Van gölü hayat veriyor
Abone olVan Gölü, muhteşem manzarasının yanısıra, tarih ve kültürün içi içe geçtiği tabiatıyla da ön plana çıkıyor.
Mezopotamya döneminde "Nayri Denizi" olarak adlandırılan Van
Gölü, muhteşem manzarasının yanısıra, tarih ve kültürün içi içe
geçtiği tabiatıyla da ön plana çıkıyor.
Doğu Anadolu Bölgesi'nin güzellikler beldesi, Van'ın turizm kaynağı
Van Gölü, aynı zamanda Türkiye'nin ve dünyanın en büyük soda gölü.
Toplam alanı 3 bin 713 kilometre kare olan gölün, Nemrut
Volkanı'nın patlamasıyla oluştuğu biliniyor. Denizden yüksekliği
bin 646 metre olan Van Gölü'nün ölçülebilen derinliği 457 metreden
fazladır.
Van Gölü, yılın her mevsiminde ve günün her saatinde başka bir
güzelliğe bürünüyor. Sahil boyunca yapılaşma ile bozulmayan koylar,
yeşil bitki örtüsüyle sarılı kıyılar, görülmeye değerdir. Gölü
güzelleştiren yalnızca dağlar arasında serili su kütlesi değil, onu
çevreleyen dağlar, kaleler ve tarihi dokudur. Gölün etrafını saran
dağlar, bir çanağın kenarları gibi neredeyse aynı hizadadır ve
gelip Süphan'da toplanır. Bu dağlardaki yaşamı ve renkliliği
görebilmek, zaman ister.
Günün her saatinde rengi ile göz kamaştırıcı güzelliğe sahip olan
ve bir "coğrafya harikası" olarak tanımlanan Van Gölü'nün bu eşsiz
güzelliği, çağlar boyu kavimleri kendine çekmesine ve çevresinde
nice medeniyetlerin doğmasına olanak sağlamıştır. Gözü özgür
bırakan görüş mesafesiyle, suya her mevsim ayrı renk veren
güneşiyle, Anadolu insanına has misafirperverliği ve içtenliğiyle,
hep farklı bir güzelliğe sahip olmuştur Anadolu'nun incisi. Sabah
saatlerinde, sularının üzerine güneşin doğuşuyla Van'da geçen zaman
daha da keyiflenir. Süphan Dağı'nın arkasında güneş battığı zaman
ise Van Gölü'nün rengi akşam daha da güzelleştirir.
DOĞU'NUN İNCİSİ VAN, VAN'IN İNCİSİ VAN GÖLÜ
Doğu Anadolu'nun incisi Van'ı "inci" yapan değişmez etken, Van
Gölü'dür.
Tarih boyunca zenginliklerini etrafında yaşayan insanlara cömertçe
sunan Van Gölü, Mezopotamya döneminde "Nayri Denizi" olarak
adlandırılırdı. Genelde sakin duran göle, bazen ürkütücü dalgalara
sahip olduğundan, Urartular "dalgalı deniz" adını vermişti. Göle
verilen isimler arasında, Küçük Deniz, Ahlat Deryası, Ejir Gölü,
Deryaço, Van Denizi adlarına da rastlanır.
Gölün kuzeydoğusunda yer alan sığ sulara sahip Erciş Körfezi ile
güneydeki doğu-batı doğrultulu derin çanağı birbirinden ayıran
boğazda görülen yıkıntılar, eskiden burada iki göl bulunduğu, daha
sonra yükselen sular ile bu iki gölün birleşip Van Gölü'nün bugünkü
şeklini almasına neden olduğu şeklinde görüşler ileri sürülmesine
yol açmıştır.
İçinde Akdamar, Adır, Çarpanak ve Kuş adaları olmak üzere dört ada
bulunan Van Gölü'nde, su çok tuzlu ve sodalı olduğundan, temizlik
maddeleri kullanılmadan her şey yıkanabilir. Göl üzerinde yer alan
adalar ve Ahlat sazlıkları, Dönemeç, Karasu ve Bendimahi deltaları
ile gölün kuzeyinde yer alan, sazlıklarla kaplı bir tatlı su gölü
olan Nurşun Gölü, Van Gölü'nde kuşlar açısından önem taşıyan
alanlardır. Van sazlığında kuluçkaya yatan yaz ördeği, gölün
batısındaki yarımadada üreyen toy, adalarda kuluçkaya yatan Van
Gölü martısı ve Van Gölü'ne özgü bir balık türü olan inci kefali,
gölün uluslararası öneme sahip sulak alanlar içerisinde yer
almasını sağlar.
Gölün bölge halkına en önemli hediyesi yakıcı sıcaklarda sağladığı
serinlik duygusu ise ikinci önemli hediyesi şüphesiz inci
kefalidir. Mayıs ve haziran aylarında bolca çekilen bu balık,
lezzeti ve ekonomik değeri yönünden bölge halkı için alternatif bir
besin kaynağıdır.
İnci kefali, ülkemizin en büyük gölü olan Van Gölü'nde yaşamaya
alışan tek balık türüdür. Çünkü Van Gölü, yüksek derecede alkalili,
sodalı ve tuzlu bir göldür. Bu özellikler, göl sularını inci kefali
dışındaki balıklar için yaşanmaz bir ortam haline getirir.
Ülkemizde iç su balıkları üretimi alanında önemli bir yere sahip
olan inci kefali, yılda yaklaşık 15 bin ton civarında avlanarak,
tek başına Türkiye iç su balığı üretiminin üçte birini
karşılar.
