Vali Güler'den Ankara'ya sitem
Abone olİstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul’un en büyük sıkıntısının Ankara olduğunu savundu.
Türkiye’nin en büyük şehrine bir yıl önce mülki amir olarak
atanan Muammer Güler, İstanbul valisinin ikinci başbakan gibi geniş
yetkilerle donatılması gerektiğini söyledi. Zaman Gazetesi'nden
Nuriye Akman’a konuşan Vali Muammer Güler, “İstanbul’un en büyük
sıkıntısı Ankara’dır. İşler Ankara’dan daha ağır, daha pahalı, daha
isabetsiz yürüyor. İstanbul, Türkiye’nin yarısına yakın
kaynaklarını üretip kullanıyor. Diğer yarısında çok büyük
sıkıntılar olduğu zaman bu yarıyı çok fazla etkilemiyor. Ama burada
meydana gelebilecek sıkıntılar, öbür tarafı perişan ediyor.”
şeklinde konuştu. Güler’e göre geniş yetkilerle donatılacak
İstanbul valisi de halk tarafından seçilmeli. Muammer Güler, tam
bir işkolik. Vali olarak bir gün bile izin kullanmamış. Görevi
gereği sürekli resmi kıyafetle dolaşmak gerektiğini söylüyor.
Halkın içine sivil kıyafetlerle giren ve her türlü aktiviteye
katılmaya özen gösteren merhum Recep Yazıcıoğlu için, “Onun
fikirlerine en yakın valilerden biri benim. Acaba Yazıcıoğlu,
İstanbul valisi olsaydı bütün bunlara vakit bulur muydu?
Zorlanabilirdi burada.” yorumunu yapıyor. Cumhuriyet döneminin
21’inci İstanbul valisisiniz. Cumhuriyetten önce de iki vali var.
Bu benim beşinci valiliğim. Mesleğimin olgun bir döneminde buraya
atandım. İstanbul valiliğinin diğer valilikler gibi projelere çok
ayıracak zamanı yok. Ama genel koordine açısından bir noktayı
yakaladım ben. Otorite boşluğu var dediler. Hayır kardeşim tam
tersine, otorite bolluğu var. Mesela İstanbul’daki trafiğin 17 ayrı
sahibi var. İşte o bolluğun önü kesilecek. Ne zaman? Kamu Yönetimi
Temel Kanunu çalışması yapılıyor. Tasarının hazırlayıcı ekibinde
yer alıyorum. Kamu yönetimi, bu sistemi taşıyamaz hale geldi. Kamu
hizmetlerinin yüzde seksen beşi, merkezi idare tarafından
yönetiliyor. Merkezi idare de üzerine aldığı görevlerin tamamına
yakınını Ankara’dan görüyor. İstanbul’un en büyük sıkıntısı
Ankara’dır. İşler Ankara’dan daha ağır, daha pahalı, daha isabetsiz
yürüyor. Yeni kanun, hangi hizmetlerin merkezi idare, hangilerinin
yerel yönetimler tarafından yürütülmesi gerektiğini ve bunların
arasındaki koordinasyonu belirleyecek. Yaza kadar kesin çıkar
kanun. Tasarıya göre, güvenlik, din, dış politika, istihbarat
hizmetleri ve milli eğitimin sadece müfredat belirleme
çalışmalarını Ankara alıyor. Kalan hizmetlerin tümü taşraya
aktarılıyor. Milli eğitim, sağlık ve bayındırlık hizmetlerini il
idaresi, kalan hizmetleri belediyeler üstlenecek. Belediye
sınırları dışında da yine il idaresi üstlenecek. Böylece Ankara’nın
taşra kuruluşu kalmıyor. Yani öğretmen atamalarına Milli Eğitim
Bakanlığı karışmayacak mı? Evet. Bakanlık sadece eğitim
programlarını düzenleyecek.. Ben elimdeki kaynakla, nereye okul
yapacağımı, öğretmen dağılımını nasıl yapacağımı saptayacak,
gerektiğinde sözleşmeli personel çalıştırarak performans denetimi
uygulamasına geçeceğim. Devlete bugün kapağı atana, 61 yaşına
kadar, hiçbir kuvvet dokunamıyor. Ama vali dahil bütün memurlara
sözleşmeli statü getirirseniz, performans denetimiyle beraber
işlediğinde o özel sektörde çalışırken nasıl büyük gayret
gösteriyor, işinden olmamak için her türlü fedakarlığı yapıyorsa,
devlette de aynı şeyi yapacaktır. Bu yasa çıkarsa İstanbul valileri
Türkiye’nin ikinci başbakanları olacak galiba. Olmasında da fayda
var. İstanbul Türkiye’nin yarısına yakın kaynaklarını üretip
kullanıyor. Diğer yarısında çok büyük sıkıntılar olduğu zaman bu
yarıyı çok fazla etkilemiyor. Ama İstanbul’da meydana gelebilecek
sıkıntılar, öbür tarafı perişan ediyor. Bu yasa çıktıktan sonra,
sıra valilerin halk tarafından seçilmesine mi gelecek? Zaten olay
oraya doğru gidiyor. Madem bu kadar yetkili, bu kadar güçlü bir
valiyi atamayla tutamazsınız. Türkiye eğer buna hazırsa, ben
valilerin daha şimdiden seçimle gelmesini istiyorum. 32 ilçenin
27’si metropolün içinde olan İstanbul valiliği her bakımdan zor.
