Vaduz hangi kıtada yer alıyor 8 Ekim Hadi ipucu sorusu cevabı
Abone olVaduz hangi kıtada yer alıyor sorusu HADİ 8 Ekim ipucu sorusu olarak karşımıza çıktı. Gün içinde takipçilerine online sorular soran HADİ uygulaması bu kez Lihtenştayn'ın başkenti Vaduz hangi kıtadadır sorusunu sordu.
Vaduz hangi kıtada yer alıyor HADİ ipucu sorusu cevabı haberimizde... Roma İmparatorluğu döneminde bugünkü Lihtenştayn toprakları Raetia ilinin küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Lihtenştayn'ın başkenti Vaduz’dur. Hükümet merkezi Vaduz’dadır Peki, Lihtenştayn’ın başkenti Vaduz hangi kıtada yer alıyor?
Dünyanın en küçük ülkelerinden biri olan Lihtenştayn (Almanca: Liechtenstein) ya da tam adı ile Lihtenştayn Prensliği, İsviçre ve Avusturya arasında yer alır. Roma İmparatorluğu döneminde bugünkü Lihtenştayn toprakları Raetia ilinin küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Lihtenştayn'ın başkenti Vaduz’dur. Hükümet merkezi Vaduz’dadır Peki, Lihtenştayn’ın başkenti Vaduz hangi kıtada yer alıyor?
Avrupa Kıtası’nda yer alan Vaduz, Lihtenştayn'ın başkentidir. 5.109 nüfusludur. Başkentin spor kulübü Vaduz İsviçre Challenge liginde oynamaktadır. Lihtenştayn sülalesinin kendi isimlerini taşıyan, ülkeyi kurmadan önceki aldıkları ilk yer Vaduz kontluğudur. Vaduz Kontluğunun sınırları şu anki Lihtenştayn ile hemen hemen aynıdır.
Liechtenstein tarihi
Roma İmparatorluğu döneminde bugünkü Lihtenştayn toprakları Raetia ilinin küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Bu topraklar, Avrupa'daki stratejik çıkar çatışmalarından uzakta yer alıyordu. Öyle ki, yüzyıllar boyunca kıtayı etkileyen büyük olaylardan pek etkilenmediler. Bugünkü hanedandan önce arazide Hohenems kontları hüküm sürüyordu.
Ülkeye adını Liechtenstein ailesi vermiştir. Aile, ülkeye oldukça uzaklarda, Aşağı Avusturya'daki Liechtenstein şatosunda oturmaktaydı. Şato, 1140'tan 13. yüzyıl ortalarına ve 1807'den günümüze kadar ailenin mülkiyetinde kaldı. Yüzyıllar boyunca aile Moravya, Aşağı Avusturya, Silezya, ve Styria'da geniş araziler edindi. Ancak tüm bu topraklar daha kıdemli derebeylerine bağlı kaldı, özellikle de Liechtenstein prenslerinin danışmanlık yaptığı Habsburg'lara. Kendine doğrudan bağlı hiç toprağı olmadığı için Liechtenstein ailesi İmparatorluk meclisi Reichstag'da bir sandalye edinemedi.
Mecliste temsil edilmek aileye büyük bir güç sağlayacağından Liechtenstein'lar bunu kendilerine hedef olarak belirlediler. Bu nedenle, arada bir derebeyi olmaksızın, doğrudan Kutsal Roma İmparatoru'na bağlı bir toprak aramaya başladılar. Bir süre sonra, sırasıyla 1699 ve 1712'de, aile minik Schellenberg Herrschaft'ını (lordluğunu) ve Vaduz kontluğunu Hohenems'lerden almayı başardı. Bu küçük derebeylikler, tam da Liechtenstein'ların aradığı gibi, kendi kontlarından sonra arada bir derebeyi olmaksızın doğrudan İmparatora bağlıydı.
Böylece 23 Ocak 1719'da satın alma işlemleri tamamlandığında, Kutsal Roma İmparatoru 6. Charles, Vaduz ve Schellenberg'in birleştiğini açıkladı ve siyasi konumunu da "gerçek kulu Anton Florian Liechtenstein" onuruna Liechtenstein ismini verdiği Fürstentum (prenslik) seviyesine çıkardı. O gün, Liechtenstein Kutsal Roma İmparatorluğunun özerk bir üyesi haline gelmiş oluyordu. Ancak, bu siyasi manevranın bir fırsatçılık örneği olduğunu kanıtlarcasına, Liechtenstein prensleri daha 120 yıl boyunca yeni prensliğe adım atmayacaktı.
1806'da Kutsal Roma İmparatorluğu'nun büyük bölümü I. Napolyon tarafından işgal edildi. Lihtenştayn için bu durum ciddi sonuçlar doğurdu: İmparatorluğun siyasi ve hukuki mekanizmaları çöktü, İmparator II. Franz tahtı bıraktı. Sonuç olarak Lihtenştayn, kendi sınırları dışında herhangi bir otoriteye bağlı olmaz hale geldi. Modern yayınlar genellikle (ama hatalı olarak) Lihtenştayn'ın bağımsızlığını bu olaylara bağlarlar. Aslında hukuken Lihtenştayn prensi egemen bir derebeyi olmak dışında ayrıca hükümdar haline geliyor, ancak ülke bağımsız olmuyordu. 25 Temmuz 1806'da Ren Konfederasyonu kurulduğunda, Lihtenştayn Prensi, koruyucusu olan Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart'a bağlı bir vassal durumuna geliyordu. Bu durum, 19 Ekim 1813'te Konfederasyon'un çözülmesine kadar devam etti.
Bundan kısa süre sonra, 20 Haziran 1815'te, Lihtenştayn, başkanlığı Avusturya-Macaristan İmparatoru tarafından Alman Konfederasyonu'na katıldı ve 24 Ağustos 1866'ya kadar üyesi kaldı.
Lihtenştayn Prensi I. Johann
1818'de I. Johann, sınırlı haklar tanıyan bir anayasa ilan etti. 1818'de ayrıca, Liechtenstein ailesinden bir prens, Prens Alois, ilk defa ülkeyi ziyaret etti. Ancak egemen prensin ziyareti ta 1842'ye kadar gerçekleşmeyecekti.
19. yüzyılda Lihtenştayn pek çok ilerleme kaydetti: 1836'da bir seramik fabrikası olan ilk fabrikanın açılışı, 1861'de Tasarruf ve Kredi Bankası'nın kuruluşu, ilk pamuk dokuma makinesinin çalışmaya başlaması. Ren üzerindeki iki köprü, 1868 ve 1872'de inşa edildi, ülkeyi kat eden bir demiryolu hattı döşendi.
1866'da Avusturya-Prusya Savaşı patlayıp sona erdikten sonra Lihtenştayn üzerinde siyasi bir baskı oluştu: Prusya, savaşla ilgili referandumda oyların yanlış sayıldığı iddiasıyla savaşın sorumlusu olarak Lihtenştayn'ı gösteriyordu. Bu nedenle Lihtenştayn, Prusya ile barış anlaşması imzalamayı reddetti ve savaş durumunda kaldı (ancak hiçbir sıcak çatışma yaşanmadı). Bu durum, 1930'ların sonunda Lihtenştayn'ın işgalini savunanların öne sürdüğü tezlerden birini oluşturdu.
