Uludere'de nekrofilik refleksler

1 yıl önce bugün, gecenin kör, sağır ve dilsiz karanlığında 34 vatandaşımızın ölümüyle neticelenen çok acı bir olay yaşadık. Irak sınırından Türkiye'ye kaçak mazot ve çay getirmek için katırlarıyla beraber yol alan bir kafile, Uludere mevkiinde, savaş uça

Hikmet YİTİK hikmetyitik@internethaber.com

1 yıl önce bugün, gecenin kör, sağır ve dilsiz karanlığında 34 vatandaşımızın ölümüyle neticelenen çok acı bir olay yaşadık. 

Irak sınırından Türkiye'ye kaçak mazot ve çay getirmek için katırlarıyla beraber yol alan bir kafile, Uludere mevkiinde, savaş uçaklarımız tarafından terörist zannedildikleri için - kişisel temennim böyle zannedildiğidir - bombalandı.

Yaşanılanları, şartlı bir sol refleksle "devlet katliamı" olarak damgalamak da; şartlı bir sağ refleksle "devlettir, sever de vurur da" diyerek, aralarında çocuk yaştakilerin de bulunduğu 34 sivilin kaybını hafif görmek de hayra dönük ve âkil bir yaklaşım değildir.

* * *

Bu reflekslerin esiri olmadan, ve Cemil Meriç'in "ilkelin ideolojisi" diye nitelediği sloganların şehvetine kapılmadan, bazı önemli noktaları es geçmeyelim. 

Olayın yaşandığı Irak sınırı, geçmişte sınır dışında konuşlanmış bulunan terörist unsurların pek çok kez geçip karakol ve köy bastığı, sivil ve askeri zayiat verdirdiği bir bölge. Yani bombalama eylemi Trakya-Yunanistan veya Karadeniz-Gürcistan gibi "sorunsuz" sınırlarımızda gerçekleşmemiş. 

O karanlıkta, açık terör tehditi altındaki bu "sorunlu" sınırı geçen 34 kişi görüyorsun. 

Bir karar vermek zorundasın. 

Ya hiç birşey yapmadan geçip gitmelerine seyirci kalacak, ve terörist olma ihtimallerine göre bir karakolu basmalarına göz yumacaksın; ya da bunun olmasını engellemek için etkisiz hâle getireceksin. 

O kişiler şayet terörist çıksaydı, ve görüldükleri hâlde hiç müdahale edilmediği için sınırı geçip bir karakolu bassalardı, tepkimiz ne olurdu? "Göz göre göre" neden engel olmadınız demeyecek miydik? 

İşte bu yüzden, Uludere hadisesini terör örgütünün propaganda malzemesi olarak kullandığı açık gerçeğine rağmen, yaşanılanları tek taraflı bir şekilde "katliam" diye ajite etmek ne kadar doğru? 

Eğer nihai amaç "barış" ise, böyle bir söylem barışa ne derece hizmet ediyor? 

Ölüleri siyasetin çarklarında karşılıklı ideolojik hesaplaşmaların kurşun askerleri hâline getirmek, tabutlar üzerinden "nekrofilik" (*) söylemler geliştirmek sağlıklı bir tutum mu?

* * *

Şüphesiz ki, Uludere olayında yitip giden 34 can için cevap bulması gereken sorular mevcuttur. 

Örneğin, 34 kişilik kafilenin kaçakçı değil de terörist olduğu "hatalı" istihbaratı nasıl ve hangi kanallar aracılığıyla alınmıştır? 

Böyle bir istihbarat alındığında, bu kafileyi etkisiz hâle getirmenin askeri teknik açıdan, bombalama haricinde başka yolları mevcut muydu? Yoksa bölgenin sert coğrafi koşulları nedeniyle yapılabilecek tek şey bu muydu? 

Uludere, bir tek şu şart hâlinde bir katliam olarak nitelenebilir:

Kafilenin kaçakçı olduğuna dair istihbarat alınmasına rağmen kasten bombalamanın gerçekleşmesi.

Ki, o uğursuz gecede hadiseler eğer gerçekten de böyle cereyan etmişse, duyulması / duymamız gereken dehşet, babasının kardeşlerini öldürdüğünü gören bir insanınkiyle karşılaştırılabilir ancak! 

Hukuk sistemimize ve devletin adaletine duyduğumuz güvenin aşınmaması; toplumsal belleğimizde Uludere'nin açtığı yaranın habis bir ura dönüşüp millet bünyemizi kemirmemesi için, yukarıda saydığım soruların daha fazla vakit kaybetmeksizin cevaplandırılması gerektiğini düşünüyorum. 

Çünkü, her geçen saniye vicdanların "kan saatinde" damlamaya devam etmektedir. 

Bugün 1 yıl doldu...

(*) Nekrofili: Türkçe karşılığı "ölü sevicilik" olan patoloji-psikiyatri terimi. Tıp literatürü dışında, siyasi ve felsefi anlamlarıyla, örgütlü yapıların ideolojilerini diri tutabilmek amacıyla ölümleri ve ölüleri kullanması anlamına gelmektedir. Yazar Alev Alatlı, bu terimi "Viva La Muerte!" – "Yaşasın Ölüm!" adlı romanında 12 Eylül öncesinde yaşanılan olayları tarif ederken şu şekilde kullanmaktadır: “Türkiye, nekrofil Batı’nın yerini aldı, nekrofil ideoloji ve eylemcilerin münbit yatağı haline geldi. Haz duydukları ölüm orada gizlidir. Yani egemen ve iktidar olma arzularında ve ideolojilerinde en önemli bir unsurdur ölüm ve ölüler…”