Türköneden çok konuşulacak açıklamalar
Abone olEski ülkücü Mümtazer Türköne 1980 askeri darbesi öncesi kendi kuşaklarını ve nasıl "kafes"lendiklerini anlattı.
Eski ülkücü, Çatlı’nın arkadaşı, “Bu ülke için kurşun atan da
yiyen de şereflidir” sözünü Çiller’e söylettiği iddia edilen kişi,
akademisyen, Zaman gazetesi yazarı, AK Parti Milletvekili Özlem
Türköne’nin eşi… Tüm bu sıfatların sahibi olan Prof. Dr. Mümtazer
Türköne geçmişiyle hesaplaşıyor. 12 Eylül öncesiyle ilgili pek çok
pişmanlığı olan Türköne yaşananları bugün konuşulan Lahika, Kafes
Eylem planlarına benzetiyor.
33 kurşun, Gaffar Okan suikasti gibi Tükiye tarihine damga vuran
pek çok olayın bugün Ergenekon terör örgütü ile bağlantısı
kurulurken Türköne de 1980 askeri darbesi öncesi Beyazıt’taki
bombalama, 7 TİP’li öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler katliamı ve
1 Mayıs olayları gibi tarihe geçen pek çok olayla ilgili yeni
iddialar ortaya attı.
Aksiyon dergisinde yer alan röportajda ‘Bugün Kafes gibi planlarla
üretilmeye çalışılan şiddeti eskiden bizim muhalefetimizle
ürettiklerini düşünüyorum. Bunu sağ ve sol birlikte yaptılar.
Şiddetin üretilmesine, ortamın cehenneme çevrilmesine ihtiyaç
vardı. Ve biz, bu anlamda şiddet üretirken bu iş için kullanıldık’
diyen Türköne’nin anlattıkları inanılmaz iddialar şöyle:
- ZİRAAT MÜHENDİSLERİ BİRLİĞİ’NİN
BOMBALANMASI:
Dursun diye bir arkadaşım vardı, akademide okuyordu. 12 Eylül’den
bir ay kadar önce, Ankara’da Tuna Caddesi ile Adakale Sokağı’nın
kesiştiği yerde Ziraat Mühendisleri Birliği vardı. Burası basıldı,
el bombaları atıldı ve tarandı. 3 kişi öldü. Ölenlerden biri
Dursun’du. Ve bu olayı solcular yapmadı. Bu olaydan sonra bir
yüzbaşı yakalandı ve merkez komutanının emri ile serbest bırakıldı.
Bu olay benim için 12 Eylül öncesi şiddetin nasıl üretildiğine dair
somut bir hadisedir.
- MHP GENEL MERKEZİNİN BOMBALANMASI:
Aynı
şekilde MHP Genel Merkezi eş zamanlı olarak basıldı. O da
solcuların yaptığı bir olay değildi. Çok profesyonelce
düzenlenmişti. Önce el bombalarını atıyorsunuz, sonra da
tabancalarla tarıyorsunuz. Orada da iki arkadaşımız öldü. Ziraat
Mühendisleri Birliği’nin basılması olayında Dursun’un cesedini de
duvardan kazıdılar. Yani o kadar korkunç bir vahşetti ki.
Solcuların böyle bir eylem kapasitesi yoktu. Ve sol açısından da
bir anlamı yok bu eylemin. MHP Genel Merkezi’nin basılması da öyle.
Orada toplumu bir şeye ikna etmeye çalıştıklarını
anlıyorsunuz…”
16 Mart Olayı ile MHP Genel Merkezi’nin ve Ziraat Mühendisleri
Birliği’nin basılması arasında hiçbir fark yok. Mesela 16 Mart
Katliamı’ndan da ülkücüler yargılanmadı. Orada da tersi var.
