
hemen herkes mutabık. Az konuşan, yazdıklarına ve konuştuklarına
kulak verilen bir isim olarak Yalçın Akdoğan'ın fazla ciddi, ketum
ve hatta mesafeli olduğu kanaatine sahip olanların sayısı hiç de az
değil.
Oysa Başbakan Yardımcısı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan ile yaptığım bu
son röportaj, tüm bu önyargıları ve kabulleri yıkacak cinsten.
Akdoğan ile yaptığımız neşeli, sıcak söyleşi, o mesafeli görüntünün
altında mizah zekası yüksek; sıcak; evine, eşine ve küçük kızına
fazlasıyla düşkün bir Yalçın Akdoğan olduğunu ortaya çıkardı. Ben
sordum, Yalçın Akdoğan cevap verdi ve ortaya, daha önce kendisiyle
ilgili bilinmeyen pek çok ayrıntı çıktı.
Üsküdar'da dünyaya geldiniz ama baba tarafınız Trabzonlu. Trabzonlu olanlar genelde hem şehirlerine hem de kültürlerine çok bağlıdırlar. Size de her yer Trabzon mu?
Ben Üsküdar Zeynep Kamil doğumluyum. Zaten Anadolu yakasında doğanların birçoğu bu hastanede dünyaya gelmiştir. Babam küçük yaşlarda İstanbul'a gelmiş ve ailece Pendik'e yerleşmişler. Anne tarafım da çok uzun yıllar önce Bilecik'ten gelmiş. Ben karakter olarak kendimi Karadeniz insanının mizacına daha çok benzetiyorum. Ve sorulduğunda da 'Trabzonluyum' diyorum. Ama Bilecik de benim için çok önemlidir. Neticede medeniyetimizin, Osmanlı'nın neşv ü nema bulduğu yer. O yüzden Bilecik'i de çok seviyorum. Ama benim daha çok Karadeniz'e uygun bir yapım var.
Karadeniz'le bağınız ne durumda?
Üniversite sonrasında Karadeniz'e gittim. Gittiğimde de duygusal olarak kendimi oraya ait hissettim açıkçası. Karadeniz'le çok güçlü bir bağımız yok. Zaman zaman ziyaret ediyorum.
Trabzon, Bilecik karışımına ilaveten 'hanım köylü' olarak nerelisiniz?
Eşimin ailesi Kayseri de yaşıyor ama aslen Sivaslılar.
Nasıl bir aile ortamınız vardı?
Mütevazı bir Anadolu ailesiydik. Pendik'in kısmen taşrası sayılabilecek bir mahallede, E-5'in kenarında fazla imkânları olmayan bahçeli bir aile apartmanında büyüdüm. Dedemler, dayımlar, teyzemler hep beraber yaşıyorduk. Tabii kalabalık aile ortamında büyümenin de insana kazandırdığı çok özellik var.
Mizacınız çocukken, ilk gençlik yıllarınızda nasıldı?
Mahalle ilkokulunda ve ortaokulunda okudum. Daha sonra Kartal Ticaret Lisesi'ne gittim. Çok girişken, çok aktif bir çocuk değildim. İçe kapalı, uysal bir çocuktum. Sosyallik kazanmam üniversite yıllarında oldu. Öne çıkan bir yapıda değildim. Şimdi kürsüden,konuşmalar, siyasi tartışmalar yapıyoruz ve halkla çok yakın temas içindeyiz. (Gülerek) O dönemden beni tanıyan ve şimdiki pozisyonu gören arkadaşlar muhtemelen şaşırıyorlardır.
Okumanın hayatınızda çok önemli yere sahip olduğunu biliyoruz. Hangi dönemde başladı kitaplarla ünsiyetiniz?
Ortaokula başladığım dönemde babamın bir tüp bayisi vardı. Ben de yarım gün okula gidiyor, yarım gün de iş yerinde bekliyordum. Esnaflık, ticaret tecrübesi ve insanları tanıma imkânı tanıyordu. Öte yandan dükkân beklerken yapılacak en iyi şey kitap okumaktı. Kitap okuma kültürüm biraz da orada gelişti.
