Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Bu yıl ABD Başkanı Kennedy’nin öldürülüşünün 60’ıncı yılı. Dün o suikast sırasında başkanın 2,3 metre ötesindeki Gizli Servis koruma görevlisi Paul Landis’in o günü nasıl anlattığını yazdım.
Landis’in o günü anlatan kitabı 30 Kasım’da yayınlanacak ama daha şimdiden konuşulmaya başlandı. Dünkü yazımda bütün dünyada en iyi bilen insanlardan birinin ünlü Fenerbahçe taraftarı ve Kongre üyesi Bedri Baykam olduğunu yazmıştım.
Onun Paul Landis’in söyledikleri ve özellikle “Sihirli tek kurşun” tezi ile ilgili düşüncelerini çok merak ettiğimi yazmıştım.
Kennedy cinayeti ile ilgili görüşlerini ayrıntılı biçimde yazdı.
Şimdi ben aradan gecikilip meydanı bu ünlü Fenerbahçeli’ye bırakıyorum.
Dünyayı sarsan ve çocukluğumda beni de çok etkileyen bu cinayetle ilgili bu ayrıntıları bir Türk sanatçısının yazması da çok ilginç tabi.
Ben büyük bir ilgiyle okudum. Sanırım konuyla ilgilenen insanlar da aynı ilgiyle okuyacaklardır.
Hem sevgili Ertuğrul Özkök’ün yazısını hem de Peter Baker’ın o dönem Amerikan Başkanı Kennedy’nin korumalarından Paul Landis ile yaptığı ve New York Times’da çıkan röportajı okudum.
Benim bu cinayet ile ilişkim 6 yaşındayken başladı. Kennedy’nin öldürüldüğü acı haberinin evimize yayıldığı o geceyi dün gibi hatırlıyorum. Sonuçta Dr. Suphi Baykam’ın oğluydum ve Türkiye’nin en siyasi evlerinden birinde büyüyordum. 22 Kasım 1963 gecesi ve ertesi gün, Türkiye’de ve hatta tüm dünyada yaşanan üzüntüyü bugünün Türkiye'si kesinlikle anlayamaz. Hatta diyebilirim ki, o günleri
yaşamamış olanlar bunu bilemezler! Mesela Ankara’da evlerin yarısı ağlıyordu veya depresyona girmişti desem, buna bugün kimse pek inanamaz… Sanki o gece dünyanın sevilen başkanı yok edildi.
O günlerden başlayarak, konuya dair elime geçen her şeyi okudum.
Aradan bir yıl geçtikten sonra bu cinayeti “sözde” araştıran Earl Warren’ın, “Bu cinayette bir komplo yoktur, Oswald tek başına
işlemiştir” şeklinde özetlenen komedya metninin içeriğiyle de 7 yaşında gazetelere yansıdığı şekilde karşılaştım. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım ve okuduklarımın zerresine inanmadım. O çocuk
kafamla bile ortada kirli şeyler döndüğünü, birilerinin bir şeyler sakladığını gayet Rahat hissedebiliyordum ve hatta anlayabiliyordum.
Ben 10 yaşında iken Savcı Jim Garrison, dosyayı yeniden büyük bir soruşturmayla açtığında “nihayet akıllı bir adam uyandı ve belki gerçeği öğrenebileceğiz” diye çok sevindiğimi hatırlıyorum.
24 yıl sonra detaylarını Oliver Stone’un “JFK” filminden çok daha iyi öğreneceğim şekilde, malum komplo-ört-bas etme çabaları, Garrison’ın da büyük bir cesaret ve özveri ile yaptığı soruşturmayı boşa çıkarmak için devreye girmiş!
O filmi belki 13-14 kez izledim. Ayrıca ulaştığım bütün belgeselleri, tartışma ve soruşturma filmlerini de gördüm. Bu konuda Amerika’da yayınlanmış, sayısız tuğla boyutlu kitaplar okudum. Konuyu kendimle, eşimle, asistanlarımla, Amerikalı dostlarımla her yönüyle ele alıp tartıştım.
Bir kere kendi başıma, bir kere de 2013 yılında açtığım sergiyi hazırlarken sevgili eşim Sibel ve yine sergiyi beraber yürüttüğümüz asistanım Öykü Eras ile Dallas’a, olay yerine gittim, dönemi yaşamış kişilerle sohbet ettim. Ayrıca Kennedy’nin sözde katili Oswald’ın yaşadığı ve çalıştığı kent olan New Orleans’ta da araştırma ve röportajlar yaptık. Müzelerde bilgi, belge aradık. Başta Sibel, Öykü ve ben olmak üzere yüzlerce saat görüntü izledik, ileri geri-aldık, tartıştık!
