TV programları mahremiyeti bitiriyor
Abone olRTÜK'ün talebi üzerine, psikolog ve psikiyatristlerden oluşan Çalışma Grubu'nun hazırladığı çalışma sonuçlandı. Raporda mahremiyetin zayıflatıldığına dikkat çekti.
RTÜK'ün talebi üzerine, psikolog ve psikiyatristlerden oluşan
Çalışma Grubu'nun hazırladığı ''TV Programlarındaki Şiddet
İçeriğinin, Müstehcenliğin ve Mahremiyet İhlallerinin İzleyicilerin
Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri'' konulu çalışma
sonuçlandı. Çalışma Grubu'nun raporunda, TV programları ile
birlikte gündelik hayatın en önemli alanlarından biri olan 'özel
yaşam' kavramının da esnekleştiği belirtilerek, ''Bireye ait
olanlarla topluma ait olanlar arasındaki sınır giderek ortadan
kalkmakta, böylelikle de tüm toplum, aynı özel yaşamın özneleri
haline gelmekte ve aynı mahremiyeti paylaşmaktadır'' denildi. Prof.
Dr. İhsan Dağ başkanlığında Prof. Dr. Ferhunde Öktem, Prof. Dr. M.
Kazım Yazıcı, Doç. Dr. Gülden Güvenç, Doç. Dr. Murat Rezaki, Yard.
Doç. Dr. Nilüfer Özcan Demir, Yard. Doç. Dr. Ömer Özer, Dr. Ömer
Akil Özer, Psk. Mine Tunçel'den oluşan çalışma grubunun hazırladığa
rapor, RTÜK'ün ''www.rtuk.org.tr'' adresinde yayınlandı. Türkiye'de
çocuk ruh hekimlerinin yıllar önce, iletişim kurumlarının ''gerek
eğlence, gerekse haber nitelikli programlarda şiddet öğesini çok
dikkatli denetleyerek vermeleri ve ölçüyü çok iyi ayarlamaları''
uyarısında bulundukları hatırlatılan raporda, ''Televizyon,
şiddetin yaygınlaşmasında değil, aksine onun önlenmesinde işlevsel
hale getirilmelidir. Bunun yolu da, izlenebilirliği çağdaş
tekniklerle artırılmış, toplumsal ve psikolojik sorunları
gizlemeyen ama bunlara sağlıklı çözüm yolları da önerebilen
programların yaygınlaştırılmasında yatmaktadır'' denildi. -ÖZEL
YAŞAM KAVRAMI- Televizyon programları ile birlikte gündelik hayatın
en önemli alanlarından biri olan ''özel yaşam'' (mahremiyet)
kavramının da esnekleştiğine dikkat çekilen raporda, özetle şu
görüşlere yer veriliyor: ''Bireye ait olanlarla topluma ait olanlar
arasındaki sınır, giderek ortadan kalkmakta, böylelikle de tüm
toplum, aynı özel yaşamın özneleri haline gelmekte ve aynı
mahremiyeti paylaşmaktadır. Öyle ki, yatak giysileriyle
başkalarının yanına çıkmanın saygısızlık ve özensizlik sayıldığı
bir ilişki biçiminden, sadece yarışma kurallarının önem kazandığı
ve milyonlarca izleyicinin önünde mahremiyetin neredeyse tamamen
ortadan kalktığı bir ilişki biçimine gelinmiştir. Magazin türü
programların etkileri üzerine gecekondulu kadınlarla yapılan bir
çalışmanın sonuçlarına göre, kadınların aile içi iletişimlerinin
azaldığı, çocukların okuma alışkanlıklarının azaldığı, çocukların
programda gördüklerini taklit etme eğilimlerinin arttığı tespit
edilmiştir. Kadınların yarısından fazlası, çocuklarının
televizyonda gördükleri ünlülere ya da yarışmacılara özendiğini
belirtmiştir.'' -''RÖNTGENCİLİK DUYGULARINI AÇIĞA ÇIKARMA''-
Gözetlemeye dayalı yarışma programlarına da işaret edilen raporda
bu tür programlarda izleyicinin kendisine ve kendi davranışına en
çok benzeyen ya da kendisinden daha aşağıda gördüğü kişi ile
özdeşim kurduğu ve onu desteklemeye başladığı, böylece programın
izleyiciliğinin süreklilik kazandığı belirtildi. Raporda, şu
görüşlere yer verildi: ''Ülkemizde son yıllarda yayınlanan bazı
yarışma programları özel hayatın mahremiyeti konusundaki toplumsal
değer yargılarını değişime zorlamakta ve bireylerin toplumsal
değerler konusunda çatışmalar yaşamasına yol açmaktadır. Bu tür
programların izleyicilerinin önemli bir bölümünde özel hayatların
mahremiyetini gözetleyerek kendini rahatlatma eğilimi
kışkırtılmaktadır. Bir diğer ifade ile bireylerde 'röntgencilik'
duygularını açığa çıkarma gibi yayıncılık etiği açısından ahlaki
olmayan bir yol reyting uğruna izlenebilmektedir. Oysa insanın bu
yönünün açığa çıkması, psikiyatride hastalıklı bir ruh hali olarak
kabul edilir. Bu programlarda öne çıkan şahsiyetler, ekranlardan