Size nasıl bir katkısı oldu esnaflık yıllarının?
Küçük yaşta esnaflık yaptığım için diğer esnafların yaşları benden büyüktü. Kendimden büyük kişilerle oldum bu vesileyle. Ben okuduklarımı onlara anlatırdım. Minik bir hoca gibiydim. Onlar sorular sorar ben de okuduklarımdan anlatırdım. Çok küçük yaştayken çok büyük yaştaymışım gibi davranma katkısı sağladı.
Ne tür kitaplarla başladınız okumaya ve nasıl bir okuma seyriniz oldu?
Ben ne bulursam okuyordum. Seçici algı henüz gelişmemişti. Lise döneminde komşu esnaflar aracılığıyla risaleleri tanımıştım. Daha sonra üniversite döneminde ise iyice hemhal oldum. İslami kesimin öne çıkardığı isimler o dönemde kimlerse onları da okuyorduk. Üniversitenin ilk senelerinde daha İslamcı bir aidiyete büründüm.
Dersler iyi miydi okulda?
Tabii okul birincisiydim. Ortaokulu da, üniversiteyi de bölüm birincisi olarak bitirdim.
Haylazlık yaramazlık olmadı mı hiç, cam çerçeve kırmışlığınız var mı mesela?
Yaramaz bir çocuk değildim ama cam kırmışlığımız da var. (Gülerek) Serde Karadenizlilik var.
Babam 80 öncesinde mahalle muhtarıydı. Sol tandanslı birisiydi, ama ülkücülerin ve başka görüşten kişilerin de sevdiği, saygı duyduğu birisiydi. Ben küçüklüğümden itibaren muhafazakâr yapıda biriydim. Babamın muhafazakar olduğu söylenemezdi ama dedem, anneannem daha dindar bir yapıdaydılar. Ben küçüklükten itibaren camiye gitmeye başladım. Namaza giderdim, müezzinlik yapardım.
Sol gelenekten gelen babanız sizin muhafazakârlığınıza nasıl yaklaşırdı?
Babam mahallenin en keskin solcusuyken, neredeyse caminin önünden bile geçmezken bana da hiç karışmazdı. Hatta kendisinin yapmadığı şeyi çocuğunun yapmasına da sevinirdi. Ben bu yapıdayken ablam farklı yapıdaydı, o daha liberaldi.
Eskişehir de sizin hikâyenizde önemli bir yere sahip. Nasıl geçti o yıllar?
Üniversite için Eskişehir'e gittim ve altı sene orada kaldım. Basın Yayın okudum ve master yaptım. Bu esnada İç Anadolu isimli bir bölge gazetesini çıkartıyordum. Bu dönemde maişeti kazanmak için geçici olarak bir ortaokul ve lisede İngilizce öğretmenliği yaptım. Sonra tekrar İstanbul'a döndüm. Yeni Zemin dergisini 1993 başında çıkarmaya başladık. Çok kısa bir süreliğine, birkaç haftalığına Zaman gazetesine gittim ama Yeni Zemin dergisinin çıkmasını vesile ederek oradan ayrıldım.
Sizin okuduğunuz dönemde üniversiteler nasıldı?
Dinle ilgili sorgulamaların daha fazla olduğu bir ortamdı üniversite. Siz de böyle bir ortamda okula gittiğinizde bir taraftan fikri tartışmaların içine giriyordunuz. Bazı arkadaşlar Allah'ın olmadığını ispat etmeye çalışıyorken siz de olduğunu ispata yönelik argümanları ortaya koyuyorsunuz. Sıcak temasın olduğu bir ortam değildi ama fikri, siyasi münakaşa, münazara ortamı başlamıştı.
1980 darbesinin yakından hissedildiği bir dönemde okudunuz üniversiteyi, değil mi?