Buna rağmen en büyük hayaliniz İstanbul valisi olmaktı. Zorluğunu
biliyorum ama İstanbul valisi olmak, her idareci için son derece
önemli bir beklentidir. İddialıydım. İdealime kavuştum. Hedefinizi
yüksek koyacaksınız. Bu kadar büyük bir hedefe ulaşabilmek için, ne
tür taktikler uyguladınız? Bu toplumun değerleriyle bütünleşmişim.
Kendimi, bu milletin evladı gibi görürüm. Sekiz çocuklu mütevazı
bir PTT memuru Mahmut Güler’in oğlu şu anda İstanbul valiliğine
gelebilmişse, bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyüklüğünü
gösterir. Hiç mi siyasi taktiğiniz olmadı yani? Siyasi taktik yok.
1982’de İçişleri Bakanlığı Personel Şube Müdürü olarak atandım.
Akabinde gelen bütün hükümetler benimle çalıştılar. 1991’de genel
müdür oldum. Personel Genel Müdürlüğü’ne atanmış olan bir kimse,
kesinlikle vali olur. Beni bir iktidar personel genel müdürü yaptı,
tam tersi bir iktidar geldi, vali yaptı. Niğde, Kayseri, Gaziantep,
Samsun valiliklerinde olumlu izler bıraktım. Vatandaş
münasebetlerinin iyi tutulması benim özel taktiğimdir. Çok çabuk
düşünen, çok çabuk karar veren, yerine göre bürokrasiyi by–pass
etmeyi çok iyi bilen bir insanım. Sekiz kardeşin içinde siz kaç
numarasınız? Ben iki numarayım ama fiilen bir numarayım, karakterim
dolayısıyla. Şu anda evin babası benim. Bizde hâlâ ataerkil aile
yapısı devam eder. Kardeşlerimin hepsi bana baba gözüyle bakar.
Evin yöneticisi annemin vekil harcı, kardeşlerimle ilgili
sorunların takipçisi, koordinatörü, yönlendiricisi, emredicisi
benim. Siz başınızı nereye dayıyorsunuz dinlenmek için? Birçok şeyi
eşimle paylaşırım, annemle paylaşırım. Annemle önemli bir ikiliyiz.
Annem beni evin direği gibi kabul eder. Babam 65 yaşında rahmetli
oldu. Mardin kültürü mü bu? Mardin kültürü sayılabilir. Yetişme
kültürümüz de böyledir. Ben Mardin’den 54’te ayrıldım. Babam
1985’te emekli oldu. Yani 31 senedir memleketine gitmiyordu. Emekli
ikramiyesini oraya çıkardı, oraya gittiği gün rahmetli oldu. Ben de
gittim, cenazeyi aldım geldim. Benim bütün Mardin’i görüşüm, bu
yarım gündür. Annem Bayar ailesindendir. Anneannem Ensari’dir. Çok
köklü ailelerdeniz. Sayın Vali, eşofmanlarımızı giyip Yıldız
Parkı’na gitsek sizinle, orada konuşsak. Benim için gerçekçi olmaz.
Benim öyle yaşadığım bir hayat yok ki. Eşim bile beni pek takım
elbisesiz görmedi. Hiç ceketsiz gezmem. İdarecilik ruhuma girmiş.
Ruhunuz da bu kadar kravatlı mı? Kravatlı olmak istemiyor aslında.
