Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Yıllardan beri eğitim dönemim dahil hep “Türk müziğinin desteklenmesi gerektiği, okullarda Türk müziği derslerinin,çalgılarının öğretilmediği, TRT nin kaliteli yayıncılık yapması gerektiği, koroların kurulması gerektiği v.b.” duyar, konuşmalarımızda büyüklerimizden iddialı sözler işitirdik…
Bu konuya niye mi girdik…Geçen hafta Sn. Bilal Özcan’ın bir yazısındaki bölüm bana geçmişi hatırlattı…O bölüm şöyleydi;
“…….RTÜK Başkanı Davut Dursun, ulusal
kanalların Türk Müziği yayınlarına daha çok yer
vermelerini vurguladığım yazıyı da okuduğunu söyledi.
O yazıda, 6112 Sayılı Kanun'un
verdiği yetkiye dayanarak RTÜK'ün kanalları haftada en az iki gün
prime time'da Türk Müziği yayınına mecbur tutmasını önermiştim.
Dursun, bu konuda konulacak bir kotanın uygulama
kabiliyetinin olmayacağını belirtti.
Kanundan aldıkları yetkiyle yayınladıkları yönetmeliğe
göre, kanalların Türk Müziği'ne haftada 1 saat yer ayırdıklarını
söyleyen RTÜK Başkanı şöyle konuştu:
"Eğer kota koşarsanız eritoryal bağımsızlık ortadan kalkıyor.
Günlük gazetelerde böyle bir koşul yok, televizyonlara saat
mecburiyeti koyarsanız bu sıkıntı yaratır."
Sayın Dursun'a, kanalların o bir saat Türk Müziği yayınını da
sabaha karşı yaptıklarını hatırlatınca şöyle devam etti:
"Kanallar o yayınlardan verim alamadıklarını söylüyor.
Aslında Türk Müziği'ni okullardaki eğitimle sevdirmek lazım. Biz
bunu sadece televizyonlardan, radyolardan bekliyoruz. Bakın
okullarda çocuklara 'mandolin' ve 'flüt' öğretiliyor. Öğrencilerin,
'mandolin' ve 'flüt' almaları şart koşuluyor. Neden bizden olan
'ney', 'ud' ve 'tambur' öğretilmiyor? Türk Müziği'ni çocuklarımıza,
gençlerimize sevdirmek aslında Milli Eğitim'in görevi olmalıdır,
televizyon ve radyoların değil. Bu öncelikle, okullardaki eğitimle
verilmelidir." ()
Maalesef, gizli bir güç, lobi; sanatsal gelişmeyi/çağdaşlığı Türk milletine ait değerleri/unsurları –cumhura rağmen- eğitime sokmayarak sağlayacağına inanmakta…Bu, her iktidar döneminde böyle oldu…Köylere orkestralar götürüp halka dinleterek –üstelik bir proje ile- müziksel gelişmeyi sağlayacaklarına inananlar 1940 li yıllarda da aynı uygulamayı yapıyorlardı, şimdide yapıyorlar…
Üzüntümüz; vesayet rejimini sonlandıran, milli/manevi değerleri öne çıkaran, ülkeyi bir baştan bir başa uçak-raylı sistem-bölünmüş yollar- tüneller, marmaray v.b. donatan, her ilçeye kültür merkezleri kazandıran muhafazakar-demokrat AK Parti Hükümeti’nde dahi bu anlayışın kazanması…
İlginç değil mi?…
Gelişmelere şöyle bir göz atalım isterseniz;
Korolar/topluluklar/orkestralar kuruldu…Batı kurumları hep değerli oldu, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar orkestraların konserlerine gitti…Üniversite açılışlarında onlara yer verildi…
Orkestraların yabancı dil sorunu yoktu, ama kendi içinde şeflik, müdürlük, solo almama kavgası vardı…Sorunlara Bakanlık seyirci kaldı, bazı konularda taraf oldu, dengeler bozuldu…Seyirciye ne verildi, tartışılmadı.. Sürekli yurt dışı seyahatleri yapıldı…
İlk Devlet Halk Dansları Topluluğu bile, yeni kurulanların gölgesinde kaldı… Halbuki devletin elinde her imkan vardı…Konserlerin sayısına değil, niteliğine ve kaç seyirciye ulaşıldığına, topluma ne verdiğine bakılmalıydı, olmadı…
2809 sayılı kanunla ünvanlar verilirken, batı müziği sanatçıları –aynı yabancı dil imtihanı ile- pozitif ayrımcılık yapılarak hepsi Prof. yapıldı, Türk Müziği mensupları ise; bir derece düşürülerek Doç. -birkaç istisna hariç-. Doç. ler Y.Doç. oldu, hala kurumlarda sancıları çekiliyor…
Çünkü, Türk müziği mensupları çağdaş Türkiye’yi temsil etmiyorlardı!....
Ama, bu orkestra sanatçılarının çoğu piyasa müziğinin alt yapısında koşarak kayıtlara giriyor, iyi para kazanıyorlardı…Yani gündüz karşı oldukları müziklere, gece koşarak hizmet ediyorlardı!...
