Ülkücüler, Bahçeli'ye saldırdı
Abone ol12 Eylül sonrası parti kurma çalışmaları ülkücüleri birbirine düşürmüştü. O dönemde bozgunculukla suçlanan isimlerden biri de bugünkü lider Devlet Bahçeli'ydi.
12 Eylül sonrası siyasi parti kurma çalışmaları sırasında
Ülkücüler arasında ser t tartışmalar oldu. Bazı isimler, Mehmet
Pamak başkanlığında kurulan MP'ye karşı çıktılar. MP'ye karşı
çıkanlardan Devlet Bahçeli ve Bahattin Ergezer, evlerinin önünde
saldırıya uğradılar. Vedat Alagöz'ün ise Hacı Bayram'daki dükkanı
basıldı. Alparslan Türkeş, tutuklu bulunduğu Dil Okulu'ndan tedavi
için Askeri Mevki Hastanesi'ne sevkedilmişti. Artık, "derlenme -
toparlanma" çalışmaları geride bırakılmış, partileşme adımları
atılmaya başlanmıştı. Türkeş, o günlerde Milli Güvenlik Konseyi ile
iyi ilişkiler kurulmasına çalışıyordu. Ülkücüler'in, askeri
yönetime direnç göstermelerine de izin vermiyordu. Bu yüzden,
Ülkücü hareket içinde tepkiler ortaya çıktı, ayrışmalar başladı.
Dışarıda tam bir kafa karışıklığı yaşanıyordu. Herkes Mevki
Hastanesi'ne koşuyor, Türkeş'le bire bir görüşerek, strateji
oluşturmaya çalışıyordu. Türkeş, o günlerde Avukat Abdulkadir
Erdil'le, Muharrem Şemsek'e bir satırlık ufak bir not gönderdi:
"Parti kurulsun." Ardından Şemsek'e bir başka not daha geldi:
"Mehmet Ünlü, Genel Başkan olacak." ürkeş, o günlerde Mevki
Hastanesi'nde görev yapan Yarbay Mehmet Ünlü ile görüşmüş ve Genel
Başkanlık teklifini yapmıştı: - İstifa edin, partinin başına
geçeceksiniz. Bu görüşmeler sürerken, Danışma Meclisi Üyeliği yapan
Mehmet Pamak da devreye girdi. Ünlü ve Pamak, bugün Türk Ocakları
Genel Başkanlığı görevinde bulunan Nuri Gürgür'ün yanına gittiler:
- Biz, Türkeş Bey'le görüştük. Partiyi kuracağız. Bunu seninle
paylaşmak istiyoruz. Gürgür, siyasi konjonktürün elverişli
olmadığını savundu. Yeni bir partinin kuruluşuna karşı çıktı.
Mehmet Pamak'ın yüzüne de açık açık söyledi: - Sen, Ülkücü
Camia'daydın, ama sonradan ayrıldın. Uzun süredir kopuksun, Ben,
senin Ülkücü Camia ile barışık yaşayacağına inanmıyorum. Bütün bu
gelişmeler yaşanırken, Milli Güvenlik Konseyi Üyesi Orgeneral Sedat
Celasun, fizik tedavi için Mevki Hastanesi'ne geldi. Doktor Mehmet
Ünlü'yü yanına çağırıp, "Bazı duyumlar aldım" dedi: -Parti kurmak
için görevden ayrılıyormuşsunuz. Siz iyi bir insansınız, neden
politikaya bulaşıyorsunuz? - İyi ama hep kötüler mi gelsin paşam?
Baksanıza 10 yılda bir size iş düşüyor! - O halde MDP'ye gir.
Ardından, MDP ile irtibat kuruldu. Dr. Ünlü, MDP'nin kuruluş
çalışmalarını yürüten Turgut Sunalp Paşa ile görüştürüldü. Bu
arada, Yarbay Ünlü'nün emeklilik işlemleri de gecikiyordu. Mehmet
Pamak ise, elinde Türkeş'in mektubu ile geziyor, partinin kuruluş
çalışmaları için kendisinin yetkili olduğunu söylüyordu. Türkeş,
başlangıçta Mehmet Pamak ismine çok sıcak bakmadı. Bunu da Mehmet
Ünlü'ye net bir dille söyledi: - Mehmet Pamak, Danışma Meclisi
Üyesi olarak mecburi hizmet yaptı. Genel Başkan olamaz. Türkeş'in
bu sözlerine rağmen, Mehmet Pamak, Genel Başkan oldu. Belli ki
Türkeş, Mehmet Pamak'ın Genel Başkan olması için ikna edilmişti.