Ama ben daha evimin bahçesini tam olarak görmedim. İşimi çok
abartırım, ailemin önüne almışımdır. Bir tane hayatı var insanın.
Tümünü işe adamaya değer mi? Bilemiyorum ama İstanbul valiliğine
gelirken ödediğim çok bedeller var. En büyük borcum ailemedir. 33
yaşımda girdim İçişleri Bakanlığı’na. 43 yaşımda ayrıldım, vali
olarak. Bir gün izin kullanmadım. Bende sorumluluk duygusu çok
gelişmiştir. İşim varsa eve gitsem de istirahat edemem. Davetlere
gitmek istemem. Geldiğimden beri hiçbir cumartesi pazarım boş
geçmedi. Benim uyku haline geçişim bile çok zordur. Daha önceki
valilik döneminizde de bir tane şarkı söylerken fotoğrafınız yok.
Mesleğin çerçevelediği önemli sınırlamalar var, onları göz ardı
edemezsiniz. Rahmetli Yazıcıoğlu nasıl bir modeldi peki, her
ikisini birden başarıyordu? Onun fikirlerine en yakın valilerden
biri benim. Acaba Recep Yazıcıoğlu İstanbul valisi olsaydı bütün
bunlara vakit bulur muydu? Zorlanabilirdi burada. Zamanınızın büyük
bir kısmını aslında yapmak istemediğiniz şeylere ayırdığınızda ne
hissediyorsunuz? Değişik topluluklara girip çıkıyor, bir gün içinde
düğünden cenazeye kadar her bir gruba uygun yüz ifadesi geliştirmek
zorundasınız. Bu, sizde ne yaratıyor? Kafada karışıklık yaratıyor,
stres yaratıyor, yorgunluk yaratıyor. Hangisi benim, gülen mi,
ağlayan mı, kızan mı, emreden mi; şaşırmıyor musunuz? Hepsini aynı
sorumluluk duygusu içinde yapmanız gerekiyor. Ben ona alıştım
artık. Bir düğünden bir cenazeye çok rahat adapte olabiliyorum.
Kendinizi sürekli kontrol altında tutmak, patlama ihtiyacını
büyütmüyor mu? Patlayacaksan kardeşim o zaman bu işi yapma. Başka
iş yap. Patlamamak için, gazınızı ufak ufak nerede bırakıyorsunuz?
İşte orada sabır unsuru devreye giriyor. Bu artık sizde bir
alışkanlık haline gelmiş. Herkesin bir işi var. İyi bir idareci
adam doktorudur, ben adam doktoruyum. İlk geldiğinizde “Protokol
valisi olmayacağım.” demiştiniz. Bunu ne ölçüde başarabildiniz?
Başardığımı düşünüyorum. İstanbul valisinin ertelemeyeceği temsil
görevleri Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın
gelişleridir. Bu üçünün dışındaki protokol görevlerini icra
etmiyorum. İşin görünmeyen bir yönü var. Bütün kral, cumhurbaşkanı,
devlet ve hükümet başkanı seviyesindeki yabancı konuklar İstanbul’a
geliyorlar. İstanbul’da devletin temsilcisi benim. Bu nedenle de o
konukların karşılanması, uğurlanması ve ağırlanması da benim
görevim. Onun dışında hiçbir özel davete kesinlikle gitmiyorum,
nefret ediyorum. Evimde kendi başıma yiyeceğim bir yemeği her şeye
tercih ediyorum. En azından pijamamı giymeliyim, önüme güzel bir
önlük koymalıyım. İstediğim yemekten istediğim tabak
yiyebilmeliyim. Fotoğraf makineleri yüzüme patlamamış olmalı.
Asgari nezaket kuralları sizi yoruyor. Ben orada diğerleri gibi
kendimi koyuveremem. Beş kadeh içip sarhoş olamam, sanatçının
karşısına geçip göbek atamam. Bir maç seyrederken havalara
fırlayamam. En kötüsü de bu galiba. Hakemin bir yanlış kararını
yuhalayabilmeli insan. Ben yuhalayamam efendim, ayıp olur. Ama
içimde kalıyor tabii ki. Herkes maç seyrediyor, ben orada, bu
insanlar buradan nasıl çıkacak, başlarına bir şey gelir mi, ihtimal
hesaplarını yaparak, tedbirleri düşünüyorum. İçinizde kaldı o
negatif enerji, heyecanlandınız, bağıramadınız. Gelip burada
insanları mı haşlıyorsunuz? Hayır. Kontrol edeceksin kendini.
