Üniversitelere terör uyarısı!
Abone olGazi Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Anık, değişmesi beklenen Yükseköğretim düzenlemesini İnternethaber'e anlattı.
NESRİN
YILMAZ/İNTERNETHABER-ANKARA- Çok değil, bundan 5-6
ay kadar önce hükümetin ve YÖK'ün gündeminde Yükseköğretim'de
yapılacak değişiklikler vardı. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı
Gökhan Çetinsaya, genel kurul üyeleriyle birlikte yeni
yükseköğretim yasa çalışmalarını kamuoyuyla paylaşmak üzere
Yükseköğretim Kurulu'nda basın toplantısı düzenlemişti.
Yürürlükteki yükseköğretim yasasının ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğunu vurgulamış, ''21. yüzyıl Türkiye'sinin yükseköğretim alanı 1980'ler koşullarında oluşturulan bir yasayla yönetilemez'' demişti.
Yasa taslağı çalışmalarının belli bir olgunluğa eriştiğini anlatan Çetinsaya, bugün itibarıyla yeni yasanın ''yok.gov.tr'' adresi üzerinden kamuoyuna açıldığını belirtmiş, taslağın nihai bir metin olmadığını hatırlatarak Yükseköğretim Kurulu'nun kamuoyundan gelecek eleştiri, değerlendirme ve önerilerinin ardından son değerlendirmelerini yaparak yasa önerisini yeniden şekillendireceğine dikkati çekmişti. Çetinsaya, ''Hedefimiz yeniden şekillendirilecek yasa önerisini aralık ayında ilgili makamlara teslim etmek'' diye de tarih bildirmişti.
Aradan onca zaman geçmesine rağmen Yükseköğretim düzenlemesi gündemde değil, biz de bu yasayla ilgili düzenlemenin gerekli olup olmadığı ve neden geciktiği, neden değişmesi gerektiği konusunda Gazi Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Anık'la konuştuk.
Gündemde yüksek öğretimle ilgili bir düzenleme
vardı. Anayasa, müzakere derken unutulmuş gibi görünüyor. Yüksek
öğretim, hükümetin gündeminden gerçekten de çıkmış olabilir
mi?
Yüksek öğretim sorununa tüm tarafların vakıf olduğunu düşünüyorum. Özellikle Milli Eğitim Bakanımız Sayın Prof. Dr. Nabi Avcı. Avcı’nın çok seçkin bir bilim insanı olması, içeriden dışarıyı çok net görmesi açısından çok büyük bir avantaj. Ama galiba Avcı’nın asıl çok büyük avantajı, çok ferasetli bir stratejisyen olması ve fiili siyasetin içinde bulunması münasebetiyle, dışarıdan da içeriyi çok net görebilmesinden kaynaklanmaktadır. Kısacası, yüksek öğretim böyle bir fırsatı, ilk defa yakalamıştır.
Yüksek öğretimle ilgili yetkin bir düzenlemenin ne kadar önemli olduğunu hepimiz anlayabiliyoruz. Bir toplum, bilimsel ve toplumsal atmosferden mahrum kalırsa, elbette ki nefes alamaz ve varlığını sürdüremez. Bu önemi bir de siz çerçeveler misiniz?
Çok doğru betimlediniz: Bir toplum bilimsel ve entelektüel atmosferden mahrum olursa asla canlı kalamaz. Harika. Yüksek öğretim tam da bu atmosferin yegane güvencesi. Bir ülkenin (1) en seçkin teknokratik ve bürokratik beyinleri bu kurumlarda yetişiyor. Uygunluk ve tutarlılık ilkelerine göre üretilmiş ve genele teşmil edilebilir en güvenilir, en geçerli (2) bilgi kaynakları sadece üniversitelerimizdir. Zihniyet (yani sosyo - kültürel çekiciliği haiz değerler), doktriner güç ve teknolojik imkanlar açısından (3) uluslararası düzeyde rekabet etme, yarışma şansına sahip olmamızı sağlayacak olan da yüksek öğretim kurumlarımızdır.
ÜNİVERSİTELER TERÖR YUVASI
Bunlar, bütün toplumlar açısından yüksek öğretimi olmazsa olmaz kılmaktadır. Bir de ülkemiz için spesifik anlamı olan iki ayrıntı var: Birincisi ülkemizin edebiyat, bilim ve fikir alanlarında elit bir ‘avantgarde’ entelektüel kadroya duyduğu olağanüstü ihtiyacı sadece yüksek öğretim kurumlarının karşılamaya muktedir olmasıdır. İkincisi, daha da spesifik. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde, sanıyorum, üniversitede okuyan evlatlarını terör belasından korumak için ebeveynler bir araya gelip dernek kurmamışlardır.
