Uğur Mumcu'yu özlemle anıyoruz
Abone olMumcu'nun yıllar önce yazdığı yazılar, iktidar-sermaye ilişkisi ile ilgili değerlendirmeleri güncelliğini koruyor.
Cumhuriyet Gazetesi Uğur Mumcu'nun ölümünün 11. yılında usta gazeteciyi unutmadığını gösterdi. Uğur Mumcu'nun çeşitli söyleşileri ve yazıları, onun araştırmacı gazetecilikten ne anladığı, basın özgürlüğü, basın-iktidar ve sermaye ilişkisi açısından günümüzde de güncelliğini sürdürüyor. Sorumluluk isteyen meslek Mumcu, 7 Şubat 1988'de Bulvar gazetesinin gazeteciliğe ilişkin sorularını yanıtlarken, ''Köşe yazarlığı sorumluluk isteyen bir meslek. Her meslekte olduğu gibi köşe yazarlığında da ciddiyet gerek'' dedikten sonra, köşe yazarının niteliklerini şöyle açıklıyor: ''Bir konuyu araştırarak yazmak gerektirir köşe yazarlığı. Her konuda yazmak güç tabii. Fakat bilemediğin konularda tanığa, uzmana ulaşmak gerek. Özellikle çalışmak, kaynaklara inmek, sorunların değerlendirmesini yapmak gibi birtakım sorumluluklar getiren bir meslektir.'' Aynı söyleşide, Mumcu, kendisini ''bütün zamanını gazeteciliğe ayırmış insan'' olarak nitelendirdikten sonra, nasıl çalıştığını da şöyle aktarıyor: ''Sabah 07.30'da kalkarım. Kahvaltı yaptıktan sonra gazeteleri okurum. BBC, dünya radyolarını dinlerim. Ondan sonra da hangi konuda yazı yazacaksam, onunla ilgili temaslar yaparım. Daha sonra da yazıyı yazarım. Öğleden sonra 14.00-15. 00 sıralarında gazeteye giderim. Daha sonra da ertesi günkü konu neyse onunla ilgilenmeye başlarım. Ya parlamentoya giderim ya da konu neyse onunla ilgilenirim.'' Basının durumu Mumcu'nun Kasım 1984 tarihinde, ''Sakıncasız'' adlı oyununun kitapçığına yazdığı önsöz, bugün basının içinde bulunduğu durumu da gözler önüne seriyor. Önsöz, özetle şöyle: ''Türk basını, tarihinde daha önce tanık olmadığı bir dönemi yaşıyor. Holdinglerin basına el attıkları, yönlendirdikleri, etkiledikleri ve basına yeni bir biçim ve öz verdikleri bu dönem, nerede ve nasıl sergilenmelidir? Basın özgürlüğünü 3-5 holdingin denetimine veren bu yeni oluşumu devlet elindeki kitle iletişim araçlarıyla eleştirmeye olanak yoktur. ... Basının kendi kendini eleştirmesi, çoğu kez 'kişisel polemik' gibi görünüyor. Böyle olmasa bile böyle niteleniyor, böyle gösteriliyor. Kaldı ki, holding basınını eleştirecek yayın organı da pek kalmış değil. Çünkü sık sık şirket batırıp 'ödeme güçlüğü içine düşen' holdinglerimiz, gazete sahibi olmakta pek hünerli davranmışlardır. Hem böyleleri için karada ölüm de yoktur. Devlet bankalarına sırtınızı dayarsanız, sıkışınca, gazeteyi bir başka holdinge devredersiniz, borç yükünüz devlet bankalarının sırtında kalır, eldeki gazete yine 'piyasa ekonomisinin faziletinden' söz eden satırlar döktürür, olur biter. Türkiye son yıllarda baş döndürücü gelişmelere tanık oldu. Ben altmışlı yıllardan bu yana okuyan, düşünen, tartışan ve yazan bir insan olarak, bu depremlerin çoğunun içinde yaşadım. Birçok şaşırtıcı gerçeği gözlerimle gördüm, mangalda kül bırakmayan nice keskin devrimcinin holdinglerde kompartıman kapmak için hangi kılıklara girdiklerini içim kan ağlayarak izledim. Devrimci inançların bayrakları gibi dalgalanan