Melaike falan da değilim. Kızdığım zaman da uf yakar, yıkarım.
Tatlı sert bir adamım. Adamın hatasını gördüğüm an yüzüne de
vururum, rezil de ederim. Ama onurunu kırmayarak. Haşlarım adamı
valla, hiç bakmam gözünün yaşına. Etrafımda tembel, ebleh adam
olmasından hoşlanamam. En rahat eden memur hiç çalışmayan, salak,
geri zekalı memurdur, çünkü benim yanıma yanaşamaz. Ben zeki,
pratik adamla çalışırım. Leb demeden, leblebiyi anlayacak. Ben
şöyle baktığımda ne istediğimi bilecek. İlk geldiğinizde
hatırlıyorum, “Uyuşuklarla çalışmam, ayak uyduramayan gider.” diye
meydan okudunuz. Kaç kişi döküldü? Valla onlar dökülmese bile ben,
onları döktüm. Ebleh adama iş tarif edemem, tez canlıyımdır. Birçok
şeyi de kendim yaparım. Telefonlarımın çoğunu kendim çeviririm.
Birçok telefon numarası aklımdadır. Konuşma stilinizden belli,
sanki aceleniz var. Evet, her şeyin acele yapılmasından yanayım.
İstanbul’da birçok şeyi uyuşuk şekilde yaparsanız görevinizi eksik
yaparsınız. Hâlâ sigara kullanıyor musunuz? Bu sene sigara ile
tanışıklığımın 41’inci yılını kutluyorum. 13 yaşında başladım.
Sigaraya bağımlıyım. Aramızda bir vefa borcu mu var acaba, onu
bırakamıyorum. Bir ara akupunktur yaptırıyordunuz... Ondan da
vazgeçtim. Çünkü benim akupunkturları kafama yapmak lazım. Beyne
yapılan akupunktur olmadığı için, hiç faydası olmadı bana. Boşalmak
için tek çıkış sigara bana. Sigara endorfin üretiyor çünkü. Son
yirmi yıldan beri de saat 16.00’ya kadar sigara içmemeye
programlıyorum kendimi. Cumartesi pazar oldu mu bunu 12.00’de
başlatıyorum. Daha sonra da beş tane içmeye çalışıyorum. İçkiyle
aranız nasıl? Yok içmiyorum. Ama Hukuk Fakültesi yıllığında adınız
“Şarapçı Muammer” diye geçiyor. Böyle öğrenciler arasında oturduk,
kim ne kadar içecek gibisinden. Delikanlılık döneminde içiyordum
tabii. Şöyle bir espriydi: Arkadaşlar toplandığımızda, çokça şarap
içilen bir toplantı vardı. Oturdular, şu kadar kişi, şu kadar şarap
içtiler gibisine yazılmış bir yazı... Çocuklarınız genelde
ortalıkta pek görünmüyor. Göstermemeye çalışıyorum. Çocuklarımın o
anlamda pek fazla talepleri de yok zaten. Oğlum, artık kişiliği
oluşmuş, 25 yaşında bir çocuk. Kızım üniversite öğrencisi. Laiklik
anlayışınızın çerçevesi ne? Laiklik bana göre bütün inanışların,
bütün özgürlüklerin şemsiyesi. Laikliği, insanların inançlarını
hoşgörüyle karşılama, birbirine tahammül edebilme olarak
değerlendiriyorum. İlla fikri birbirine dayatma, şu doğrudur, bu
yanlıştır demek değil. Zaten AB konsepti de bunu gerektiriyor. Siz
zengin bir adam mısınız? Değilim. Batıkent’te kardeşimin oturduğu
bir kooperatif evim var. Ankara’da çocuklarımla beraber oturacağım
Dikmen’de bir ev aldım. Annemin oturması için kardeşlerimizle
beraber aldığımız bir evimiz var. Bankada mütevazı bir param var.
Onunla İstanbul’un normal bir yerinde bir daire alınamaz. Gaziantep
ve Samsun’daki valilik döneminizden bazı anekdotlar toplamaya
çalıştım. Bunların içerisinde çok olumlular da var, dedikodu
niteliğinde olanlar da. Açıkça sorabilir miyim? Çok memnun olurum.
