Ümit Besen'in ilginç Cem Yılmaz anısı
Abone olÜmit Besen, altı yıllık bir aradan sonra ‘Ümit Besen 2014’ adlı albümünü müzikseverlerle buluşturdu.
Dillere pelesenk olan birçok şarkıya imza atan sanatçı,
dışarıdan neşeli ve sempatik görünse de aslında içine kapanık ve
duygusal biri olduğunu söylüyor.
Sanatçının “Nikah Masası” şarkısıyla ilgili düşüncesi hiç de tahmin edildiği gibi değil! Diğer bestelerini gölgede bıraktığını düşündüğü şarkı için “Nereden yazdım bunu?” diyor ve gülümseyerek ekliyor:
“Cem Yılmaz’a düğününde bu şarkıyı isteme, bu ayrılık
şarkısı dedim dinlemedi, bak ayrıldı!”
Zaman’ın Cumaertesi ekinde gazeteci Ali Pektaş’ın sorularını
cevaplandıran Ümit Besen, hayata ve sanat yaşamına dair çarpıcı
açıklamalarda bulundu. Besen’in sorulara verdiği cevaplar
şöyle:
“Altı yıldır albüm yapmıyorsunuz. Neden bu kadar geç
kaldınız?
Aslında albüm yapmak istemiyordum. Bu altı yılın üç senesi içimden
bir şey yapmak gelmiyordu. Çünkü kardeşimi kaybettim. Üç sene
kanserle mücadele ettik ama kaybettik. O dönem çok yoğun duygular
yaşadım. Mesela albümdeki İyi Ki Yoksun o dönemde ve o duygu
yoğunluğunda yazılan bir şarkıydı.
Bu şarkı diğerlerinden çok farklı zaten. Sizden duymaya pek
alışık olmadığımız rock altyapılı bir şarkı.
Ağlayarak yazdım o şarkıyı. Sanki bir rockun isyanı gibi düşündüm o
an. O yüzden sert bir altyapısı oldu. Çünkü kardeşimin akabinde de
dayımı kaybettim. Ankara’da trafik kazasında vefat etti. Anneme
hitaben yazılmış bir parça o. Anneme diyorum ki: ‘Biricik kardeşin
var ya, Bir haber aldık ki sorma, Oğlun da birazcık hasta, Ne diye
sorma, Yanıyoruz için için, Dermanı yok derdimizin, Birimiz hepimiz
için, Ölsek ne fayda.’
Sonraki üç yıl...
Üç yıl kardeşimin tedavisiyle meşgul olduk. Diğer üç yıl da
piyasanın durumu yüzünden bir şey yapmak istemedim. Piyasanın
durumu malum, albüm satışları diye bir şey kalmadı. İnsanlar
sevdiği sanatçının bile CD’sini almayıp internetten dinliyor.
Bu durum da sizi ister istemez albüm yapmaktan
soğuttu.
Aslında beni soğutmuyor, plakçıyı benden soğutuyor. Yapımcı para
kazanmak, biz ise insanlarla duygularımızı paylaşmak için albüm
yaparız. Bir sanatçı olarak şahsen kendi duygularımı paylaşmak için
şarkı yazıyorum. Bu albümden beş kuruş para almadım. Para
konuşmadan bütün bestelerimle stüdyoya girdim. Prestij çalışması
olarak, sevenlerim benden bir çalışma bekliyor diye. Gerçi Hüseyin
Emre teklif etmese belki de yapmazdım yine. ‘Ümit artık bir şeyler
yapalım.’ dedi. Ben de kabul ettim.
Hüseyin Emre ile bir dönem kırgınlık yaşamıştınız. Aranızı
nasıl yumuşattınız?
Hüseyin Emre, müzik kariyerimde yola ilk çıktığım arkadaş. Aramızda
bir kırgınlık vardı. O yüzden 2006 ve 2008’de Ati Müzik’e iki albüm
yaptım. Kariyerim boyunca ilk kez farklı bir plak şirketiyle
çalıştım. Cenazeler ve ölümler insanları birleştirirmiş ya... Sağ
olsun bu dönemde geldi gitti, acımı paylaştı. İnsanlar filmin
koptuğu yerden montajı yapıp devam etmek istiyor. O dönemi
yaşayınca, ‘Üç günlük dünya sonuçta, ne olacak’ deyip kırgınlıkları
unutuyorsunuz. İkimiz de birbirimize çok şey borçluyuz sonuçta.
Müzik dünyasının önde gelen isimleri bile bu dönemde single
çalışması yapıyor. Siz düşünmediniz mi hiç?
Aslında bu dönemde böyle bir şey yapmak fedakârlık gibi görünüyor
ama dinleyicilerime karşı kendimi borçlu hissediyorum. Albümde on
şarkıya yer vermiş olsak da daha bestelerim var. Bir albüm daha
çıkarabiliriz.
Albümde genelde kendi şarkılarınızı seçmişsiniz. Neden
dışarıdan sadece iki şarkı aldınız?