Türkiye’de böyle bir örgüt var. Yani, üniversiteler; terör örgütlerinin maya tutturmaya çalıştıkları bir göl olorak algılanmaktadır. Ayrıca, ahlaki ve kültürel dejenerasyon ve yozlaşma ile, her türlü zararlı bağımlılık batağına da genç kitlenin en fazla saplanma ihtimalinin bulunduğu bir alan olma özelliği taşımaktadır. Belki de sırf bu yüzden bile, yüksek öğretimde köklü bir düzenleme zorunluluk arz etmektedir.
Size göre, yüksek öğretimi düzenlemenin temel bazı ilkeleri olabilir mi? Çünkü galiba, kanunu yapıp yürürlüğe sokmak kendi başına bir çözüm anlamına gelmiyor?
Anayasal hükümlerle birlikte, elbette, yeni bir yüksek öğretim mevzuatına şiddetle ihtiyaç var. Bununla birlikte yüksek öğretim, bana göre, piyasa mantığı ile de muhakkak ayrıca düzenlenmelidir. Şunu demek istiyorum: Hangi renk gömleğin üzerine nasıl bir kravat takılması gerektiği ile ilgili mutlaka bir telkin, bir vaaz, bir kural vardır. Ama biz gömleği bir vitrinde mankenin üzerinde kravatı takılı görüp beğenirsek, onu çok büyük bir iç rahatlığı ile hemen satın alırız.
KURALA GÖNÜL RIZASI İLE UYMAK DA MÜMKÜN
Bu tarz bir piyasa düzenlemesi, aslında; bizim davranışlarımızın ne olması gerektiğine dair, içinde bulunduğumuz ortamın inşa edilerek, bize seçme hakkı tanınıp, kendi rızamızla yapıyormuş duygusu hissettirilerek, bizde umulan ve beklenen davranışı yaratma tekniğinin bir başka adıdır. Bu tarz düzenleme çok daha etkili ve çok daha kalıcıdır. Üstelik de özgürlükleri tehdit etmeye yönelik olarak çok daha az risk içermektedir. Örneğin TÜİK çok tipik bir örnektir. Bir işçi sendikası işverenden ücret talep edecekse, taleplerini TÜİK’nun enflasyon rakamlarına göre düzenlemiş ise şayet meşru bir taleple işeverenin karşısına çıkmış demektir. Devlet memur maaşını TÜİK rakamlarını dikkate alarak belirler ve buna itiraz pek gelmez. Dolayısıyla TÜİK, özel ve kamu alanındaki hemen her kurumun ücret ve fiyat politikalarını düzenleyerek onların faaliyetlerini koordine eder ve çoğu zaman bunun kimse farkında bile olmaz.
YÜKSEK ÖĞRETİM PROGRAM VE KUR İLE DÜZENLENMELİDİR
Ayrıntısı uzun uzun değerlendirilmelidir ama yüksek öğretim piyasası, “program” ve “kur” dediğimiz iki farklı işlem aracılığı ile etkin bir düzenleme altına mutlaka alınmalıdır. Yüksek öğretim bana göre yasal mekanizmaların yanı sıra, piyasa mantığı ile de düzenlenmelidir. Düzenleyici bir kamusal otorite tarafından işletilen program ve kur aracılığı ile üniversitelerimiz uluslararası düzeyde rekabete ve yarışa zorlanırsa, bilimsel atalet, hantallık, tembellik ortadan kalkacak ve pek çok bölüm ve ana bilim dalı, kifayetsiz muhterislere ders ücreti tahakkuk ettiren araç olmaktan çıkacaktır. Yani ticari şebeke gibi işleyen bazı bölüm ve anabilim dalları ticarethane olmaktan kurtulacaktır. İki milyona (bu yıl 1,8 milyon insanımız üniversite sınavına girdi) yakın genç insanımız, yüksek öğretim hizmeti beklerken, bin tane hoca master ders ücreti alsın diye hiçbir devlet, kangrene dönmüş bir yaraya neşter atmaktan geri kalmaz.
Hepimiz ayağımızı bu gerçeğe göre uzatalım.
Bu öneriniz çok tepki toplayacaktır. Siyasi erkin bunu göğüslemesi de çok zor. Yani bu durumda pek çok fakülte ya kapatılacak ya da yeni bir bünyeye dönüştürülecektir.