Önce iyi olanlardan başlayayım. Sizin için ‘Turgut Özal’ın başka
bir versiyonu’ deyimi kullanılıyor. “Özal kadar vizyonu geniş,
halkla sıcak temas kurdu, bürokrasiye Özal’dan daha yakındır”
diyorlar. Ben tabii Özal’ı, iş yapmak isteyen insanları harekete
geçiren, bürokrasinin dar ve hantal kalıplarına sığmadan Türkiye’yi
kalkındırmayı başaran bir adam olarak görüyorum. Ama Özal
döneminde, sistemin kara delikleri de oluştu. Kara deliklerin
üzerine biraz daha denetim anlamında gidilebilirdi. Özal, ‘yüzde 90
bunları yaparsak, yüzde 10 kaçak bir şey değildir. Kamu kendi
içinde bunların emniyet supaplarını iyi ayarlarsa zaman içinde
gidebilir’ demişti; ama emniyet supapları maalesef iyi
ayarlanamadı. O anlamda bazı eksiklikler oldu. Olumsuzlara gelelim,
Gaziantep’te en fazla silah ruhsatı, sizin zamanınızda verilmiş.
Altı yılda 8 bin adet silah bulundurma ve taşıma ruhsatı. Bunların
bazıları da PKK’dan yargılanan insanlarmış. Hatta sizden sonra vali
olan Erhan Tanju gelince o ruhsatları geri almış. Nedir bunun aslı?
Benden sonra Gaziantep valiliği görevini yürüten Sayın Tanju,
maalesef, bize yönelik büyük sevginin etkisinde kaldı. Yaptığımız
bütün işlemleri maalesef böyle denetletmek gibi bir eğilime girdi.
Hiçbirinden de sonuç çıkmadı. Valilerin verdiği ruhsatlar
içerisinde, ‘can güvenliğinden verilen ruhsat’ diye sert bir bölüm
vardır. Valileri en çok rahatsız eden konu budur. Herkes bu anlamda
silah ruhsatı almak istiyor. Söyledikleri rakamlar kesinlikle doğru
değildir. Can güvenliği ruhsatlarının verilişinde takdir hakkımı
geniş kullanmış olabilirim. Belli unvan ve makam sahipleri
konusundaki takdir hakkımı çok rijit kullanmadım. Takdir hakkını
çok rijit kullanan valiler de vardır. Bu, valilerin tarzıdır. Çok
dar kullandığın zaman da başka sorunlara sebep oluyor. Bir iddia da
Karkamış sınır kapısı ile ilgili. Sizin zamanınızda sadece Mardin
ve Cizre illerinde mazot ve fuel–oil taşımasında kullanılıyormuş.
Güya bütün kaçakçılara göz yummuşsunuz. Daha sonra MİT ve JİTEM,
PKK bu kapıyı kullanıyor diye rapor verince kapatılmış. Bu olay ne?
Kesinlikle öyle bir şey yok. Karkamış kapısı benim dönemimden önce
sınır ticaretine konan bir kapıdır. Oradaki sınır ticareti belli
kurallara göre yürüdü. Şu anda kapalı değil; ama sınır ticaretine
son verildi. Ben sınır ticaretinin devamından yana tavır takındım
ve şu andaki hükümetin konseptinde de bu var. Gaziantep’te altı
buçuk yıl kaldım. Çok önemli hizmetlere imza attım. Her yerinde
adımız var. Güya paraşüt operasyonu sırasında birtakım olaylar
olmuş. Evinizi aramak istemişler... Yasin Altınbaş’tan rüşvet
almışsınız... Orada bir kum ocağı varmış. O usulsüz bir şekilde bu
adama verilmiş. Sizden sonra gelen vali o ocağı kapatmış. Makine
parkına el koymuş. Sevcan Oteli’nin açılışını yapmışsınız. Bu otel
fuhuştan kapatılmış. Sahibi Hikmet Sevcan aranan biriymiş, bir sürü
dedikodu... Hiç biri doğru değil. Ben tabii tek kaynağını biliyorum
onları söyleyenlerin; ama size söylemem. Sevcan Oteli’nin sahibi,
annesi ve babası adına bir okul yapmak üzere bize başvurduğu için
otelin açılışına katıldım. Otelin açılını yaptığımda aranmıyordu.
