TÜSİAD Başkanı Kaslowski'den çağrı: Negatif reel faiz politikasına son verilmeli
Abone olTürk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Simone Kaslowski, "Negatif reel faiz politikasına son verilmesi ve piyasayla barışılması, ülkeye tekrar yabancı sermayenin çekilmesi gerekiyor" açıklaması yaptı.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, ekonomi gündemiyle ilgili olarak Dünya gazetesinin sorularını yanıtladı.
"Dünya genelinde oyunun kurallarının yeniden yazıldığı, önümüzdeki yüzyılı belirleyecek değişimler yaşanıyor. Türk iş dünyasının pandemi sürecinden çıkarması gereken temel dersler neler olmalı? Önümüzdeki dönemde 'sağlam', 'dayanıklı' kalmanın anahtarı nedir?" sorusuna Kaslowski, "Güvenli liman olmadığı anlaşıldı. İkinci bir dalgaya ya da yeni pandemilere hazırlıklı olmak lazım. Çalışma ortamlarının sağlıklı ve güvenilir olması iş dünyası için öncelikli olmaya devam ediyor" yanıtını verdi.
"Devletlerin de uyum sürecini hızlı ve etkin yürütmesi gerekiyor"
Kaslowski, açıklamasında şunları kaydetti:
İş yapma biçimlerimizde de dönüşüm var. Dijital alt yapıyı güçlendirici yatırımlar yapılıyor, online satış platformları, uzaktan çalışma öncelikler arasında. Değişen talebe cevap verebilmek için daha çeşitli yelpazede ürün ve hizmet sunabilmek gerekiyor. Sağlam ve dayanıklı kalmanın başlıca şartları esneklik ve hızın yanında nitelikli işgücü ve yenilikçilik. Dijital dünyaya geçiş salgınla beraber çok daha hızlandı. Dolayısıyla bu yetkinliklere sahip işgücüne büyük ihtiyaç var ve iş dünyası bu alanda eğitimlere daha fazla ağırlık vermeye başladı. Bu iş gücüne uygun çalışma koşullarına uyumlu mevzuata ihtiyaç var. Sadece iş dünyasının değil devletlerin de bu uyum sürecini hızlı ve etkin yürütmesi gerekiyor.
Sohbetin devamında yöneltilen sorular ve Kaslowski'nin bunlara verdiği yanıtlar şöyle:
Ekonomide temel göstergeler, dip yaptığı nisan ve mayıs aylarının ardından yeniden yukarı yönlü seyir izliyor. Toparlanma işaretleri, kalıcı iyileşmeye işaret ediyor mu?
Talepte gerçekten güçlü bir yükseliş var. Sanayide toparlanma oldukça güçlü. İç talebi güçlendiren piyasaya fazlaca ve düşük faiz ile verilen krediler sürükledi. Negatif reel faiz özellikle dayanıklı mal tüketimini ve konut satışlarını tetikledi. Şimdi yükselen faizlerle iç talebin biraz daha yataya doğru geçeceği bir döneme giriyoruz. Son çeyrekte ekonomideki toparlanmanın yavaşlamasını bekliyoruz. Önümüzdeki yıl ise zorlu geçecek çünkü kredi aracı bu yıl fazlasıyla kullanıldı. Artık parasal ve mali genişleme ile büyümeye devam edemeyiz.
Reel kur endeksi tarihi dip seviyelerinde. Buna rağmen, döviz kurlarındaki çıkış durdurulamıyor. Kurdaki hızlı tırmanış, “spekülatif atak”lardan mı kaynaklanıyor? Size göre dövizdeki artış, bunca müdahaleye rağmen neden durdurulamıyor?