Evet. Dışardan güzel şarkı bulabilseydim onlardan da mutlaka koymak
isterdim ama gelmedi. Hüseyin’e sunduğum şarkılar benim
şarkılarımdı. O da bana iki şarkı önerdi. Yavuz Hakan Tok’un İzmir
diye bir şarkısı var. İzmir’in benim için önemi büyük. Bu sebeple
şarkıyı seslendirmek istedim. Çünkü ilk kez İzmir Konak’ta Ümit
Besen Evlendirme Dairesi ile adım yaşatılmak istendi. Sevgili Hakan
Tartan, ‘Biz sevgiyi senden öğrendik, adını buraya koymak
istiyoruz.’ dedi. Ben de “Neden olmasın, bir gün indirmezlerse
koyun.” dedim.
Sizi ne zaman görsek neşeli, esprili ve hayat dolusunuz. Bu
kadar romantik ve duygusal şarkılar nasıl çıkıyor?
Evet, öyle görünüyorum ama aslında içime kapanık biriyim. Bu
albümde yer alan Her Gece Onun İçin adlı şarkıda bunun cevabı var
aslında. ‘İçim ağlar, yüzüm güler, Ben aslında bu değilim, Güçlü
görünmeliyim, Ayakta durmak için...’ diye. Yaşadıklarım bazen
yazmaya zorluyor beni. İçimde fırtınalar kopuyor ama dışarıya bir
damla vermemeye çalışıyorum. İnsanlar beni el üstünde tutuyor fakat
neler yaşadığımdan kimsenin haberi yok. Kendi kendime gözyaşlarımla
boğulup düşündüğüm oluyor. Mazi geliyor aklıma, kardeşim geliyor,
annem geliyor. Yaşadıklarım...
Şarkılarınızın ne kadarında siz varsınız?
Yüzde yüzünde varım. Benim olmadığım, hissetmediğim şeyleri
yazamam. Gerçekten çok etkilenmiş olmam, beni duygulandırmış olması
gerekir. Mesela Bana Abi Deme şarkısı gibi. Onu doktor bir
arkadaşımdan esinlenmiştim. Asistan bir kıza âşık olmuştu. Kız da
ona abi deyince aşkını söyleyememişti. O beni çok etkilemişti ve
bunu yazdım.
Müziğe sizinle başlayan birçok isim piyasadan silinip
gitti. Sizin kalıcı olmanızın sırrı nedir?
Duruşum, karakterim. İnsanlar bence müzikten önce beni seviyor.
Müziğimde de ortak buluştuğumuz yerler olunca bu sevgi katlanıyor.
Dün birisi geldi, ‘Kızım karnımdayken sizi dinliyordu, şu an yirmi
altı yaşında, yine sizi dinliyor.’ dedi. Kimisi doğan çocuğunun
ismini Ümit koymuş. Çoğu insan biz sizin şarkılarınızla evlendik
diyor. Demek ki birçok insanın hayatına dokunmuş, bir iz
bırakmışız. Bunlar parayla kazanılmayacak ve sizi yaşatan şeyler.
Çünkü yazdığım birçok şarkı yıllardır dillerde. Başkalarına muhtaç
olmadan kendi yazdıklarımla ayakta durabildim. Bunun da etkisi var.
Bir de çektiğimiz filmlerin de etkisi var. Birkaç kuşak benim
şarkılarımla büyüdü.
Yıllardır aynı yerde sahneye çıkıyorsunuz. Başka bir yerde
çalışmayı hiç düşünmediniz mi?
Az kazandığım halde yıllardır burada sahne alıyorum ve pişman
değilim. Burayı kendi evim gibi görüyorum. Öte yandan bugün
Tarabya’dan geçtim, ilk çalıştığım yer Köşem Bistro yıkılmış.
Yıldızlar da yıkılmış, içine minibüsler park etmiş. Çalıştığım
yerler ya mobilyacı dükkânı oluyor ya banka oluyor ya da yıkılıyor.
Nikâh masası yapmak için mi mobilyacı yapıyorlar bilemiyorum.
(Gülüyor)
Günümüzde yapılan duygusal ve aşk şarkılarını nasıl
buluyorsunuz?
Kimisi güzel, kimisi çok laubali. Aşkı çok hafife alıyorlar. Aşk
denen ulvi duygu gitmiş, sadece bu iş bir flörtmüş gibi yazılıyor
şarkılar. Bu ulvi duyguyu, hasreti, acıyı, özlemi yaşamak ve ona
göre yazmak gerek. Aşk kavramı çok dejenere oldu.
Eskisi gibi kalıcı şarkılar da çıkmıyor…
Evet çoğu saman alevi gibi geliyor ve geçiyor. En fazla bir-iki ay
söyleniyor, sonra kaybolup gidiyor. Günübirlik şarkılar yapılıyor.
Bunun sebebi de sadece tutsun kaygısı. İçinde yaşanmışlık ve
duygusallık olan şarkılar çok az.
Cem Yılmaz’a Nikâh Masası’nı çalmayayım dedim,
dinlemedi
Ümit Besen deyince akla gelen ilk şarkı Nikâh Masası. Oysa 500’e
yakın besteniz var. Onların geri planda kaldığını düşünmüyor
musunuz? Keşke hiç yazmasaydım dediğiniz oldu mu?