İlk Türk müziği konservatuarı (1975)kuruldu –ilk öğrenci ve ilk mezun olma onuruna sahip olanlardanım- çok güçlendi,onu diğerleri takip etti, ama 1982 de konservatuarlar üniversitelere bağlanınca, başlayan unvan yarışı –diğer konservatuarlarla beraber- ve yabancı dil zorunluğu (ÜDS,YDS) nedeniyle, bir çok sanatçı idareci olamaz duruma geldi, -yabancı dil geldi, sanat gitti- yanlış atamalar, eğitim sistemi ile fazla oynamalara bir de genç kuşağın hırsı/hazımsızlığı girince saygı,sevgi ortadan kalktı ve üretim düştü…
Yıllarca, Cumhurbaşkanlığı Türk Müziği Korosu/Topluluğu kurulsun diye çalışıldı, ancak –1980 den beri raporlar yazıldı, gönderildi- yeni olacak bu koronun her tür Türk müziğini (TSM, THM, tasavvuf v.b.) kapsaması gerektiği belirtildi, o da olmadı, kolaycılığa kaçıldı, içerik değişmeden İstanbul’daki klasik koronun adı değiştirilerek iş çözümlenmeye gidildi. Bu da heyecan getirmedi, aksine kırılmalar getirdi…
1990 lı yıllardan sonra okullara Türk müziği müfredatları
konuldu, ama , büyük ümitlerle kurulan Güzel Sanatlar Anadolu
Liselerinde, yine Türk müziği dersleri okutulamadı…
İlk-orta-liselerde müzik dersleri bir kaldırıldı, bir
konuldu, bir seçmeli oldu bir zorunlu oldu…Her halde üzerinde en
çok oynanan ders oldu.İnsanın en önemli müzik organı olan ağzı
“blok flüt” ile kapatılarak, çocukların müziksel yetenekleri
geliştirilmeye çalışıldı!…
TRT gerçekten yıllarca Türk müziğini koruyan ve en iyi şekilde
yayınlayan kurum oldu.Ancak, aslında TRT nin işi yayıncılıktı.
Konservatuarlar ve korolar olmadığı için o boşlukta üzerine vazife
almış ve görevini çok iyi yürütmüştü…Kurulan Türk müziği
kurumları kendisine yayın için hazır band getirecekler, o da
yayınlayacaktı. Bu birlik bir türlü sağlanamadı.
Radyolarda, Türk müziği yayınları da ya sabah erken
saatlerde, ya da gece geç saatlerde yayına verilerek yasal
mecburiyet giderilir oldu…(Bizim işin püf noktasını,
kaçamağını bulmakta üstümüze yok zaten!…)
Bunun yanında piyasa müziği ve yorumcuları devlet kurumları sanatçıları tarafından hiç beğenilmedi…Onların binlerce kişiye hitap etmelerinin sebepleri anlaşılamadı, sosyologlarca araştırılmadı…
Türk müziği yayını yapan radyolar devreye girdi, izleme patlaması yaptı...
Ülkedeki Türk müziği amatör koroları sayısı 1000 leri aştı. İnsanlar kendi kültürünü öğrenmek/geliştirmek için zaman ayırdı, koşturdu…(Her yıl geleneksel olarak yaptığım İstanbul Türk Müziği Günleri’nde seyirci rekorları kırıldı. Türk müziği unutuluyorsa/sevilmiyorsa bu seyirciler kimlerdi!? Uzaydan mı geliyorlardı!?)
Demek ki işleyişte bir yanlışlık vardı, onların tesbiti de zor değildi…
Yeter ki istenilsindi!…
Olmadı…
Yüzlerce besteler yapıldı, yarışmalarda ödül aldı, ama değerlendirilmedi, korolarda, radyolarda, TV lerde okunmadı, duyurulmadı….
Gelinen noktada;
Binlerce çalgı yorumcuları çeşitli ses sanatçılarının arkasında, 3-5 para için koşturmaya, sanatlarını icra etmeye devam ediyorlar…
Kaset-CD piyasası öldü, internet çağı başladı…
Elbette, Türk müziğinin “eğitimde öğretilmesi ve sevdirilmesi” sözlerini ciddiye alıp, yeniden realize etmek lazım.
Tabii, Türk müziği mensupları üzerlerindeki ölü toprağını kaldırırsa…
Bakanlığa müziği ayırt etmeyen, kişiliğini aşmış, müziğe/sanata hizmeti görev sayan müzikbilimciler göreve çağrılırsa!…
Ve,
Batı müziği lobisi izin verirse!…
Yazımızı Ali Rıza MALKOÇ’un yeni şiiri ile bitirelim;
Güllerin Dünyası
Çeşit çeşit gül sevdim de
Bana siyah gül yakışır
Zeytin, gecenin renginde
Bana siyah gül yakışır
/
Rahat batınca okkalı
Kırıldı çınarın dalı
Beyaz al ile kavgalı
Bana siyah gül yakışır
/
Irk rengine, gözüm âmâ
Rengarenktir içim ama
Gönlüm biçim biçim ama
Bana siyah gül yakışır
/
Bahar güldü hepimize
Güneş vurdu tepemize
Nefis, başvurur temyiz’e
Bana siyah gül yakışır
/
Hasretler çeker yakını
Asırların gam yükünü
Çıkar, böl, topla yekünü
Bana siyah gül yakışır
/
Duru duru akıyor su
Kabarınca yıkıyor su
Çok kızınca yakıyor su
Bana siyah gül yakışır
/
İşin özü şu aslında
İnsan rehavet faslında
Her koyun kendi neslinde(!)
Bana siyah gül yakışır
/
Sözlerimle kırdım kimi?
Çareyse, çağır hekimi
Toprağa verin yakamı
Bana siyah gül yakışır (03/11/2013 Samsun)