Güven problemi var. Krizle mücadelede hep günü kurtarmaya odaklandık, uzun vadeli istikrarı tehlikeye attık. Artık insanlarda kur yeniden artacak algısı yerleşti. Çünkü her yükselişte düşecek TL’ye güvenilmesi gerektiği belirtiliyor ama bir süre sonra yine sürdürülebilir politikalar uygulanmadığı için tekrar yukarı çıkıyor. Kuru sabitlemeye çalışınca hem önemli miktarda rezerv kaybettik hem de kur yine yükselince vatandaşın güveni sarsıldı. Net rezervlerimizin büyük kısmının bankalardan swap ile alınan borçlardan oluşması da güveni olumsuz etkiliyor. Ama bu konuda da öngörülebilir politikalar uygulanırsa güveni ve piyasada dengeyi sağlarız.
Kuru sabit tutmak için yapılan müdahaleden vazgeçilmesini olumlu buluyoruz.
Merkez Bankası’nın kur atağı sonrasında aldığı kararlar sanayicileri nasıl etkiliyor?
Kriz sırasında verilen fazla likiditenin mutlaka zamanı geldiğinde geri çekilmesi gerektiğini başından beri söylemiştik. Zamanı geldi ve Merkez Bankası şimdi bunu yapıyor. Daha net bir söylem ve öngörülebilir bir faiz politikasıyla yapılmasını tercih ederiz. Şu anda faizler üzerinde önemli bir belirsizlik var. Faizlerin yükseldiği malum ama nerede duracak, ne kadar sürede nasıl artırılacak hiçbir yönlendirme verilmiş değil piyasaya. Ama genel olarak kuru sabit tutmak için yapılan müdahaleden vazgeçilmesini olumlu buluyoruz. Bundan sonra da müdahaleler umarız en aza iner.
TL’nin reel değeri, 2010 yılından aşağı yönlü seyir izliyor. Buna rağmen, ihracat artışı TL’nin daha değerli olduğu 2010 öncesi dönemlere göre daha az. Kur rekabetçi seviyede mi? Döviz kuru-ihracat ilişkisi bitti mi?
Rekabet artık kur ile olacak bir iş değil. Rekabet kalite ve verimlilikle olur. Bunun için eğitimli işgücüne ve teknolojiye ihtiyacınız var. Rekabetçi olmanın kısa ve kolay bir yolu yok. Reform yapacaksınız, inovasyon yapacaksınız, bunlar için gereken alt yapınızı sürekli iyileştireceksiniz. Dediğiniz gibi reel kur tarihi düşük seviyelerde ama dünya artık aynı dünya değil, düşük kur ihracat patlaması yaratmıyor. Kurdaki istikrarsızlık yatırım iştahını azaltıyor, hammadde ve aramalı maliyetlerini artıyor. İçeride de enflasyon artıp TL maliyetlerini artırıyor. Son salgın da çok net gösterdi ki ucuz olmanız da artık tedarik zincirlerinde yer almanız için yeterli değil. Bu eski düşüncelerden kurtulmak yeni dünyaya uyum sağlamak lazım.
Piyasayla barışılması, ülkeye tekrar yabancı sermayenin çekilmesi gerek.
“Algı yönetimi-ekonomi yönetimi” ilişkisinde hassas noktalar olarak neleri sayabilirsiniz?
Ekonomi her kesimin günlük hayatında fazlasıyla hissettiği bir gerçeklik. Algıyı iyi yönetmek güven sağlamak için çok önemli ancak buna iyi bir ekonomi yönetimi eşlik etmezse güveni daha da fazla yıpratacaktır. Algılar eninde sonunda gerçeklerle örtüşmek zorunda. Dolayısıyla sadece algı yönetimi ile ekonomik başarı olamaz. Öte yandan ekonomide yapılanların net ve güven verici bir şekilde anlatılabilmesi politikaların başarısı için gerekli.
Sanayicinin gözünden ekonomi yönetiminin acil ve öncelikli gündemi nedir? Neler olmalıdır?
Salgın nedeniyle getirilen pek çok düzenleme var. Geldiğimiz noktada iş dünyasıyla yeniden bir değerlendirme yapılmalı. Ekonomiye genel olarak likidite verilmeye devam edilemez ama hala belli noktalarda desteklere ihtiyaç var. Önce bunlar tespit edilmeli. Artık ihtiyaç duyulmayan piyasa ekonomisine aykırı düzenlemeler kaldırılmalı.
Salgınla beraber yaşamak zorunda olduğumuz bu dönemde büyümeyi nasıl sağlayacağız, istihdamı nasıl artıracağız; bunları tartışmalıyız. Sanayide yüksek teknolojili ve katma değerli üretime yönelik stratejilere ağırlık verilmeli. Bunun uygulamaya geçmesi de araştırma-geliştirmeyi ve inovasyonu ne kadar ivmelendirdiğinizle doğrudan ilgili. Negatif reel faiz politikasına son verilmesi ve piyasayla barışılması, ülkeye tekrar yabancı sermayenin çekilmesi gerekiyor. Dış politikada da bu nedenle yeniden bazı stratejileri değerlendirme ihtiyacı var. Yeni dönemde dünya ile nasıl entegre olacağız? Avrupa değişiyor, AB Yeşil Mutabakatı bütün ihracat ve finansman süreçlerimizi etkileyecek. Tüm bunlar için bir yol haritası hazırlanması dış ilişkiler, çevre, enerji ve ekonomi politikalarının eşgüdümlü yönetilmesi gerekiyor.
Teknoloji ne kadar gerekliyse korumacı politikalar da o kadar tehlikeli.
Son dönemde, 'Hammadde milliyetçiliği' ve 'Tekno-milliyetçilik' öne çıkıyor. Ülkeler koruma duvarları örme çabasında. Türkiye bu konjonktürde nasıl davranmalı?
Enerji arz güvenliği açısından kaynak çeşitliliği kritiktir. Bu çerçevede Karadeniz’deki gelişmeler özellikle dışa bağımlılığı azaltıcı nitelikte olduğunda yaratılan değer çok daha güçlüdür. Ancak sadece doğal kaynaklar sayesinde ekonomik kalkınmayı başarmak mümkün değildir. Günümüz dünyasında değer yaratılan alanlar teknoloji ve inovasyondur. Bu kaynaklara sahip olmayan pek çok ülkenin doğru stratejiler uygulandığında ciddi bir kalkınma başarısı gösterebildiğini biliyoruz. Doğal kaynaklardan elde edilen gelirler doğru alanlara yönlendirilirse, verimliliği artıracak şekilde kullanılırsa elbette ekonomimize önemli bir katkıda bulanacaktır ama tek başına ekonomiyi dönüştürmesi mümkün değil. İthal ikamesinin de günümüzde değer yaratmadığı bilinen bir gerçek. Yeni ve inovatif teknolojilere yönelmek ne kadar gerekliyse rekabeti engelleyen korumacı politikalardan da aynı derecede kaçınmalıyız.
Doğu Akdeniz'de diplomatik araçları seferber eden politika, elimizi güçlendirir.
Türkiye'nin yeni enerji kaynakları bulmak için yaptığı girişimleri ve özellikle Doğu Akdeniz'deki gerilimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin savunduğu politika alanlarında uluslararası hukuk temelinde, diplomatik araçları da seferber eden bir dış politikanın yürütülmesi elimizi güçlendirecektir. Zira doğalgaz aramaları ile alevlenen gelişmelerin kaynağında uzun yıllardır çözülemeyen Kıbrıs gibi çok taraflı ve uluslararası hukuk açısından belirsizlikler barındıran sorunların da rol oynadığını görüyoruz.
Diplomatik, jeopolitik, ekonomik ve kültürel alandaki yumuşak gücümüzü ön plana koyan bir strateji sorunun çözülmesine katkı verecektir. Gerek AB’nin gerek Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin sorunların kaynağını doğru tespit edip bunlara yönelik diplomatik ve hukuk ilkeleri çerçevesinde çözüm üretmesi büyük önem taşımakta. Aynı süreçte Türkiye’nin müzakere gücünü kuvvetlendirecek bir diğer unsurun ise demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda hareket etmek olduğunu unutmamalıyız. Dış politikanın iç politika dinamiklerinden olumlu etkilenebileceği en kritik unsur bu olacaktır.