Demez miyim hiç? Nereden yaptım şu şarkıyı dediğim çok oldu.
Programa çıkıyorum hemen bir peçete geliyor, üstünde Nikâh Masası.
Yahu bir bekle. Başka şarkı yok mu? Zaten programın sonunda
çalıyorum. İnanın ki bazen bıkkınlık geliyor ama yapacak bir şey
yok, insanlar seviyor.
Bu şarkı aslında çok acıklı, sitem dolu bir ayrılık
şarkısı. İnsanların en mutlu günlerinde bu şarkıyı istemeleri
ironik değil mi?
Evet, içi çok sitem dolu. Cem Yılmaz da bu şarkıyı istedi, ayrıldı
bak. (Gülüyor) Cem illa ‘bu şarkıyla dans edeceğim’, dedi. ‘Cem
yapma, bu ayrılık şarkısı, ben sana İyi Günde Kötü Günde’yi
çalayım’, dedim. ‘Yok abi, ille de bunu istiyorum’ dedi. (Gülüyor)
Bu şarkıyı çalan bazı piyanistler damat tarafından darp edilmiş.
Damat, evlendiğim kızla bir ilişkin mi var diye piyanisti dövmüş.
Böyle düşünen zihinler de var. Halbuki bunu rüyada gördüm ve kalkıp
yazdım. Yaşadıklarımla da örtüşen bir şarkıydı. Ben de böyle bir
şey yaşadım. Sevdiğim insan başkasıyla evlendi. Sonra davetiyesi
geldi.
Hâlâ şarkılar yazıyorsunuz. Üretkenliğin sırrı
nedir?
Fazla duygusal olmak. Derdini kâğıtla, kalemle paylaşabilmek. Fazla
kimseyle konuşamamak. Etrafımda pek kimse yoktur benim. Herkesle
oturup konuşan bir insan değilim. Geçici ve sahte dostlukları
sevmem. Gerçek dostlukları severim. Dostlarım için ölürüm. Sahte
insanları hemen fark eder ve ayırırım. Bunlar beni yoruyor.
Sanırım İstanbul da sizi epey yormuş. O yüzden Bodrum’a
taşınmışsınız.
Hiç sormayın. Geçen gün eşimi almaya gittim. Üç saat trafikte
kaldık. Artık bu trafiğe, bu gürültüye dayanamıyorum. İki yıl önce
Allah nasip etti, orada bir ev yaptırdık. Hanım da, ‘Bu yaştan
sonra burada ne yapacağız? Gidelim biraz dinlenelim.’ dedi. O
isteyince ben de kıramadım. Haftada iki gün İstanbul’a gidip
geliyorum. Ben Bodrum’a giden sanatçılardan olmadım. Otuz sene
boyunca toplasan iki-üç kere gitmişimdir. Çalışmaktan tatil yapmaya
bile fırsatım olmadı.
Sizin araba tutkunuzu bilmeyen yok. Nereden geliyor bu
araba sevdası?
Tamirci çocuğuyum ben. Babamın yanında çalıştım, tornada çalıştım.
Araba sevdam o zamanlarda başladı. Arabaları sevdim. İyi arabaları
seviyorum. Genellikle gece biniyorum. Kapımın önünde pek durmaz
lüks arabam. Bunu gösteriş için değil, sevdiğim için yapıyorum.
Gece saat ikide çıkarım dışarı. Dolaşır gelirim. Kimse görmez bile
beni. Tamamen kendi zevkim için.
Peki ya fotoğraf merakınız...
Rahmetli dedem fotoğraf sanatına meraklıydı. Öğretmendi. Aynı
zamanda ud çalardı. Çok önemli biriydi. Ondan geliyor. Önce
çocuklarımın fotoğraflarını çekerek başladım. Sonra tutku halini
aldı. Genelde manzara çekiyorum. Fotoğraf teknolojisini yakından
takip ediyorum. Piyasadaki en iyi makineler ve objektifler bende
var.
Sizin için, ‘Çocuklarını el üstünde tutar’ diyorlar. Çok mu
düşkünsünüz çocuklarınıza?
Çocuklarımın topluma yararlı birer insan olmaları için hep
çabaladım. Beni yordu. Çocuğumun biri avukat oldu, diğeri halkla
ilişkiler okudu. Evlendi, bana bir torun verdi. En küçüğü de medya
iletişim ve görsel sanatlar okuyor. Hayatın zorluklarını onlara
hissettirmeden onları yaşatmaya özen gösteriyorum. Mesela dün dokuz
saat araba kullandım ve yorgun argın eve geldim. Duş alıp programa
çıkacağım. Kızım dersten çıkmış, yorulmuş, uzanıyordu. ‘Baba, bana
su verir misin?’ dedi. Tabii ki dedim ve gittim su getirdim. İki
lokma bir şey yemeden onun suyunu götürdüm. Çocuklarıma bu kadar
değer verdim. Yorgun olsam, ayaklarım titrese bile onlara
koşuyorum.”