Ufukta döner ziyafeti göründü
Abone olÇölaşan'ın Fehmi Koru'ya ettiği hakaretlerden yola çıkan Yenişafak yazarı Ahmet Kekeç, döner ziyafetinin kokularını aldı. Kekeç şimdiden sipariş vermeyi ihmal etmedi.
Emin Çölaşan'ın Melih Gökçek'e yazı yoluyla hakaretten dolayı
ödediği tazminatlar henüz hafızalardan silinmedi. Aynı yazarın bu
sefer de Yenişafak'tan Fehmi Koru'ya saldırmasını değerlendiren
Ahmet Kekeç, çok yakında döner ziyafetinin gerçekleşeceğini öne
sürdü diyen Kekeç, kendi siparişini vermeyi de ihmal etmedi:
- Dedikoduya bayılan bazı internet siteleri, "Emin Çölaşan'la Fehmi
Koru arasındaki kavganın kızışarak devam ettiğini" yazıyor.
Ben ortada, "fikrî müsademe"ye uygun bir kavga göremiyorum. Kalem
kavgası değil, başka tür asabiyyetlerin ortaya döküldüğü seviyesiz
bir ağız dalaşı...
Koru için söylemiyorum elbette; onunki gayet makul bir saptamaydı.
Çünkü, Çölaşan "self-plagiarism" (yani kendinden aşırma) yapıyordu
ve bunu alışkanlık haline getirmişti; her yıl, noktasına virgülüne
dokunmadan aynı yazıyı yayımlıyordu. Bazen, gündeme göre ufak-tefek
ilaveler yapıyordu ama ("Yılanın başı aradan geçen bunca yıla
karşın ezilmedi, yılan pusuda bekliyor...", "Yılan pusuda bekliyor,
bazen de ülkeyi yönetiyor..." gibi), yazı temelde aynıydı...
Birazdan ben de bir "self-plagiarism" yapacağım; aslında bunu sık
sık yapıyorum; ama önce Çölaşan'ın yanıtıyla ilgili birkaç şey
söylemek istiyorum.
Koru'nun saptamasını, "Yazı benim değil mi? İstediğim gibi
kullanırım!" sözleriyle geçiştirseydi, mesele kalmayacaktı. Biz de
onu "kendinden aşırma" cürmünün ahlakî ve vicdanî sorumluluğuyla
başbaşa bırakacaktık. Gerçekten de yazı onundu. İster muska yapıp
dağıtırdı, isterse çerçeveletip duvara asardı. Kime ne? Fakat o ne
yaptı? Mevcut küfürlerle birlikte, kişisel arşivinden derleştirdiği
küfür ve hakaretleri sıraladı.
Hemen aklıma, Hürriyet gazetesinin Çölaşan'dan da sorumlu genel
yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün bir yazısı geliyor. Altına
hepimizin imza atacağı yazısında Özkök, Ahmed Haşim'den yola
çıkarak, şu önemli saptamaları yapıyordu:
"Hakaret bizim aydın ve yazarlarımıza, eski kuşaklardan kalmış
'şerefsiz bir mirastır.' Bu geleneğin mirasyedileri halen aramızda
bir külhanbeyi gibi dolaşmakta ve gelene geçene omuz atmaya devam
etmektedir. / Bizim mahallemiz ne yazık ki, bu ağzı pis
külhanbeylerinin istilası altındadır. Bildikleri tek dil küfür ve
hakarettir. Bütün zihni melekelerini, küfür vokabülerini
zenginleştirecek yeni kurumlar icat etmeye harcarlar. Bu üslubu bir
zekâ kıvraklığı ve edebi tarz olarak yutturmaya çalışırlar. Ne
yazık ki bazı insanlara da yuttururlar. Bu 'şerefsiz mirası'
reddetme zamanı gelmiştir."
Kendimden aşırma gibi olacak ama, o sırada Özkök'e şunları
söylemiştim: Tamam, bu şerefsiz mirası reddetme zamanı gelmiştir;
gelmiştir de, geçiyor bile...
İyi de, nasıl olacak bu iş?
Mezkur ("şerefsiz" demiyorum; çünkü bu söz bana ait değil) mirasın
sürdürücüsü olan gazetecilerden üçü kaptanlığını senin yaptığı
gemide, yani Türk basınının amiral gemisinde çalışıyorlar. Hatta
birini, "had bildirme" göreviyle bizzat kendin konuşlandırmıştın
gazeteye. Had bildireyim derken de, madara olmuştu adamcağız; "AK
Parti iktidarının temelleri 1940'lardaki CHP kurultaylarında
atılmıştır" türünden yazılar yazmaya başlamıştı, sonra da kahredip
işi "asparagasa" dökmüştü; hatta bir de ödül almıştı yazdığı
asparagas haberden dolayı...
Şimdi de Çölaşan'ın Fehmi Koru'ya ettiği küfürlere bakalım:
Dedikodu yazarı, takkeli liboş, jurnalci, ispiyoncu, yalancı,
iftiracı, utanması ve sıkılması olmayan adam, CIA ajanı, çift
taraflı casus, milliyetsiz, dinsiz, imansız...
Çölaşan, "Yeni Basın Yasası"nın, şeref ve haysiyetlere uzananları
hizaya getirecek ağır müeyyideleri içerdiğini mutlaka biliyordur.
Bu işin, en hafifinden, "döner ziyafeti"yle sonuçlanacağını da
hesap etmiştir.
Melih Gökçek'e ettiği küfürlerden dolayı Ankara'yı dönere
doyurmuştu. Demek ki, sıra İstanbul'da... Benimki pilav üstü ve
mümkünse az yağlı olsun usta!
Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: