TÜSİAD Ergenekonu önemsiyor
Abone olTÜSİAD başkanı Yalçındağ, gündemin AB' ye tam üyelik olmasını istedi.Ergenekon davasını önemsediklerini de belirtti.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ,
2014 AB tam üyelik hedefinin kararlılıkla Türkiye'nin kalıcı gündem
maddesi olması gerektiğini söyledi. Yalçındağ, Ergenekon davasını
TÜSİAD olarak önemsediklerini de belirtti.
Yalçındağ, Mardin Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen TÜRKONFED
Başkanlar Konseyinde yaptığı konuşmada, genişleyen krizin
etkilerinin her geçen gün daha fazla hissedildiğini ve tüm dünyada
büyüme tahminlerinin aşağı çekilmekte olduğunu belirtti.
Uluslararası kurumların, 2009 yılı için dünya ekonomisinin
büyümesini sıfır düzeyinde tahmin ettiklerini bildiren Yalçındağ,
aynı tablonun Türkiye için de geçerli olduğunu kaydetti.
''İÇ TALEBİ ARTTIRACAK ÖNLEMLER ÖNCELİĞİMİZ OLMALIDIR''
Yalçındağ, 2009 büyüme rakamının eksi yüzde 3,6'ya çekildiğini ve
dış ticaret verilerinin de içinde olduğu tüm göstergelerin önemli
değişikliklere uğradığını ifade etti.
Öncelikle, iç talebi destekleyici kontrollü para ve maliye
politikalarına devamın esas olduğunu, ancak, bu tercihin, orta
dönemde kamu maliyesinde kalıcı bir zafiyete veya enflasyonist bir
sürece Türkiye'yi yeniden sürüklememesi gerektiğini kaydeden
Yalçındağ, şöyle dedi:
''İç talebi arttıracak önlemler önceliğimiz olmalıdır. Bu kapsamda
özellikle istihdam kapasitesi fazla olan seçilmiş bazı sektörler
için uygulanacak destek programları, artan faaliyetle birlikte
vergi gelirlerini de artıracak ve kamu gelir kayıplarını
sınırlayacaktır. Keza, düşen faiz oranları ve ihracat kredilerinde
sağlanan esneklikler de arz yönünde ve ticaretin finansmanında bazı
kıpırdanmaları sağlayacaktır, düşüncesindeyiz. Aynı çerçevede,
Kredi Garanti Fonu'nun kaynaklarının ve fonksiyonlarının
geliştirilerek bir an önce devreye sokulması, finans sektörü ile
reel sektör arasındaki kredi akışkanlığının arttırılmasına önemli
katkı sağlayacak. Kriz sonrası firmaların finansal yapılarında
oluşabilecek hasarı sınırlayacaktır.
Tabii, tüm bu talep ve arz yönlü politikalar, ancak IMF destekli
bir bütüncül makro uyum programı ile anlam kazanabilecektir. Çünkü
2009 ve 2010 yılları, hem kamu mali dengesinin sürdürülebilirliği
hem de sistemin ihtiyaç duyabileceği yabancı para arzı açısından
kritik yıllar olacaktır.''
KRİZDEN ÇIKIŞIN YOLLARI
Yalçındağ, 2007 yılı itibariyle bütçe yapısının bozulmaya
başladığını ve bugün itibariyle, sağlıklı bir harcama reformu ve
sürdürülebilir bir finansman yapısına ihtiyaç duyulduğunu
kaydederek, IMF destekli bütüncül bir makro uyum programının bir
yandan talep artırıcı politikaların bütçe dengesine olan etkilerini
normalize edeceğini, diğer yandan da artık ertelenmesi mümkün
olmayan bir dizi mikro-yapısal önlemin gerçekleştirilebilmesi için
anlamlı bir nefes alma dönemi yaratacağını bildirdi.