Kesinlikle. Tam da bunu söylüyorum. Mevcut pek çok fakültenin bölüm ve bilhassa ana bilim dalının konumu değişecektir ve muhakkak değişmelidir de. Bakınız, üniversiteler asla ve asla diploma dağıtan bakkal dükkanları, sertifika damgalayan tasdik eden birimleri olamaz. Mevcut yapı sadece mali kaynakları israf etmiyor. Aynı zamanda beşeri kaynaklarımızı da akıl almaz bir hovardalıkla harcıyor. Bunun vebali çok büyük.
YÜKSEK ÖĞRETİM DÖRT ANA ALANDAN İBARET
Yüksek öğretim dediğimiz sistem aslında dört ana departmandan, işlev alanından ibarettir: (1) meslek sahibi insan yetiştirir ve her bir mesleğin niteliğini arttırır, vasıflarını zenginleştirir, (2) toplumun, en kamil teknokrat ve bürokrat beyinlere sahip olmasını sağlar, (3) bilimsel araştırmaların sürekli yenilenerek sürdürülmesini sağlar ve bilim insanı yetiştirir, (4) entelektüel, estetik, edebi ve artistik zenginliklerimizi işler, yeniden üretir, geliştirir, evrimleştirir.
Bu işlevlerden birisini yerine getirmeyen bir yüksek öğretim birimi derhal kapatılmalıdır. Daha açık bir ifade ile yüksek öğretim reformu ile fen-edebiyat, eğitim, ilahiyat, iletişim, turizm, güzel sanatlar, dil-tarih gibi fakültelerin tümü belirli bir konsept dahilinde, ivedilikle, ikişer, üçer ve dörder yıl eğitim veren yüksek okullara dönüştürülmelidir. Bunların bilimsel performansı en iyi olan birkaçı seçilip, bugünün ve geleceğin ihtiyaçlarına göre, farklı bir isimle fakülte olarak yeniden yapılandırılmalı, diğerlerinin tamamı yüksek okula dönüştürülmelidir.
YÜKSEK ÖĞRETİM REFORMUNUN ÜÇ HEDEFİ
Yani, yüksek öğretim reformunun birinci hedefi, atıl ve hantal olan mevcut yapıyı, ıslah ve ihya etmek olmalıdır. İkinci hedef, zorunlu eğitimi tamamlamış, yani liseyi bitirmiş ve yüksek okula devam etmek isteyenlerin tamamının yüksek öğretim göreceği bir sistemi geliştirmek olmalıdır. Üçüncü hedefi ise, mesleki, teknokratik-bürokratik ve bilimsel nitelik ve vasfı güvence altında tutup sürekli geliştirecek bir Yüksek Öğretim Üst Kurulu teşekkül ettirilmelidir.
Yani, üniversite sınavları ortadan kalkıyor. Dershaneler ortadan kalkıyor. Zorunlu eğitimi tamamlayan herkes iki yil içinde bir meslek sahibi olup iş hayatında çalışmaya başlayabiliyor?
Aynen öyle. Bu kesinlikle mümkün. Ayrıntısına girmeye gerek yok. Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi, üniversite sınavı tarihe karışabilir ve zorunlu eğitimi tamamlayan herkes yüksek öğretime kayıt yaptırabilir.
Uzaktan Açık Yüksek Öğretim Üniversitesi (UZAYÖĞÜN) adında bir
üniversite, laboratuvara ihtiyaç duyulmayan diğer tüm disiplinlere
ilişkin olarak uzaktan eğitim verebilir. Öyle bir uzaktan eğitim
alt yapısı oluşturursunuz ki, gerektiğinde bir buçuk milyon
öğrencisi bulunan bir üniversite kurup işletebilirsiniz. Yeni medya
dediğimiz sistem bize bu imkanı sunuyor. Nitekim, sadece rant alanı
olarak görüldüğü için, halen böyle bir eğitim bölük pörçük
veriliyor. İkinci bir kurulu olarak, Yüksek Öğretim Planlama ve
İşletme (YÖPİK) Kurulu, piyasayı düzenlemek amacıyla devreye
sokulabilir. Akademik Etik Kurulu (AKEK) adı altında da denetleyici
bir kurul oluşturulabilir. Bu üç kurul, Yüksek Öğretim Üst
Kurulu (YÖĞÜK) adı altında meydana getirilen bir üst kurula bağlı
birimler olarak çalıştırılabilir.
ÖSYM ise üniversite sınavı değil ama diğer özel ve kamu kurumlarına hizmet sunan bağımsız bir sınav merkezi haline getirilebilir. Dershaneler ise zaman içinde birer kültür ve sanat merkezine dönüşecektir.
Toplumda ne kadar farklı renk varsa her rengin eğitim ve alt kültür üretim merkezi olarak çeşitli cemaat ve camiaların bağımsız ve özerk eğitim kurumları ve hatta külliyeleri olarak hayatiyetlerini sürdürebilir.