Biz 80 sonrası kuşağız. 80 öncesine göre daha apolitik bir döneme denk geldik. 85 sonrası biraz hareketlilik ortaya çıktı. İslamcılık denilen olgu, farklı cemaatler vardı, Milli Görüş yeni yeni gelişiyordu. Üniversitede siyasi gruplar arasında yavaş yavaş ortaya çıkan bir çekişme vardı. Üniversite dönemi insanın kendisini farklı gruplar içinde aidiyet bilincini oluşturduğu bir dönem. Bizim okulda muhafazakâr kimse yoktu. Birkaç arkadaş vardı sadece. Namaz kılan, muhafazakar olan birkaç kişi olunca okulda marjinal kaldık. Bu da bizi genel kitleden bir miktar uzaklaştırdı. Kendi halimizde, ana yapıdan daha kopuk bir durumdaydık. Tabii biz de kendimize göre o dönem bir tavır içindeydik, birçok arkadaşımızla ilişkilerimize mesafe koyduk. Tabii üniversite dönemi upuzun bir hikâye.
O uzun hikayeden bir bölüm anlatır mısınız?
Okulda bölüm birincisi oldum. Mezuniyet töreninde ödül verecekler. Beni de çağırdılar doğal olarak. Ben gitmek istemedim. 'Gelmeyeceğim' deyince beni örtülü şekilde bir nevi tehdit ettiler. 'İlan edilmeyen derslerden kalırsın' denilince mecbur kalıp gittim. Ama çok gönülsüz olduğum için adeta verdikleri cübbeyi sürükleyerek çıkıp ödülü aldım ve mezun oldum. Ondan sonra da beni hiçbir etkinliğine çağırmadılar. Tabii gençlikte bizim de hatalarımız oldu. Protest ve reddiyeci olmak sosyal bağlar üzerinde olumsuz etki yaptı, birçok arkadaşımız yanlış bir şekilde bunu ailesine yansıttı.
Üniversite öğrencileri genelde parasızdır. Çoğu zaman kitaba harcanır eldeki paralar. Siz çektiniz mi parasızlık, nelere harcama yapardınız?
Ben imkânları çok olan bir ailede büyümedim ama o zaman biz kendimizi zengin zannediyorduk. İnsanların farklı, bizden çok ileri gelir durumlarının, standartlarının olduğunu üniversitede gördüm. Bizim hayatımız oradakilere göre çok düşük bir standarttaymış ama biz bunu hiç problem etmedik. Var olanla yaşamaya alıştığımız için kendi durumumuzu çok iyi biliyor, öyle hissediyorduk. Ben mali durumumuzdan hiçbir zaman yüksünmedim. Hamdolsun ailemiz de bizden hiçbir şeyi esirgemedi, hiçbir şeyimizi eksik bırakmadı. Bizim çok büyük beklentimiz yoktu. Onlar da tüm imkânlarını seferber ettiler. İlk sene yurtta kaldım. İkinci sene eve çıktık. Cebimizde az paramız olurdu. Ya gidip köfte ekmek alacaktık ya da kitap alacaktık. Biz de çoğu zaman paramızı kitaba verdik.
O yıllarda mesleki hedefiniz neydi?
Ben basın yayın okuduğum için gazeteci olmayı düşünüyordum. İlk olarak Milliyet'te ardından Cumhuriyet'te staj yaptım. İlk haberim Milliyet'te çıkmıştı. Gazeteciliğe dair ne varsa mizanpaj, montaj, baskı teknikleri gibi konular da dahil her şeyi öğrendik. Ama sonra başka durumlar çıktı ortaya.
Siyasetle yolunuz nasıl kesişti?
94 Mart'ında Refah Partisi belediyeleri alınca ben de Eğitim Kültür ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak belediyeye geçtim. Ve Pendik Belediyesi'nde işe başladım. Ve Refah Partisi belediyeciliği dönemiyle birlikte siyasetin hayatıma gireceği bir dönem başlamış oldu. Bir taraftan da siyaset biliminde doktora yapıyor, İslamcılık ve Refah Partisi'ni çalışıyordum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'la nasıl tanıştınız?