Sonradan arandığına dair olan belgeyi saklayanlar hakkında
soruşturma yaptık. Paraşüt operasyonu sırasında Gaziantep valisi
olarak benim ismim karıştırılmaya çalışıldı. Kendisi hakkında
müfettiş gelmesini isteyen tek valiyim. Ama müfettişe gerek
duyulmadı. Buna da isyan ettim. Ve gelen müfettiş bütün her şeye
baktı. Hakkımda yapılmış tek bir soruşturma emri yok. Niye sizi
bulaştırmak istediler? Hangi arı kovanına parmağınızı sokmuştunuz?
Fincancı katırlarını ürkütmektir bütün mesele. Paraşüt operasyonu
ile uzaktan yakından ilgilimizin olmadığı anlaşıldı. Kum ocağı
benim zamanımda verilmedi. Daha sonraki vali döneminde maliyeyle
olan sorunları, şu anda da mahkemededir. Gaziantep, iş
yapılmasından dolayı son derece takdir duyguları belirtilen bir il;
ama belli bir kesim çıkar kapılarının bozulmasına alışmamış.
Gaziantep geçmişi itibarıyla birçok illegal işin, birçok sıkıntılı
işin cereyan ettiği bir il. Oralarda belli kesimlerin kaynaklarını
keserseniz, birtakım sıkıntılar yaratabiliyor. Gaziantep’te arkamda
çok büyük bir desteğin olduğunu biliyorum; ama bizi kullanmak
isteyip de bizim sırtımızdan nemalanmak isteyen çok insanlar
olmuştur. Onlara da prim vermemişizdir. Hizbullah operasyonunu
başlatan ilk Gaziantep değil mi? Evet, Hizbullah’ın bir orduyu
donatacak en büyük cephaneliği Gaziantep’te çıkartıldı. Bizzat
benim başında bulunduğum operasyonda. Devlet bu kadar mezarı ortaya
çıkarmada neden geç kaldı? Müsaade edilmeseydi bu kadar azgınlık
yapabilirler miydi? Tabii Hizbullah operasyonu Türkiye için
tespitte çok gecikilmiş bir durumdur. Tespitte mi, üstüne gitmede
mi gecikildi? Üstüne gitmek konusunda bir şey diyemem, bilmiyorum
çünkü. Bunların PKK’ya karşı olan yapılanması içinde kendi iç
şeyleri gözden kaçmış olabilir. Hani kapkaç terörünü
bitirecektiniz? Bitireceğiz demedik, en az seviyeye indireceğiz
dedik. Kapkaçın organize bir suç olduğunu bileceğiz önce. İkincisi
cezalar caydırıcı değil. İnfaz sisteminin ıslah ediciliği yok. Son
yapılan düzenlemeler de buna tuz biber ekti. AB’ye uyumla ilgili
olarak 18 yaşının altındakileri çocuk sayıyorsunuz, Çocuk
Mahkemeleri Kanunu’na göre yargılıyorsunuz, asgari haddi üç yıldan
az olan suçlarda da tutuklama yapmıyorsunuz. 10 yaşından itibaren
çıkar amaçlı suç şebekeleri yönlendiriyor, sokakta yaşayan
çocuklara bunlar işletiliyor. Buna rağmen nasıl asgariye düştüğünü
hesaplıyorsunuz? Bu çetelerin üzerine gitmeye başladık. Sinekleri
tek tek avlamak yerine, bataklığı kurutmanın yollarını arıyoruz.
4422 sayılı kanuna uygun şekilde DGM kapsamındaki bir suç gibi
değerlendiriyoruz. Mobil elektronik sistem entegrasyonunu
uygulamaya koyacağız. Madem ki cezalarımız caydırıcı, infaz
sistemimiz ıslah edici değil, polisi delilden suçluya gidecek bir
teknik kapasiteye, fiziki kapasiteye her an, her yerdeymiş gibi bir
konuma getirmek zorundasınız. Başarmak için süreciniz ne? Üç ayaklı
bir süreç. Birinci ayağı 8 milyon dolarlık bir proje. İstanbul’un
dijital haritası var elimizde. Büyükşehir Belediyesi yaptı bunu,
bize verdi. Şu anda Vatan Caddesi’nin altlarındaki yemekhaneyi
kaldırıyoruz. Oraya uydudan çekilmiş, İstanbul’un bütün taşını,
toprağını, sokağını, caddesini, apartmanını, gecekondusunu gösteren
bir harita koyuyoruz. O haritanın üzerine bütün ekiplerimize GPS
dediğimiz, coğrafi konumlarını belirleyecek aparatlar dağıtacağız.