AKDAMAR ADASI'NA DAİR RİVAYETLER VE VAN GÖLÜ CANAVARI İDDİASI
Kıyıdan yaklaşık 4 kilometre uzaklıkta yer alan Akdamar Adası'na
yaklaştıkça, önce küçük sivri bir külah, ardından sarı renkli
taştan yapılmış bir bina belirir. M.S. 915-922 yılları arasında
Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından, o zamanlar adada bulunan
saray için inşa ettirilen Akdamar Kilisesi'nin mimarının Keşiş
Manuel olduğu bilinir. Kilise, pek çok yönüyle dikkate değer
yapıların başında gelir. Örneğin, yapımında kullanılan andezit
taşları, mevsimlere ve günün saatine göre sarı, kırmızı veya gri
renklerde bir görünüm sunar. Haç planlı kilisenin bir diğer
özelliği de, dış cephenin çok zengin bitki ve hayvan motifleriyle
İncil ve Tevrat'tan alınma sahneleri betimlemesidir.
Akdamar (Ahtamar) adının nereden geldiğine ilişkin birçok rivayet
bulunur. Bu rivayetlerden birine göre, zamanın başkeşişinin dillere
destan güzellikteki kızı Tamara, Gevaş'ta yaşayan bir delikanlıya
aşık olur. Genç, Tamara'ya ulaşmak için her gece gölü yüzerek
geçer, Tamara da kıyıda, elinde bir mumla onu bekler. Bu
buluşmalardan haberdar olan başkeşiş, fırtınalı bir gecede elinde
mumla kıyıya iner. Işığın yerini sürekli değiştirerek, gencin
gücünü yitirmesine neden olur. Genç, "Ah Tamara, ah Tamara" diyerek
boğulur. "Ah Tamara", zamanla Ahtamar veya Akdamar adına
dönüşür.
Van Gölü'nde bir canavar olduğuna dair iddialar ise ilk olarak 1997
yılında patlak verdi. 8- 10 metre boylarında, ses çıkaran,
insanlara zarar vermeyen, kahverengi-siyah renkte bir canavar
olduğu söylentisi, uzun yıllar boyunca gizemini korudu. Van halkı
tarafından "Canavan", "Cano" gibi isimlerle sevimli hale getirilen
canavarla ilgili olarak, Cambridge Üniversitesi'nden dünyaca ünlü
su altı biyolojisti Jacques Cousteau, gölde bir araştırma yapmak
üzere Van'a geldi. Bütün bu gelişmeler neticesinde, Van Gölü turist
akınına uğradı. Eline kamerasını alan amatörler canavar avına
çıktı, ama mevcut video kaydından başka kayıt yapılamadı. Bütün bu
yaşananlar, Van'ın gelişmekte olan bir yöre olmasına ve bu sebeple
yöre halkının turizmi canlandırmak amacıyla böyle bir hikayeye
başvurduğuna bağlandı, Van Gölü canavarı hikayesi de başladıktan
kısa zaman sonra bitti.
GÖLÜN KIYISINDA YAŞAYAN TARİH: AHLAT
Bölgenin geçmişine bakıldığında, tarih boyunca birçok medeniyete
merkez olan Van Gölü'nün batısında, Türklerin Anadolu'da ilk
yerleştikleri bölge olan Adilcevaz ve Ahlat bulunur.
Van Gölü kıyısında yer alan ve tarihi Urartular'a kadar inen Ahlat
yerleşimi ile Selçuklu dönemi taş işçiliği, dönemin inanışlarını,
yaşam biçimini en güzel şekilde yansıtan mezar taşları ve anıt
eserleri ile Dünya Miras Listesi'ne de önerilmiş bulunmaktadır.
Van Gölü'ne, sadece uçsuz bucaksız maviliği ve altın kumlu
plajlarıyla değil, çevresindeki tarihi yerleşkeleriyle de "Doğu
Anadolu'nun denizi" denilmesine haklılık kazandıran Ahlat, yaklaşık
2 bin 900 yıl önceki ilk "Urartu" yerleşiminden bu yana aynı
havzanın "yaşama" merkezi. Burası, Bizans döneminde "Khlat", Ermeni
krallıkları zamanında "Hlat", Süryanilerin dilinde "Khelath",
Arapların egemenliğinde "Halat" ve 12. yüzyılda Türk kenti olunca
da "Ahlatşahların" başkenti "Ahlat" ismini alarak, tarihin
tanıklığını uzun yıllar sürdüren bir kent olmuştur.
Van Gölü'nün kıyısında yer alan Ahlat, Selçuklu dönemine ait tarihi
mezarlığı ile ünlüdür. Mezarlık içinde bulunan ve her biri ayrı
birer sanat şaheseri olan Selçuklu mezar taşları hakkında pek çok
kitap yazılmış ve birçok araştırma yapılmıştır. Diyarbakır
yolundaki Malabadi Köprüsü ise, türkülere konu olan önemli bir
eserdir.
Tarihi yaşayarak yazan seyyahlar, İslam dünyasının en parlak
kentleri için söylenen "Kubbetü'l İslam" unvanının Ahlat'a da
verildiğini belirterek, halkın yüzlerce yıl Arapça, Farça, Ermenice
ve Türkçe konuştuğunu kaydeder. Gölün gerisindeki kayalara oyulmuş
en eski evlerinin duvarlarında bile "tavus kuşu" resimlerinin
bulunduğu Ahlat'ın güzelliğine, Osmanlı döneminde göl kıyısındaki
"Hisar" da eklenince, tarihi kentin eşsizliği şiirlere ve türkülere
yansımıştır.