O zaman büyükşehir belediye başkanıydı. Birtakım etkinlikler sebebiyle Pendik'e geliyordu. Kültür müdürü olmam hasebiyle bir takım programlarda takdimlerde bulunuyordum. Tayyip Bey'i de çok anons etmişliğim vardır.
Ankara'ya gelişiniz hangi vesile ile oldu?
96'da Refah-Yol hükümeti kurulduğunda başbakanlığa basın müşaviri olarak geldim. Bir sene burada bulundum. Hükümet düşünce de bizi Osmanlı arşivlerine memur olarak sürdüler. Ben tekrar belediyeye danışman olarak geçtim. O sıralar ModusStratejik Araştırmalar Merkezi isimli bir anket şirketi vardı. Aynı zamanda bu şirkete de danışmanlık yapıyordum. Bir taraftan da dergicilik işlerine devam ediyordum. İslami kesime yönelik fikir dergileri çıkarıyorduk. Sonra MAZLUM-DER'in yönetim kurulu üyeliği yaptım. İnsan hakları aktivisti olarak da çalışmış olduk.
Birçok alanda çalışmış olsanız bile danışmanlık hayatınız en uzun süren mesai alanınız, değil mi?
Evet, ben belediye başkan danışmanı oldum, bakan danışmanı, genel başkan danışmanı, başbakan danışmanı oldum. Belki cumhuriyet tarihinin en uzun danışmanlık hayatına sahibim. Sadece 12 yıl kesintisiz olarak başbakanın baş danışmanı olarak çalışmış olmak zaten başlı başına bir rekordur. Aslında bu alanlar birbirinden farklı görünse de hepsi fikirle uğraşılan alanlardı. Dergicilik, köşe yazarlığı, danışmanlık çalışmaları hep fikir işçiliği olan işlerdi.
Yeni Zemin dönemi sizi hayatınızda çok önemli bir yere sahip. Nasıl bir katkısı oldu o sürecin size?
Yeni Zemin'de İslami kesimin en güçlü şekilde demokrasi vurgusu yapan, Kürt meselesini, başörtüsü konusunu, anayasayı, sistemin değişim dönüşüm ihtiyacını vurgulayan bir yapıdaydık. İslami kesimin konuşmaya çok cesaret edemediği ne kadar konu varsa biz o dönem bu hususları gündeme taşıyorduk. Bu tartıştığımız şeyleri danışmanlık dönemimizde hayata geçirme, pratize etme fırsatı bulmuş olduk.
Çok değişik alanlarda iş tecrübeleri… Peki en keyifli dönem hangisiydi?
Hepsinin ayrı keyfi vardı. Ancak belediyecilik dönemi ve Tayyip Erdoğan'la çalıştığım dönem en çok keyif aldığım dönemlerdi.
Sizi tanımlarken 'İnşa edicidir' vurgusu yapılıyor. Nereden geliyor bu inşacı yaklaşım?
Fikri temele dayanmaktan ileri geliyor. Günün gerektirdiği üstünkörü şeylerin dışında bir ideal ve amaç doğrultusunda akademisyen sıfatıyla çalışmanın getirdiği bir durum. Sistematik düşünme akademisyenlikle, fikri düşünme ise Yeni Zemin döneminden ötürü ortaya çıktı.
Neden doktrin hocası deniliyor size?
Her şeyi fikri bir zeminde açıklamaya çalışma denilebilir aslında. AK Parti döneminde de seçim beyannameleri, parti programları, siyasi paradigma olarak ortaya konulan ne varsa biz bir şekilde içinde olduk. Muhafazakarlık benzeri bir çok kavramın içinin doldurulması konusundaki çalışmalarımızın neticesinde böyle bir yakıştırma yapılıyor.