Hangi ekibin nerede olduğunu o yolda göreceksiniz. Onları
istediğiniz yere bir anda yönlendirebileceksiniz. İkinci aşamada,
ekiplerinizin en az yüzde ellisinde laptop olacak. Bütün bilgi
sorgulamasını bir tek araç yapabilecek. Plaka okuma yeteneğini haiz
olacak. Her bir araç, sanki seyyar bir karakolmuş gibi çalışacak.
Bütün bilgiler orada olacak. Üçüncü ayağında da bu GPS’lerin içine
bir alarm sistemi koyuyorsunuz. O alarm sistemi GSM şebekeleri
üzerinden, emniyet komuta kontrol merkezi ile bağlantılı, evlerde,
işyerlerinde, kuyumcu dükkanlarında, araçlarda. Bu söylediğimiz
GPS’ler bulunduğu zaman en ufak ihbarı, en yakın polis laptoplarına
coğrafi koordinat olarak düşüyor. Anında oraya ekipleri sevk etme
imkanınız doğuyor. Görüntüleme imkanınız doğuyor. Bölgesel görüntü,
kameralar koyuyoruz. Bugün Londra’yı 20 bine yakın kameranın
kontrol ettiğini biliyor musunuz? Ama biz burada henüz hiçbir şeyi
koymadık. Şimdi suçlunun yakalanma riskini artıracağız. Her üç
ayağının takvimi bir senedir. Kaynak nereden bulunacak? 8 milyon
doların yarısını ben İl Özel İdaresi olarak karşılıyorum. Ben işte
bu anlamda bürokrasiyi aşan valiyim. İkinci kısmı da İstanbul
Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Borsası’nın
oluşturduğu bir konsorsiyum. Formülleri üretmek benim görevim. Ben
kanunları iş yapma yönünde yorumlarım. İstanbul Özel İdaresi’nin
böyle bir görevi yok ama biz kanunları yorumlayarak, bu konudaki
kanuni değişikliklerin yapılmasında hükümeti zorlayarak bunu
sağladık. İki tür idareci vardır. Bir şahin tipli, benim gibi
by–pass yapan idareci. İkincisi de müfettiş kafalı, yani iş
yaptırmayan idareci. Sizin bir dizi kahramanı olmanız yolunda şu
anda kafamda bir fikir belirdi. Siz televizyonda İstanbul’u anlatan
bir dizinin harikulade bir kahramanı olarak işlenebilirsiniz.
Buradan senaristlere, televizyon yapımcılarına duyuruyorum.
Gaziantepliler Zeugma’yı söylememişler size. Zeugma’nın gerçek
kahramanı benim. Gaziantep genç işadamlarının onuncu kuruluş
yıldönümünde en büyük ödülü bana verdiler. Ben o by–passı
Zeugma’da, Gaziantep’teki köy altyapı yatırımlarında, Samsun sahil
yolunun yapımında yaşadım. Eğer içinde bir suiistimal yoksa, derhal
kuralları by–pass etmeyi bilirim, iş yönünden. Ben hep şu problemi
aşmalıyım şeklinde bakarım. Bazıları da hep bahane üretmek
anlamında bakarlar. Boğazımdan geçmez, geçirtmem de. İyi niyetle iş
yapıldığı zaman hep şikayet olur. Hiç karışmayan, kaçmayan,
çalışmayan, müfettiş kafalı, sürekli denetleyen adamı hiç kimse
şikayet etmez; ama o adamın da yaptığı hiçbir şey yoktur arkasında.
İstanbul ne zaman huzura kavuşur? İstanbul aynı büyüklükteki
Amerika, Avrupa kentlerine göre huzurlu bir kenttir. Ama kendi
içinde huzurlu değil. Olması da mümkün değildir. Bu kadar çok
ilkesizliğin yaşandığı bir kentte siz ne bekliyorsunuz? İpek
kumaştan ipek elbise, keten kumaştan da keten elbise olur. Bu kadar
gelir uçurumunun yaşandığı, göçün bu kadar yoğun olduğu, sosyal
adaletsizliğin, yolsuzlukların maalesef sistemden kaynaklanan bir
şekilde had safhada olduğu bir yerde eğitilmeyen, umudunu birtakım
şeylere bağlayıp da bulamayan, kültür seviyesi bu kadar geride olan
insanlar ve böylesine bir çarpıklık içerisinde psikolojik bunalım
yaşayan, iş bulamayan, aile sorunu çeken insanlar, bu kadar altyapı
eksikliği varken, siz ne bekliyorsunuz? İstanbul’un sakinleri böyle
sakin sakin oturdukça, başlarına daha çok şeyler gelecektir. Ne
istiyorsunuz vatandaştan? Vatandaş İstanbul’u dikensiz gül bahçesi
zannediyor. Bu kadar çarpıklık olacak, onlar rahat yaşayacaklar!