yazarların, göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman içinde nasıl işveren sofralarında birer buruşuk peçete olduklarını görmenin acısını yüreğimde duydum. Öğrencilik yıllarında dimdik genç fidanlar gibi duranların, düzenin kirli çarkları arasında birer rüzgâr gülü olduklarını yine içimde kopan fırtınalarla izledim. Bunlar hep oldu, hep yaşandı. Yaşamımın son 25 yılı içinde, cezaevi ranzalarından Babıâli sütunlarına kadar, hemen hemen her yerde 'kişilik erozyonu' na tanık oldum. Kişilikler eriyip gidiyor, değerler yitiyordu. Düzen, kendine karşı çıkanların bir kısmını tek tek tutsak alıyordu. Bu bir dram değil miydi? Kişisel olmaktan çok toplumun dramı değil miydi bu?'' Tam teşekküllü devlet hastanesi Uğur Mumcu, söyleşide, ''Eski ve yeni nesil gazetecilerin bir değerlendirmesini yapar mısınız'' sorusuna da şu karşılığı veriyor: ''Tabii her dönemin kendisine uygun, özgün koşullarına uygun yazarı çıkar. 1950-1960 döneminin yazarları ayrıdır, yazarlık türü ayrıdır, tek partili dönemin ayrıdır. Zaman ilerledikçe, gazetecilik türü de değişiyor ve daha çok araştırmaya, uzmanlığa dayanan gazetecilik gelişiyor. Ben, eski yazarların görüşlerine katılayım, katılmamayayım, şu özellikleri vardır: Sadece gazetecilik yaparlar. Bugün hem gazeteci, hem işadamı, hem ihale takipçisi. Gazetecilik yok. Ben sağ-sol ayırt etmeden söylüyorum, sadece gazetecilik yapan, belli bir düşünceyi açıklayan, sadece araştırma yapan gazeteci, ister İslamcı olsun, ister Marksist olsun, sosyal demokrat olsun hiç ayırt etmem, saygım vardır. Dönekliği de bir ölçüde doğal karşılıyorum. Çünkü Türkiye'de insanlar belli bir gelişme içinde, şu veya bu nedenle düşüncelerinden vazgeçebilirler. Ama, hayatının belli bir döneminde solcu olup sosyalizme dayanan bir insan, 60'ından sonra kapitalist olup sosyalizme saldırırsa, onun yeri basın değildir, tam teşekküllü devlet hastanesidir.'' 'Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak' Mumcu, 11 Haziran 1992 tarihli yazısında, toplumun hemen hemen tüm kesimlerince benimsenen ''bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamayacağına'' ilişkin sözünü, şu değerlendirmeye dayandırıyor: ''Bugün gazetecilikteki araştırma konularıyla, okuma, daha doğrusu 'okumama alışkanlığı' üzerinde söyleşelim. Gazeteci, her konuyu bilen ve her konuyu yazan insan değildir. Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan, bu kaynaklarından derlediği haber ve bilgileri yazan ve yayın organları aracılığıyla kamuoyuna sunan adam demektir. Gazetecilik, araştırmayı gerektirir. ... Gazeteci varsayımlar ile değil somut olgular, belgeler, kanıtlar ve haberlerle ilgilenir. Bütün bunları araştırır, inceler ve yazar. Üzüntüyle görüyoruz ki, basında araştırma, inceleme ve soruşturma pek ilgi görmüyor. Yüzeysellik her konuda olduğu gibi gazetecilik alanında da kendini gösteriyor." Mumcu, 16 Mayıs 1990 günü gazetemizde yayımlanan yazısında ise varsayımlarla, yakıştırmalarla, yapay ve düzmece haber oluşturmanın gazetecilikte hüner sayılmayacağından söz ederek, ''Bu tür gazetecilik, gazete ve gazetecilere duyulacak saygıyı azaltır. Bundan da basın özgürlüğü ve basının kendisi zarar görür'' görüşünü savunuyor.