Türk ekonomisinin verimliliğini ve rekabet gücünü arttıracak mikro
politikaların,enerji arz güvenliği, iş ve yatırım ortamının
iyileştirilmesi, öngörülebilen orta vadeli bütçe anlayışını
kurumsallaştıran mali kural düzenlemesi, özerk bir gelir idaresi,
kayıt-dışı ile mücadele yüksek ve sürdürülebilir büyümeyi
sağlayacak gerçek unsurlar olma özelliğini sürekli koruyacağını
anlatan Yalçındağ, şöyle devam etti:
''Bu yapısal önlemlerin gecikmesi durumda, kriz sonrasında da
Türkiye ekonomisi vasati büyüme oranlarında kalacak veya yüksek
büyüme oranları için yeni bir dış dalgayı beklemeye koyulacaktır.
Yani ekonomik büyümeyi, temelde etkileyecek unsurları hiç bir zaman
kriz koşullarının arkasına öteleme lüksümüz yoktur.
İçinde bulunduğumuz küresel krizden çıkışı belirleyen bir diğer
temel konu, G20 ülkelerinin kararlı ve samimi tutumu ve ülkelerin
koordinasyon içinde, korumacılık ve müdahalecilik gibi kolaycı
tercihlerden uzak durmasıyla yakından ilgilidir.
İyimser bir senaryo ele alırsak; krizin etkileri, dünyada 2010
sonunda, Türkiye'de belli bir gecikmeyle 2011 sonunda
hafifleyecektir. Ancak uzunca bir süre, yakın geçmişte tecrübe
ettiğimiz yüksek büyüme oranlarını yakalayabilmek güç
olacaktır.
2009 yılının ilk çeyreğinde sanayi üretimi yüzde 20'nin üzerinde
daralmıştır. Bu eğilimin Mart ayında da devam ettiği bilinmektedir.
2009'un ilk çeyreğinde ekonominin yüzde 8 civarında daralmış olduğu
tahmin edilmektedir. IMF ile anlaşmanın önümüzdeki haftalarda
yapılacağını varsaydığımız zaman, ikinci çeyrekten itibaren
ekonomideki daralmanın şiddetinin azalacağını düşünüyoruz. Ekonomi
yılın son çeyreğinde büyümeye geçse de toparlanma yavaş olacak.
Yılın bütünü için baktığımızda ekonominin yüzde 4,1 oranında
küçüleceğini hesaplıyoruz. Bu tahminimizin arkasında, IMF
kaynağının özellikle büyüme, bütçe finansman bütünlüğü ve istihdamı
destekleyecek şekilde kullanılması varsayımı önem
taşımaktadır.''
Yalçındağ, işsizlikle mücadelede başarısızlığın açık bir şekilde
teyit edildiğini ve bunun da revize edilen 2009-2011 verilerinden
anlaşılmakta olduğunu söyledi.
''Yüksek büyüme döneminde bile aşağı çekemediğimiz işsizlik oranı,
krizle birlikte artık belirgin bir yapısal boyut kazanmıştır. Bu
tür bir işsizlikle, macro ekonomik önlemlerin yanı sıra, doğrudan
aktif iş gücü politikaları ile de mücadele etmek zorunludur'' diyen
Yalçındağ, son dönemlerde istihdam piyasasına yönelik olarak alınan
bir dizi önlemin yanında, doğrudan vasıf uyumsuzluğu, bölgesel
işgücü hareketliliği, istihdam vergileri, esnek işgücü piyasası
mevzuatı alanlarında, tüm sosyal taraflar olarak politika
geliştirmek ve uygulamak ihtiyacı olduğunu, aksi takdirde, daralan
iç ve dış taleple birlikte işsizliğin daha da katılaşacağını ve her
geçen gün işsizlikle mücadelenin çok daha fazla tedbir ve
fedakarlık gerektireceğini bildirdi.