Var mı böyle bolluk! Herkes kentliliğin bedelini ödeyecek kardeşim.
Yeni yerel yönetimler yasası, kentlilik bilinci gibi bir şey
getirecek. Katılımcılık var mı bizim toplumumuzda? Toplumumuz
apartman yönetimine katılmıyor ya! Beldesi ile ilgili hiçbir soruna
sahip değil. Adam yerde yatıyor, arabasının döşemesi kan olacak
diye onu alıp götürmüyor. Bir apartmanda siz imdat diye bağırın,
bakın kaç kişi çıkacak. Böyle bir toplum var mı efendim? Bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! Böyle anlayışlarla toplum bir
yere varamaz. Katıldığım bir yemekte, çok saygın bir işadamının
eşi, biraz da olayı küçümser tarzda, “Vali bey ne olacak bu
hırsızlık, kapkaç konusu?” diye sorunca, “Hanımefendi evinizin, iş
yerinizin, aracınızın sigortası var mı? Oturduğunuz sitenin özel
güvenlik teşkilatı kuruldu mu?” diye sordum, “hayır” cevabını
aldım. Kendisine dedim ki: “Hanımefendi, lütfen bunları bir an önce
yapın. Bir de sizinle uğraşmayalım.” Siz daha sigorta ile
tanışmamışsınız, böyle bir toplum olur mu? Senin kapını gelip polis
mi bekleyecek? Polis hangi birine yetişecek kardeşim ya. Alacaksın
tedbirini kardeşim. Önce eşeğini sağlam kazığa bağla. Gücün varsa
sigortanı yaptır kardeşim. Fakir çocuklar özel okullarda okumalıydı
Siz bu şehirde milli eğitimin de başısınız. Fakir öğrencilerin özel
okullarda okutulması ile ilgili yasayı Cumhurbaşkanı’mız veto etti.
Çocukların penceresinden baktığınız zaman acaba iyi mi oldu, kötü
mü oldu? Sayın Cumhurbaşkanı’mız elbette son karar merciidir. Benim
o konuyu tartışmaya hakkım yoktur. Ama ben bu projenin doğru
olduğuna inanıyorum. Fakir çocuklarımızı oradaki kapasite
boşluğundan yararlandırarak okutmak lazım. İnsanları eşitlik adı
altında yoksulluğa doğru yönlendiren bir anlayış var. Bu eski
anlayıştır. Bu kafa Türkiye’de iş yapmayan, iş yaptırtmayan
kafadır. Seksen yıllık cumhuriyet tarihi, sağın veya solun
mücadelesi olarak değil, iş yapmak isteyenlerle, istemeyenlerin
mücadelesi şeklinde geçmiştir. Açıkça söylüyorum, zenginler, hali
vakti iyi olanlar, milli eğitim masrafları konusunda devlete yük
olmamalıdırlar. Devlet o yükünü fakir çocuklara doğru
yönlendirebilmelidir. Yarın bir gün bizim çocuklarımız iyi
yetişmezse, AB’nin aynı platformunda bizim çocuklarımızın sırtından
onlar geçinecekler demektir. Bu özel okullarla ilgili kaygılar
varsa işin ilgili kurumları vardır, onlar görevlerini yapar. Her
öküzün altında bir buzağı arama paranoyasından nasıl kurtulunur?
Yıllardan beri belli tabuların arkasından koşturmaya alıştık. Demek
ki toplumdaki pek çok kesim, bunu bir beslenme kaynağı olarak
görüyor. O gerginlik olmazsa, o öcü olmazsa, o düşman olmazsa,
kendine bir şey kalmayacak. Sen hem AB’ye gireceğim diyorsun, hem
de kendi fikrinin karşısındaki insana dayatmacı oluyorsun. Hem
hukukun üstünlüğü diyorsun, hem bireysel hak ve özgürlüklerin
genişletilmesi diyorsun, hem de bir yandan gelip insanları, sen şu
musun, sen bu musun diye sorguluyorsun. Yok öyle şey!