Mevcut yakın çevreniz, arkadaşlarınız sizin espriyi sevdiğinizi ve iyi espri yaptığınızı söylüyor. Ne dersiniz?
Bunun iki sebebi olabilir; ilki zekice espriler yapıyor olabilirim, ikincisi de dışarıdan biraz soğuk göründüğüm için az bir espri yapmam çok abartılıyor olabilir.
Kadını erkeği tüm Trabzonlular fanatik Trabzonspor taraftarıdır. Sizde takım durumu nasıl?
Anadolu yakasında büyüyenler genelde Fenerbahçeli olur. Ben de bu sebeple Fenerbahçeliyim. Ama köken itibariyle Trabzonlu olmak konusunda da ayrı bir hassasiyetim olduğu için sorduklarında iki takımı birlikte söylüyorum.
Eşiniz öğretmen sanırım?
Evet, eşim matematik öğretmeni. Şu an talim terbiye kurulunda çalışıyor.
Kızınızın ismini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koyduğunu biliyoruz. Nasıl oldu?
Doğuma çok az bir zaman kala hangi ismi koyacağımız konusunda kararsız kaldığımızda eşim, 'Başbakanımıza soralım. Aile büyüğümüz' dedi. Böylece sorduk. Cumhurbaşkanımız isim konusunda tarihimizden, medeniyetimizden isimler çıkaran bir kişi. Kızımıza Hatice validemize atfen Hatice Kübra ismini önerdi. Biz de bu ismi koyduk. Emine Hanım'ın da evli olmadığım dönemde evlenmem hususunda çok desteği ve tavassut girişimleri oldu. Çocuk konusunda da sürekli takip edip, teşvikte bulundu. Çocuk olduğunda onlar da çok memnun oldular.
Hatice Kübra'nın gelişi, evde bir bebek sesi nasıl hissettiriyor?
İlk iki çocuğum 20'li yaşlarındalar, artık büyüdüler. O dönemlerde de biz çok yoğun ve hızlı çalışıyorduk. Büyümelerine çok fazla emeğimiz de olmadı, çok fazla hissedemedik de. Şimdi daha farklı. Farklı bir hava getirdi eve. Bizim çok stresli bir hayatımız var. Bir çok olumsuzluk içinde eve gittiğinizde cennetten bir parça gibi onun gülüşünü görmek. Bu müthiş güzel bir duygu. Bebek hayata farklı anlam ve renk getiriyor. Gece birlikte uyuyoruz. Kucağıma alıyorum, ilgileniyorum, uyutuyorum. İleri yaşta baba olmak isteyenlere de tavsiye ederim.
Sürekli görüntülerine bakıyormuşsunuz evden uzakta olduğunuzda, çok mu özlüyorsunuz?
Evet, çok özlüyorum tabi. Hanım sürekli videoya çekip gönderiyor. Ben de onlara bakarak hasret gideriyorum. O da benim görüntüme bakıyor. Bazen televizyonda beni izlerkenki çırpınışını da çekiyorlar.
Diğer iki çocuğunuz nerede okuyorlar?
Kızım liseyi Bosna'da okudu. Şimdi burada İngilizce İşletme okuyor. Oğlum da aynı şekilde İşletme Bölümü öğrencisi.
Siyaset başlı başına yoğun ve yorucu bir tempoyu gerektiriyor. Peki evde olamadığınız zamanları telafi adına ne gibi jestleriniz oluyor evde?
Pazar günleri evde olursam kahvaltıyı ben hazırlarım. Öğrenci evinde çok yaşadığımız için de yemek yapmayı bilirim. Her çeşit yemeği yapabilirim. Mutfağa girmekten gocunmam. Ama evde çok olmadığımı için hanım da bana özel yemekler hazırlamayı çok seviyor. Mutfağı bu yüzden hanımın pek bana bıraktığı da söylenemez.
Sinemaya vakit kalıyor mu?
Pek imkan olmuyor ama eşim güzel bir film olursa kaydediyor, gece geldiğimde birlikte izliyoruz.