göründükleri kadarıyla, çoğu zaman sağlıksız ruh haline sahip olan
ve toplumsal yaşam açısından sağlıksız kişilik özellikleri gösteren
kişiler olabilmektedir. Hiç kuşkusuz bu durum bu programların
telkine yatkın sürekli izleyicileri için ve özellikle özdeşim kuran
çocuk ve ergenler için son derece olumsuz rol modelleri
oluşturmaktadır. Ülkemiz ruh hekimleri ve klinik psikologları,
karşılarına gelen bir çok vakada bu etkilenmeleri
gözlemlemektedirler.'' -ASTROLOJİ VE PARAPSİKOLOJİ PROGRAMLARI-
Raporda, astroloji ve parapsikolojinin konuşulduğu programlara
konuk olan bazı ruhsal bozukluğu olan kişilerin de izleyicileri
olumsuz etkilediği bildirildi. Bu kişilerin gerçek dışı, akılla
bağdaşmayan yorumlar yapabildiği ifade edilen raporda, ''Tüm bu
yansıtılanlar televizyonun otoritesiyle bir kısım izleyiciler
tarafından gerçekmiş gibi alınabilmekte, benzer psikopatolojisi
olan ya da kaygılı ve depresif kişilerde psikopatolojinin artmasına
yol açabilmektedir'' denildi. Raporda, son yıllarda televizyon
programlarında ''çıplaklık, evlilik dışı kadın-erkek ilişkileri, ve
cinselliği ön plana çıkaran tavırlar, tutumlar ve kıyafetler''
karşısında genel olarak toplumun sistematik olarak
duyarsızlaştığına da dikkat çekildi. Cinselliğin, gelişimsel olarak
belli evrelerden geçerek kavrandığına işaret edilen raporda, şunlar
kaydedildi: ''Bu gelişimi göstermemiş bir çocuğun kavrayamayacağı
düzeyde cinsellikle televizyonda karşılaşması, bu konudaki sağlıklı
gelişimini çeşitli biçimlerde etkileyebilir. Bu nedenle çocukların
TV izledikleri saatlerde gösterilen, cinselliğin açık biçimde
sergilendiği, özendiriciliği yüksek ve eyleme geçmeyi
cesaretlendiren filmler sakıncalıdır. Ülkemizde geniş bir kesimi
oluşturan düşük sosyoekonomik düzeyden ailelerde çocukların yatma
zamanının daha eğitimli çevrelerdeki kadar düzenli kontrol altında
tutulamadığı dikkate alındığında, yayıncıların bu konuda da büyük
bir dikkat göstermeleri gerekmektedir.'' -''HER TÜRLÜ AŞIRILIK
DENETLENMELİ''- Türkiye'de özellikle çocukların kontrolsüz şekilde
televizyon izlediklerine dikkat çekilen raporda, bu nedenle
''toplumun değer yargılarıyla çatışan, aileyi ve diğer sosyal
kurumları değersizleştiren, insan bedenini ve ruhsal değerlerini
maddeleştiren, insanlığın ortak değer ve doğrularına aykırı olan
her tür aşırılığın denetlenmesi gerektiği'' vurgulandı. Raporun
sonuç bölümünde, medyaya, ailelere ve yasama ile yürütme
organlarına düşen görevlere de dikkat çekildi. Raporda, özetle şu
görüşlere yer verildi: ''Bilimsel literatürdeki bulgular ve günlük
gözlemlerdeki olgular, televizyonlarda yer verilen ölçüsüz şiddet
içeriği ile müstehcenlik ve mahremiyet ihlallerinin, başta topluma
uyumlu bir kişilik geliştirme sürecinde olan çocuk ve gençlerimiz
olmak üzere tüm toplum bireylerinin ruh sağlığını son derece
olumsuz bir biçimde etkilediğini açıkça göstermektedir. Bireylerin
sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olmaları ve ruh sağlıklarının
yerinde olması, toplumsal norm ve değerlerin olabildiğince durağan
olmasına, toplumsal rol modellerinin uyumsal davranış örnekleri
sunmasına bağlıdır. Görsel medya bu toplumsal koşulların
oluşturulmasında çok önemli bir role sahiptir. Bu rolü, yayıncılık
etiğine de uygun olarak yerine getirebilmek için başta medya sahip,
yapımcı ve yöneticileri olmak üzere tüm medya çalışanlarının
üzerlerine düşen sorumlulukları acilen yerine getirmeleri gerektiği
kanısındayız. Yasama ve yürütme organlarının da bu alanda
otokontrolün işlemediği durumlarda devreye girecek eğitim ve
yaptırım mekanizmalarını çok iyi düzenleyip işletmesi beklenir. Hiç
kuşkusuzdur ki, ana-babalar ve öğretmenler de bu konularda yerine
getirmeleri gereken sorumluluklara sahiptirler. Ancak, eğitim
düzeyi ortalaması son derece düşük olan ülkemizde bu konudaki en
büyük sorumluluğunun yalnızca ana-babalara bırakılmasının doğru bir
tercih olamayacağı kanaatindeyiz.''