Tanrı sizi inandırsın, Amerikalılar bu konudan ayrı ayrı bireysel ve resmi olarak halen o kadar korkuyorlar ki, onlara bu konuda sorular
sorduğunuzda ya kaçamak cevap veriyorlar ya konu değiştiriyorlar ya da inanılmaz şekilde kaçıp uzaklaşıyorlar! Hele, olay yerinde “soruşturma” yapmaya kalktığınızda bugün bile renkleri dönüyor ve size tehlikeli bir ajanmışsınız gibi bakıyorlar. Olay Amerika’da, hele Teksas dolaylarında hala bir tabu.
2013 yılında, cinayetin 50. yılında yaptığım multimedya sergi hem tarihsel araştırmacı kimliğimin hem de sanatçılığımın doruklarındandır.
Söylemeye utanıyorum, ama hayatımda açtığım en mükemmel ve şaşkınlık verici sergilerden biridir JFK sergisi... (Aynı sergi, önümüzdeki yıl Eylül ayında Berlin’de açılacak.) Sergideki her türlü multimedya eser ve genel mekân düzenlemeleri dışında birçok videom vardı. Size yalnız bunlardan birini örnek olarak anlatmak isterim: JFK cinayeti hakkında A’dan Z’ye, atölyemde çekilen videoda kesintisiz 9 saat boyunca Türkçe ve yine atölyemde çekilen aynı içerikle başka bir videoda da 7,5 saatte aynı konuları İngilizce olarak anlatıyorum!
Bu videolarda hiçbir belgesel malzeme yok, yalnız ben konuşuyorum. Fakat buna rağmen, iddia ediyorum ki dinlemeye başladığınızda tuvalete gitmek dışında yerinizden kalkamazsınız! (Eminim Sevgili Ertuğrul Özkök bunu denemek isteyecektir!) Şimdi gelelim asıl konuya. Yani Paul Landis’in kitabı hakkında verdiği röportaja…
Dünya tarihinde, nasıl ki Jim Garrison’un deyimiyle “Sihirli Kurşun”dan daha enteresan hiçbir mermi görülmediyse, ben de şimdiden söylüyorum, ömrümde Paul Landis’ten daha sorumsuz, ne yaptığını
Bir insan, dünya tarihinin akışını değiştiren bir cinayet mahallindeki en sorumlu resmi görevlilerden biri olacak, konunun en önemli kanıt parçasını Kennedy’nin vurulduğu arabanın arka koltuğundan alıp
önce cebine, sonra da Kennedy’nin sedyesine atacak ve tüm soruşturma ile bilgi akışını değiştiren bu eylemler hakkında “sözde gerçekleri” 60 yıl sonra bir kitapta itiraf etmeye kalkacak!
Sen ne biçim bir Gizli Servis ajanısın ki, mesleğinin en temel verilerini ve gereklerini yok sayıyorsun?
Nasıl bu kadar salak rolüne yatıyorsun? Yoksa komplonun bir parçası mısın? Kaç kurşun geldiğinden tutun da, hangi kurşunun hangi açıdan gelip nereye zarar verip nereye düştüğüne kadar, her türlü sorunun yanıtı milimetrelerle önemliyken, kanıtlarda yapılan bu büyük tahrifat nasıl izah edilebilir?
- Beyefendi, şimdiye kadar “komploya inanmamış”. Halbuki kendisi bu şekilde 'cinayeti örtbas etme komplosu'nun bir parçası haline gelmiyor mu?
- Bu dünyadan gider ayak, herhalde tarihe “bir isim bırakmış olmak” istemiş. Ama ne yazık ki bu, çok bahtsız anılan bir isim olacak.
- “Benim için şimdi bulanık olan nedenlerle, o ‘Sihirli Kurşun’u bulup JFK’nin sedyesine ben bıraktım ve sonra herhalde bu kurşun o sedyeden diğerine, sedyeler yan yana götürülürken geçiverdi” mealinde bir şeyler geveliyor. Ben de bu vesileyle kendisine ve hatıralarından çıkarıp getirdiği kurşuna “çalkala yavrum, çalkala” diyorum.
- “Ortamın güvenliğini koruyacak kimse yoktu” diyebiliyor yine Landis. İyi de bu senin görevindi zaten, sen ne yapıyordun? Kurşunla saklambaç oynayacağına, komplonun parçası olarak kafa karıştırıcı hamlelere girişeceğine, meslektaşlarınla ortamı kontrole alsaydın ya!
- Hadi diyelim, o anda cinayet mahallinde kaos vardı diye Kennedy’nin oturduğu koltuktan kurşunu alıp cebine attın. Hadi, bu kadarını panik ve refleks analizinden kabul edebilirim. Peki, o gün veya ertesi gün bunu niye itiraf etmedin? Yoksa bu verinin hayati bir önemi olduğunu bilecek kadar bile ajanlık vasıflarından yoksun musun? Bu arada ölseydin ne olacaktı? Bunasaydın ne olacaktı? (Zaten bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini de bilmiyoruz!) 60 yıldır aklın neredeydi? Konuya önem mi vermiyordun, yoksa tersine birileri sana da çeneni kapamanı mı emretmişti?
Yoksa 300 şahidin karanlık şartlarda ölüp gittiğini bildiğin için “sessiz kalmakta hayır var” mı dedin?
- “Oswald’ın tek katil olduğuna inanıyordum” derken, neye dayanarak bunu söylüyordun? Herkes senin gibi bilgileri saklamış olsa ve bu konularda yalan söylese o soruşturma neye döner, hiç sözde
- Röportajı yapan Baker, daha sonra bu konuda Oswald’ın tek başına hareket eden, olayın tek faili olduğu savını ısrarla savunan ve 93 yılında “Bu Dava Kapatılmıştır” kitabını yazan Gerald Posner ile de
görüşmüş. Posner de, Landis’in hikayesinden şüphe ettiğini ve aslında zaman içinde hafızaların yavaş yavaş tersine yok olduğunu söylüyor. Fakat benim de yıllar önce okuduğum ve özür dilerim, çok saçma bulduğum kitabında, Oswald dışında herkesi aklamak için varını yoğunu ortaya koyan Posner, yine bu röportajda çok traji-komik satırlara imza atıyor.
Şunu söylüyor mesela: “Şayet o kurşunla ilgili dediği her şeyin doğru olduğu varsayımından yola çıksak bile, Vali Connally’den çıkan kurşunun Parkland Hastanesi’ndeki bir sedyede değil de Limuzinin içinde bulunması, bildiğimizin dışında bize hiçbir yeni anlamlı veri taşımış olmuyor ki.” Öyle mi Sayın Posner? Ne mutlu size ki, kitabınızdaki mantıksızlıkları düz bir çizgide aynen burada da sürdürüyorsunuz.
Mesela, size göre Connally’nin vücudundan çıktığını iddia ettiğiniz o kurşun, evet limuzinin içinde, ama arka koltukta, Landis’in iddiasına göre Kennedy’nin oturduğu koltukta bulunmuş; ama bu size göre yeni bir veri sunmuyor, öyle mi? Haklısınız, çünkü Connally’nin oturduğu yerden arka koltuğa, bunu o gün Dallas’taki Stemmons Freeway üzerinde uçan kargalar taşımıştır, değil mi? Hani şu kargaları bile güldüren kitabınız var ya? Onun yeni bir baskısını yaparsanız, Cem Yılmaz’a taş çıkartacak komik yorumlarınızı da güncelleştirmeyi unutmayın, olur mu?
- Landis, yine o röportajda cinayetten sonra verdiği raporun hatalarla dolu olduğunu, çünkü o günlerde uykusuz ve yorgun olduğu için, neyi yazıp içeri verdiğine pek dikkat etmediğini, komik olduğu kadar şaşırtıcı bir “açık yüreklilikle” söyleyebiliyor. Beyefendi, arka koltukta, neredeyse hiç aşınmamış o kurşunu fark etmeden önce adeta bir kırmızı kan havuzunun içinde iki kurşun parçası görmüş, onlara parmak atmış ama sonra “yerine geri koymuş.” (!) Daha sonra da o cebine attığı kurşunu hastanede bir üstüne verecekmişmiş de o kargaşa içerisinde öylesine içgüdüsel bir şekilde, Kennedy’nin sedyesine koyuvermişmiş.
- Bu arada olayın üstünden 51 yıl geçtikten sonra, onun kimliğini bilen bir yerel polis şefi kendisine1967’de yayınlanmış “Dallas’ta 6 Saniye” (Josiah Thompson) isimli bir kitap hediye etmiş de, o kitabı okuduktan sonra birden fazla tetikçi olabileceğine uyanıvermiş! Bu arada unutmayalım ki, o anda, 2013’te Dallas’tan 10 bin kilometre ötede, İstanbul’da o konuyu 50 yıldır araştıran bir Türk bunları çoktan detaylı olarak sergileştirmiş, metinleştirmiş… Amerikalı yüzlerce araştırmacı ve binlerce yazar gibi! Ne de olsa, rahmetli Başkan’ın koruması hiç ama hiç uyanmayabilirdi de. Teoride o da olabilirdi.
Landis ve Posner birbirlerini ayaküstü uyutmayı sürdürüp kim daha başarılı diye aralarında yarışabilirler. Şayet aralarındaki bu steril, sıkıcı, tıkanık, trajikomik söylemlerinden sıkılırlarsa biraz daha iyi zaman geçirmek için şu sorulara yanıt arayabilirler:
- Kennedy’nin ve Connally’nin cinayet günü giydikleri gömlekler cinayeti araştıran savcı ve adli makamlara teslim edileceklerine, neden yok edildiler?
- Cinayetin en büyük “canlı kanıtı” olan limuzini cinayetten sonra kim yıkamaya yolladı? O anda Dallas’ta aklının küçük bir kısmı çalışmaya devam eden hiçbir polis veya savcı yok muydu? Hepsi tatile mi çıkmıştı, yoksa her biri olayı örtbas etme komplosunun ortağı mıydı?
- Demin hatırlattığımız soru, 300’e yakın şahit tesadüfen mi öldüler veya kazalara kurban gittiler veya ortadan yok oldular?
- Amerikan ulusal arşivlerine teslim edilen Kennedy’nin beyninin arta kalan kısmı oradan nasıl sırra kadem bastı?
- Kennedy’nin sözde katili Oswald, iki gün Dallas emniyetinde tutulduktan sonra, nasıl oldu da Pazar sabahı hiçbir ciddi koruma veya gizleme, perdeleme olmadan kurbanlık koyun gibi iki polis kollarına
girmiş şekilde, adeta hedefin titremeden kolay vurulmasını sağlamak için bir bodrum katı garajında, onca ne idüğü belirsiz adamın ortasına öylesine çıkarıldı ve orada göz göre göre infaz ettirildi?
- Cinayeti sözde araştırmak için kurulan Warren Komisyonu’nun şefi Earl Warren, Oswald’ı keklik gibi infaz etmiş, karanlık mafya bağlantılı gece kulübü sahibi Jack Ruby’yi ziyaret ettiğinde aralarında geçen, kayda alınmış ve bugün her metinde yer alan şu konuşma var: “Sayın Warren, ben bu cinayet hakkında her şeyi izah etmek, açıklamak, bütün esrarengiz perdelerini yok edip konuyu aydınlatmak istiyorum. Ama bunu burada, Dallas’ta yapamam. Çünkü, bunu yaptığım an beni yaşatmazlar. Lütfen, beni hemen Washington’a götürün. Orada size her şeyi anlatacağım.” Bu yalvarışa karşılık Warren’ın kötü niyet itirafnamesi gibi gelen, yüz kızartıcı yanıtı ise şu: “Sizi Washington’a götüremem, bu mümkün değil. Çünkü ne bunu yapacak bütçem var ne de sizin güvenliğinizi sağlayabilirim.” Bu gibi durumlarda be derler bilirsin Sevgili Ertuğrul'cuğum? “Başka sorum yok, Hâkim Bey!” Bunlar gibi bekleyen daha yüzlerce soru var.
Sevgili Ertuğrul, söyleyecek daha çok şey var. Mesela, bana göre olayın kaç saniye sürdüğünü, kaç kurşun atıldığını, Oswald’ın neden olayda yalnız bir “küçük balık” olduğunu ve Amerika’da hangi
konsorsiyumun bu cinayeti ortak akılla, dev bir komplo halinde organize ettikleri konusunda “gerekçeli kararlarımı”… Kennedy’nin nasıl aynı anda hem CIA, hem FBI, hem Pentagon, hem Amerikan silah endüstrisi, hem büyük kapitalist şirketler, hem Klu Klux Klan ve tüm ırkçılar, hem İsrail, hem Rothschild ailesi, hem de mafyayı doğrudan karşısına almış olduğunu, ve acilen ortadan kaldırılmasının tüm bu kesimler için artık tartışılmaz bir mecburiyet haline geldiğini ve komplonun arkasında bütün bu grupların sessiz iç antlaşmalarının yer aldığını daha detaylı aktarabilirim. Ama bu kadarını da daha sonra karşılıklı bir uzun akşam
sohbetinde yaparız. Kim bilir belki ondan önce de sen benim o ünlü maraton videomu izlemek istersin.
Bana göre olay başından sonuna sekiz saniye sürdü. 4-6 kurşun arası atıldı. Grassy Knoll (Çimenli tepe) den kesin ateş edildi, belki Texas school book depository nin solunda kalan Del Text binasından da ateş edildi. Sihirli kurşunun öyle bir rota çizdiğini inanmak için Garrrison’un dediği gibi bir filin kuyruğuyla bir papatyaya asılı olarak uçurumdan aşağı manzara seyredebildiğine de inandım bilmek lazım!
Oswald olaydaki küçük balık! bence tüfeği binaya getirdi ama ateş etmedi. Öldürücü kurşun kesinlikle Çimenli tepeden geldi. Dünya tarihinin gördüğü ve göreceği en büyük örtbas operasyonu en kanlı şekilde yapıldı…”