Sizi yakından tanıyanlar samimiyetinizi, muhabbet ehli olduğunuzu muhakkak ifade ediyor. Ancak genelde var olan kanaat ise çok ciddi olduğunuz yönünde. Ne dersiniz bu durum için?
Beni yakından bilen kişiler aslında sıcak ve samimi olduğumu bilir. Tabi herkesle doğrudan temas imkânı olmadığı için dışarıdan görünen algıya bakıp öyle değerlendiriyorlardır.
Erdoğan'ın Köşk'e çıkması Yalçın Akdoğan için ne anlam ifade ediyor?
Kişisel olarak baktığımda çok mutluyum. Tayyip Erdoğan bunların hepsine layık. Türkiye'nin en güçlü liderinin devletin başında olması kadar doğal bir şey olamaz. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakanken yanındaki bir çok kişiyi çeşitli makamlara taşıdı. Parti içinden isimleri meclis başkanı yaptı, köşke çıkardı. Artık kendisinin en üst pozisyona gelmesi gerekiyordu. Daha önceki cumhurbaşkanlığı sürecinde de ben onun Köşk'e çıkmasını istiyordum. Bu kişisel bir istekti. Siyasi olarak doğru olan oldu o zaman. Ama geldiğimiz nokta itibariyle siyasi olarak da Köşk'e çıkması gerekiyordu. Geldiğimiz nokta itibariyle cumhurbaşkanı olmaması bence bir problem olurdu. Halkın seçtiği cumhurbaşkanı bambaşka bir pozisyon. Bu makama Recep Tayyip Erdoğan'ın gelmesi gerekiyordu. Artık sembolik olmaktan çok daha farklı bir makam cumhurbaşkanlığı.
Peki siyasi açıdan nasıl değerlendirirsiniz Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına seçilmesini?
Refah Partisi döneminde siyasete başlayıp bu misyonun cumhurbaşkanlığı makamına gelmesi önemli bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor. Tayyip Erdoğan'ın Köşk'e çıkması, taşıdığı misyon ve sahip olduğu değerler açısından çok önemli bir noktadır. Erdoğan'ın halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkması, Yeni Türkiye'nin inşası sürecinde çok önemli bir kilometre taşıdır. Sayın Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasını her açıdan yeni bir sürecin başlangıcı olarak görüyorum. Her açıdan doğru olan oldu. Sekiz seçimde elde edilen siyasi zaferler ve bu süreçte görev değişimlerinin başarıyla gerçekleşmiş olması Tayyip Erdoğan'ın liderlik başarısıdır. Kırıp dökmeden, herhangi bir ayrışma olmadan bu sürecin gerçekleşmiş olması, hem AK Parti'nin kurumsallaştığını hem de Erdoğan'ın liderlik başarısını ortaya koyar.
Yıllardır Erdoğan'la çok yakın bir çalışma hayatınız oldu. Şimdi eskisi gibi yakın çalışamıyorsunuz…
Erdoğan ile çalışmak bir onur. Ben her sabah kendisini evden alıyordum eve giderken de bırakıyordum. O beni çok iyi biliyordu, ben de onun özelliklerini iyi biliyordum. Bunca sene birlikte çalışmak uyum demektir zaten. Bu uyumu herkes yakalayamaz. Tüm o süreçler unutulmaz. Ama bugün gelinen nokta kaçınılmaz bir durumdu.
Ya siyasi yol arkadaşlığı?
Neticede Tayyip Erdoğan hala Türkiye'nin ve hareketin lideri ve hala başımızda. Onun varlığı devam ediyor. Ülke meseleleriyle ilgili perspektif ortaya koyuyor, duruşunu ve temel meselelerine yaklaşımını ortaya koyuyor. Türkiye'ye yön vermeye ufuk çizmeye devam ediyor.
Yeni bir anayasa ve hükümet sistemi tartışmaları yaşanmıştı. Önümüzdeki süreçte bu konular yine gündem olur mu?