"Borçlarımızı öderiz, yeter ki bilimle inatlaşmayalım"
Dış borç hala çok yüksek. Türkiye ekonomisi son üç yıldır büyüyemiyor. Büyüme temposu çok düştü. Dolayısıyla sürekli borç ödüyoruz. Son iki yıldır reel kesimde önemli oranda yaklaşık 60 milyar dolarlık açık pozisyon kapatıldı. Kurdaki artışın kontrol altına alınması borcun çevrilebilmesi için önemli. Bunun için de önce enflasyonu kontrol altına almak gerekiyor. İktisat bilimi ile uyumlu politikalar yapmalıyız. Rezervlerimizdeki erimenin durdurulması lazım. Yoksa temerrüt riskine ilişkin algı çok olumsuz etkilenir. CDS’lerdeki yükseliş de bunu yansıtıyor. Türkiye bugüne kadar borçlarını hep geri ödedi, bundan sonra da ödeyecek gücü var, yeter ki bilimle inatlaşmayalım, güveni artıracak öngörülebilir politikalar uygulayalım.
Türkiye küresel tedarik zincirlerinde yer alan bir ülke. Dünyadaki yıkıcı süreci, “yapıcı” hale getirebilir mi?
Tedarik zincirlerinin genel olarak Batı’ya, Avrupa’da ise yakın çevresine kayması hedefleniyor. Coğrafi konumun yanında istikrarlı ekonomiye ve nitelikli işgücüne sahip olmak, hukukun üstünlüğünü önceliklendiren demokratik bir ülke olarak müşterek değerlerde buluşmak artık çok daha önemli. İklim değişikliği, temiz ve yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi gibi yeni değerler de önümüzdeki dönemde uluslararası ticarete yön verecek önemli birer kriter olacak. Gümrük Birliği’nin (GB) dijital ekonomi ve Yeşil Mutabakatı dahil edecek şekilde güncellenmesi öncelikli gündem maddemiz olmalı. Bu bağlamda AB-Türkiye ekonomik ortaklığının geliştirilmesi için önümüzde yeni bir fırsat var. Türkiye kural temelli bir düzeni, demokrasiyi, hukuk devletini, ifade özgürlüğünü, dış politikada diplomasiyi önceleyen bir tutum ile içinden geçtiğimiz bu yıkıcı süreci yapıcı bir sürece dönüştürebilir.
Ülkenin en büyük sorunlarından biri işsizlik. Özellikle de genç işsizliği. Bu konuya TÜSİAD olarak çözüm önerileriniz neler?
Mayıs verilerine göre gençlerde istihdam kaybı 800 bine vardı ve işsizlik oranı yaklaşık yüzde 25. Sadece pandemi döneminde değil uzun zamandır genç işsizliği yüzde 18’in üzerinde. Ayrıca gençlerin yaklaşık üçte biri ne eğitimde ne de istihdamda. İşgücü piyasasında beceri uyumsuzluğu önemli bir sorun. Kaliteli bir mesleki ve akademik eğitim ve becerilerin yaşam boyu güncellenmesini sağlayan mekanizmalar beceri uyumsuzluğunun giderilmesi için kritik önemde. Eğitim sisteminde araştırmayı, yenilikçiliği aşılamak, dijital yetkinlikler gibi çağın gerektirdiği becerilere yatırım yapmak da gençleri geleceğin işlerine hazırlamak için öncelikli. Gençlerin işe geçiş süreçlerini kolaylaştırmak için nitelikli staj programlarının yaygınlaştırılmasına daha fazla önem vermeliyiz. Girişimcilik ekosisteminin, gençlerin yenilikçi fikirlerini hayata geçirebilecekleri ve istihdam yaratabilecekleri bir alan olarak geliştirilmesi de gerekli.