Belli ki, Türkeş'in ikna edilmesinde Pamak'ın Danışma Meclisi
üyeliği yapması ve bu yüzden MGK'nın "veto engelini" rahatça aşacak
olması etkili oldu. Üstelik, başlangıçta "Cumhuriyetçi Muhafazakar
Parti" olarak düşünülen partinin adı bile değişti. Mehmet Pamak,
partinin adını İçişleri Bakanlığı'na "Muhafazakar Parti" olarak
tescil ettirdi. O günlerde, Mehmet Pamak'ın partinin adını kendi
ismiyle uyum sağlaması için "M.P" haline getirdiği dedikoduları
dört bir yana yayıldı. Bu arada, Mevki Hastanesi'nde son derece
ilginç gelişmeler oluyordu. Alparslan Türkeş, siyasi parti kuruluşu
için Ali Güngör'le de temasta bulunuyordu. Hatta, partinin adını
bile koymuştu: - Toplumcu Kurtuluş Partisi'ni kuracağız. - Ancak,
bunun kısaltılmışı TKP oluyor. Hiç bunu düşündünüz mü? İsterseniz,
bunu Toplumcu Hareket Partisi olarak kuralım. - Oğlum, şimdi
"Hareket"i karıştırmayalım. Ali Güngör ve arkadaşları çalışmalarını
sürdürürken, Mehmet Pamak erken davrandı. MP'nin kuruluş dilekçesi
İçişleri Bakanlığı'na verildi. Ali Güngör'e de bir çağrı yapıldı: -
Biz partiyi kurduk, siz de gelin. Ali Güngör, hemen Mevki
Hastanesi'ne gidip, Türkeş'e neler olup bittiğini sordu. Türkeş
ise, "Ben, aslında görevi size vermiştim" dedi: - Ancak, şartlar
böyle gelişti. Siz, TKP için çalışmalara devam edin. Ali Güngör ve
arkadaşları bir bölünmeye yol açabileceği için parti kurma
çalışmalarından vazgeçtiler. Ancak, MP içinde de yer almadılar.
MP'ye karşı çıkanların arasında, Devlet Bahçeli, Selahattin Baysal,
Ahmet Hamdi Ayan, Vedat Alagöz ve Bahattin Ergezer, İsmet
Büyükataman gibi isimler de vardı. Devlet Bahçeli, o günlerde sıkça
Türkeş'e şikayet edildi: - Size karşı çıkıyor, aleyhinize
konuşuyor, bunlar size bayrak açıyorlar... Tartışmalar sürüyor,
Türkiye genelinde MP'ye bir direnç oluşuyordu. İlginçtir, o dönemde
Alparslan Türkeş net bir tavır koymayıp, gelişmeleri izlemeyi
tercih etti. Türkeş, bir gün kendisini ziyarete gelen Bahattin
Ergezer'e, "Ben onlardan MP'yi kurmalarını istedim, ama" dedi: -
Bunu, oyalansınlar ve dağılmasınlar diye yaptım. Ben dışarı çıkınca
bu işi bizzat toparlayacağım. Sen bir yere gitme. Benim yanımda
bekle, sürekli bana uğra. Arkadaşlarla irtibatı kur, bekleyelim.
BAHÇELİ'YE ÜLKÜCÜ SALDIRI MP'ye karşı çıkanlar, Muharrem Şemsek'in
çevresinde toplanan Ülkücüler tarafından "bozgunculukla" suçlanmaya
başlandılar. Bu yüzden de, onların "cezalandırılmalarına" karar
verildi. İlk hedef Bahattin Ergezer oldu... Ergezer, bir gece saat
21:30 sıralarında Kurtuluş Samur Sokak'taki evinin önünde, 15-20
kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Kafasına ilk darbeyi
yediğinde, "Eyvah komünistler" diye düşündü. Elindeki çantayı gayri
ihtiyari savurarak, var gücüyle bağırdı: - Allahhh... Saldırganlar,
bir anda yok oldular. İşte o zaman, kendi arkadaşlarının
saldırısına uğradığını anladı. Çünkü, saldırganlar komünist olsa,
bu kadarla bırakıp kaçmazlardı. Kafası kanlar içinde eve girdiğinde
eşi Nevin Nanım da teşhisi hemen koydu: - Bizimkiler değil mi? Eşi
ile birlikte dışarı çıktılar. Kendilerine saldıranların yol
kenarlarına bıraktıkları sopaları takip ettiler. İzler, onları
Ülkücüler'in hakim olduğu Sivas Yurdu'na kadar götürdü. Aynı
tornadan çıkan son sopayı yurdun yakınlarında buldular. Mesele
anlaşılmıştı. Benzer bir başka saldırı da Devlet Bahçeli'ye
yapıldı. Bahçeli, Tandoğan'daki evinin önünde aynı şekilde
saldırıya uğradı. Bahçeli'ye düzenlenen o saldırının altında da MP
ile ilgili düşünceleri yatıyordu. MP'ye karşı çıkışlarıyla tanınan
Vedat Alagöz ise, aynı ekip tarafından Hacı Bayram'daki Ocak
Kitapevi'nde sıkıştırılarak, tehdit edilmeye çalışılmıştı. Tabii,
hemen gerekenler yapıldı. Saldırıya uğrayan Ülkücü grup da sessiz
kalmadı. 12 Eylül öncesinde Ülkücü İşçiler Derneği'nin Genel
Başkanlığı görevini yürüten Vahit Kayrıcı, bu iş için özel olarak
İstanbul'dan Ankara'ya geldi. Bahçeli'ye yapılan saldırının
faillerini tek tek tesbit etti. Ekibin başındaki Abdullah Şalcı'yı,
Balgat'da yakalayarak, cezalandırdı. Şalcı, Vahit Kayrıcı'ya çok
açık bir itirafta bulundu: - Biz suçlu değiliz. Biz bu işi teşkilat
görev verdiği için yaptık. Aldığımız talimatı yerine getirdik.
Şalcı'nın "teşkilat" dediği, Muharrem Şemsek ve çevresindeki bazı
isimlerdi. Ancak, Muharrem Şemsek hiç bir zaman bu saldırının
sorumluluğunu üstlenmedi. Bahattin Ergezer, yıllar sonra karşısına
geçip, "Ben sana hakkımı helal etmiyorum" dediği zaman bile,
"Hayır, sana yapılan saldırıyı ben organize etmedim" cevabını
verdi. Yazı: Emin Pazarcı Kaynak: Dünden Bugüne Tercüman