Başkanlık tartışmasının kısa vadede gündeme geleceğini
sanmıyorum ama yeni anayasa hükümetin önceliğidir. Birçok meselenin
aşılmasında ve 2023 hedeflerine ulaşmamız açısından yeni anayasa
meselesi büyük önem arz etmektedir. Türkiye'nin reformlara devam
etmesi, köklü değişimleri gerçekleştirebilmesi, yeni anayasaya
bağlı. O yüzden bu hedeften sapamayız ve bu perspektifi
kaybedemeyiz.
Çözüm Süreci ne durumda son gelişmelerin süreci olumsuz
etkilediği yönünde açıklamalar, yorumlar yapılıyor…
Kobani olayı ortaya çıkınca sanki bütün süreç buna bağlı gibi açıklamalar yapıldı. Önümüze ileride başka konular da çıkabilir. Bölgede öngörülemeyen başka değişiklikler de olabilir. Böyle bir durum olduğunda kaseti başa mı sarmak lazım? Tehditler savurarak 'şöyle olur, böyle olur' diyerek açıklamalar yapmak, hemen süreç bitecekmiş gibi davranmak doğru değildir. Önemli olan diyalog zemininin kaybolmamasıdır. Diyalog kapısı kapanmadığı sürece her şey konuşularak aşılabilir. Bu mesajı, sayın Cumhurbaşkanı da, sayın Başbakan da veriyor. Farklı düşünebiliriz, ama birbirimizi doğru anlamak çok önemlidir.
Pozisyon belirleme vurgusu yaptınız geçtiğimiz günlerde. Ne anlama geliyor bu?
Suriye Kürtleri bölgede bize en yakın olan topluluktur. Aramızda çok ciddi bir akrabalık ilişkisi var. Özellikle sınır bölgelerimizde yaşayan Arap, Türkmen, Nusayri veya Ezidi fark etmez bunların hepsiyle bağları olan insanlarımız var, biz bunlara sırtımızı dönemeyiz. Mazlumun kimliğine bakmadan sahip çıkıyoruz. Suriye Kürtleri de bizim dostumuz ve müttefikimizdir. HDP'nin sesi, sadece Kürtlere zulüm yapıldığında çıkmamalıdır. Bölge ile ilgili bir durum olduğunda ortak hareket edilebilmeli. Araplar katledildiğinde de, Türkmenler katledildiğinde de herkes sesini çıkarmalı. Siz bu zulümleri yapanlarla dirsek teması içinde olursanız başınız sıkıştığında onlar size yardımcı olmaz ve tarihi dostlarınızdan yardım beklersiniz. Bu yüzden 'pozisyonlar yeniden belirlenmeli' dedim.
Tezkere peki? Bir savaşa mı giriliyor?
Şu anda ileriye dönük bir tedbir alınıyor ve hükümete bir yetki veriliyor. Yoksa bu tezkere, yarın hemen harekât olacak anlamına gelmiyor. Güney sınırlarımızda elbette birtakım riskler ve sıkıntılar var. Buna karşı hükümetin bu yetkiye sahip olması önem taşıyor. Bu yetkinin ayrıca caydırıcılık özelliği de bulunuyor.
Son olarak bir bayram sorusu yöneltmek istiyorum; çocukluk dönemi bayramlarınız nasıldı. 'Nerede o eski bayramlar' diyenlerden misiniz? Evde nasıl bir hazırlık olurdu?
Geniş ailelerde bayram günleri daha güzel seremonilerle yapılır. Komşuluk ilişkileri de geçmişte daha güçlüydü. Bundan dolayı eski bayramlar daha farklıydı. İmkânların kıtlığı bazı alışverişlerin bayramdan bayrama yapılmasını gerektiriyordu ve bayram çocuklar için yeni giysiler ve hediyeler demekti... Aslında bayramlar değişmiyor, şehir kültürü ve algılar değişiyor, ayrıca büyüdükçe küçük şeylerle mutlu olamıyoruz...