Başkente tepeden bakan Vaduz Kalesi, hâlâ Lihtenştayn Prensi'nin ikametgâhıdır. I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Lihtenştayn, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na sıkıca bağlı kaldı. Ancak savaşın neden olduğu iktisadi yıkım, ülkeyi diğer komşusu olan İsviçre ile gümrük ve para birliğine gitmeye zorladı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun dağılmasıyla birlikte, Lihtenştayn'ın eski bir Kutsal Roma İmparatorluğu derebeyliği olarak artık Avusturya'ya bağlı olmadığı görüşü ortaya atıldı. Zira Avusturya, o günlerde yeni kurulmakta olan bir ülkeydi ve İmparatorluğun hukuki mirasçısı olduğunu reddediyordu. Böylece Lihtenştayn, Avrupa'nın bağımsızlığını son kazanan egemen ülkesi haline geldi. Ülke, Kutsal Roma İmparatorluğu'na tarihsel bir devamlılık içinde bağlandığını da öne sürebilecek durumdadır.
1938'de, Avusturya'nın Almanya tarafından ilhak edilmesinden hemen sonra, 84 yaşındaki Prens I. Franz tahttan ayrıldı ve 31 yaşındaki üçüncü kuzeni Prens II. Franz Joseph'i halefi tayin etti. Prens I. Franz, görevden çekilme nedeni olarak yaşını öne sürse de, asıl nedenin Almanya'nın yeni komşusu Lihtenştayn'ı işgal etmesi halinde tahtta olmak istememesi olduğu düşünülmektedir. 1929'da evlendiği karısı, Viyana'lı zengin bir Yahudiydi ve yerel Naziler onu şimdiden hedef gösteriyordu. Lihtenştayn'da bir Nazi partisi olmasa da, Nazi sempatizanı hareket uzun süredir Milliyetçi Birlik Partisi'nde yer buluyordu.
II. Dünya Savaşı'nda Lihtenştayn tarafsız kaldı. Savaş bölgelerinde Liechtenstein ailesine ait hazineler korunmak üzere Lihtenştayn'a ve Londra'ya nakledildi. Savaşın sonlarında Polonya ve Çekoslovakya, "Alman malı" olarak gördükleri diğer topraklarla birlikte Liechtenstein ailesininkileri de istimlâk ettiler. Bu istimlâkler 1.600 km²'nin üzerinde tarım ve orman arazisini, sarayları ve şatoları içeriyordu. Uluslararası Mahkeme'de konuyla ilgili dava açıldı. Soğuk Savaş boyunca Lihtenştayn vatandaşlarının Çekoslovakya'ya girmeleri yasaktı. Lihtenştayn, savaşta Almanlarla işbirliği yapan Birinci Milliyetçi Rus Ordusu'ndan 500 kadar askere sığınma hakkı tanıdı. Bu olayı anmak üzere, sınır kasabası Hinterschellenberg'de bir anıt dikildi (ülkenin turizm haritalarında yer alır). Bu sığınma hakkı, ülkenin o zamanlar içinde bulunduğu fakirlik düşünülürse kayda değerdir. Bu kadar sığınmacının doyurulması, Lihtenştayn gibi küçük bir ülke için zor olmuştur. Sonunda Arjantin, sığınmacıları kalıcı olarak topraklarına yerleştirmeyi kabul etti. Buna karşılık, İngiltere, Almanya tarafında savaşan Rusları sınırdışı etmiş ve Sovyetler'in eline düşen bu kişiler Gulag'lara sürülmüştü.
Savaşın ardından gelen iktisadi zorluk döneminde Liechtenstein ailesi, ellerindeki sanat eserlerini satmak zorunda kaldı. Satılan eserler arasında bulunan Leonardo da Vinci'nin paha biçilmez portresi "Ginevra de' Benci" de bulunuyordu. Ancak bunu izleyen onyıllarda Lihtenştayn bolluk yaşadı. İktisat, düşük kurumlar vergisi oranlarının sağladığı avantajla modernleşti, çok sayıda yabancı şirketi ülkeye çekti.
Lihtenştayn Prensi, tahminen 6 milyar $'lık servetiyle dünyanın altıncı zengin kişisidir. Ülkenin vatandaşları dünyadaki en yüksek hayat standartlarından birine sahiptir.