''AB UYUM SÜRECİ DURMA NOKTASINA GELMİŞTİR''
Yalçındağ, uzun vadeli reform ve demokratikleşme süreci açısından
olduğu kadar, Türkiye'nin tüm dünyada daha istikrarlı ve güvenli
bir yatırım ortamı olarak algılanmasında AB uyum sürecinin önemli
olduğuna değinerek, ''Önemi büyük olan AB uyum süreci bir süredir
neredeyse durma noktasına gelmiştir'' dedi.
AB ile ilişkilerin ayrı bir bakanlık koordinasyonuna verilmesinin
önemli bir gelişme olduğunu, ancak, somut adımların atılması
konusunda gereken hızın henüz ortada olmadığını anlatan Yalçındağ,
Türkiye'nin küresel rekabet gücü yüksek bir demokrasi olarak
ilerleyebilmesi için, AB üyeliğinin gerekli kıldığı, bireysel ve
kolektif özgürlükler, eğitim, bilgi toplumu, kadın hakları, çevre,
etkili kamu yönetimi reformu ve kayıt-dışı ekonomi gibi alanlarda
köklü atılımlara gerek duyulduğunu belirtti.
Yalçındağ, şunları söyledi:
''2014 AB tam üyelik hedefi, kararlılıkla Türkiye'nin kalıcı gündem
maddesi olarak belirlenmelidir. 2014 hedefi kaçırıldığı takdirde
üyelik perspektifi ancak bir sonraki mali dönemin başlangıcı olan
2021 yılına ertelenebilecektir. Ne Kıbrıs problemi, ne de bazı AB
liderlerinin tutarsız ve konjonktürel yaklaşımları bu yönelimi
etkilememelidir. AB mevzuatına uyum demek, gelişmiş bir demokratik
standart yakalamak ve etkili olarak işleyen, değer yaratan
rekabetçi bir piyasa ekonomisi demektir.''
ERGENEKON DAVASI
Yalçındağ, Türkiye'nin bölgesinde ve dünyada büyük sorumluluklar
almaya hazır olduğunu, itibarını ve saygınlığını sürdürebilmesi
için üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konunun
daha olduğunu ve bunun da hukuk güvenliği olgusu olduğunu
vurguladı.
Yalçındağ, şöyle devam etti:
''Ergenekon davası ülkemizin aydınlatılmaya muhtaç şiddet ve faili
meçhul olayları ile muhtemel darbe ortamı yaratma girişimlerini
yargılamak iddiası ile yola çıkan bir davadır. Ve bu haliyle TÜSİAD
olarak çok önemsediğimiz bir davadır.
Ancak giderek davanın, soruşturma ve yürütülme yöntemlerine ilişkin
toplumda ciddi kaygılar oluşmaya başlamıştır. Soruşturma
kapsamında, demokratik hukuk devletinin temeli olan, tüm
vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ilkesinden hareketle, hukuka
aykırı eylemde bulunan herkesin yargı önüne çıkarılabilmesi ve
hesap vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak, usul kanunlarının
verdiği yetkilerin en ağır şekilde kullanılması veya bu kuralların
hiçe sayılması, bireylerin adil yargılanma hakkını ve kişilik
haklarını ihlal etmek anlamına gelir.
Son dalga kapsamında, başta kız öğrencilerimiz olmak üzere ekonomik
olanakları kısıtlı gençlerimizin eğitimi için gönüllü olarak çok
kutsal bir görev yapan sivil toplum örgütlerimizin mağdur edilmesi,
üzücü ve kaygı vericidir.
Ayrıca bu süreçte, bu dernek ve vakıflara destek veren, aralarında
çok sayıda TÜSİAD üyesinin de bulunduğu bağışçılar rencide
olmuştur. Şimdi esas olan burs alan öğrencilerin haklarının zarar
görmemesidir. Ergenekon Soruşturması gibi kamuoyuna mal olmuş bir
davanın, öneminin gerektirdiği özenle yürütülmesi yönündeki
beklentimizi tekrar dile getirmek istiyoruz.''