- BAHÇELİEVLER KATLİAMI :
“Şimdi mahkeme
sonuçları var. İşte, üç kişi yatıyor o olaydan. Yatanlardan biri
benim yurtta aynı odada kaldığım ve çok sevdiğim yakın bir
arkadaşım, Ünal Osmanağaoğlu. Benim o dönemde talebe iken tanıdığım
çok zeki, çok duygulu, çok romantik bir adamdı Ünal. Ben Ünal’ın
böyle bir olayda yer almış olacağına ihtimal vermiyorum hâlâ.
Olayın kendisi ile ilgili bir sürü spekülasyon yapıldı. Olay çok
vahşice, psikopatça. O olayın Ülkücüler arasında da infial
uyandırdığını bilmeniz lazım. Bunun birkaç sebebi var. Bu adamlar
TİP’li (Türkiye İşçi Partisi) bir kere. TİP’liler ellerine silah
alan adamlar değil. Solun en gevşek takımı. Bunlar light solcular,
light devrimciler. TİP’lilere karşı böyle bir eylemin yapılması
anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir şey değildir.
MARAŞ-ÇORUM OLAYLARI:
Artık Maraş Olayı’nın
iyice açığa çıktığını düşünüyorum. Orada tam anlamıyla bir
kontrgerilla parmağı var.
Çorum’a gidip o arkadaşlardan dinlediğim şeyler var. Mesela 2 kişi
gidiyor Alevi mahallesine, ‘Sünniler mahallenizi basmaya geliyor’
diyor. Sünnilere gidiyor, ‘Aleviler karılarınıza tecavüz ediyor’
gibi laflar uyduruyor. Yani iki toplumu ayağa kaldırıyorlar. Sonra
bir yerde silah patlayınca… Herkes zaten savunma durumunda.
Çorum’da Aleviler tedbirliler. Tedbirli olmasalardı sanıyorum çok
büyük bir katliam yaşanırdı. Amaç kan dökülsün, insanlar gırtlağına
kadar kana gömülsün. Ondan sonra da bizi ancak askerî bir dikta
kurtarır beklentisi topluma yerleşsin mantığı çok bariz bir şekilde
bu olaylarda görülüyor.
O zaman dedim ki böyle hadiseler karşısında, ‘Ben ülkücüyüm o zaman
ve en hararetli dönemimi yaşıyorum. Militanım ve sabahleyin
gazeteleri açıp baktığım zaman bu işi ülkücülerin yapmadığını
biliyorum. Ölenler solcu; ama bunu biz yapmadık. Bunu biliyoruz.
Bunu bildiğiniz zaman acaba kim yaptı sorusu geliyor aklınıza. O
zaman bu şiddetin çok masum bir şekilde üretilmediğini gördüm.
1 MAYIS OLAYI:
1 Mayıs eylemi 1977 seçimlerine
yönelik, CHP’nin tek başına iktidara gelmesini engellemek üzere
tezgahlanmış bir eylemdi. O dönemde özellikle kanın ortaya
çıkardığı öfkeyle, futbol maçındaki gibi, ‘bir bizden, iki onlardan
gitti’ hesabı yapıyordu herkes. Çok kötü bir şeydi o dönemde. Buna
ikna olmak bile duyulan öfkeyi gidermiyordu. Yani gencecik
arkadaşınızı toprağa koyuyorsunuz. İntikam duygusu dışında aklınıza
bir şey gelmiyor. Sanıyorum şiddeti üretenler de bunu çok iyi
biliyordu. Doğrusu, karşılıklı kan, öfke ve şiddeti çoğaltarak
bundan bir iktidar hesabı yaptıklarını ben 12 Eylül yaklaştığı
zaman anladım.
ASKER YETENEKSİZ:
12 Eylül’de bize
yaşatılanlar ışığında Türkiye’nin yaşadıkları hakkındaki
kanaatlerimin benim üzerimde çok büyük etkisi var. Ben askerin
Türkiye’yi yönetme konusunda yeteneksiz, acımasız, öngörüsüz
olduğunu 12 Eylül’de gördüm. Bize uygulanan o şiddetin hiçbir
anlamı yoktu. Aptalca bir şiddetti. O şiddetin uygulandığı insanlar
ancak devlete, orduya düşman olur, başka bir şey olmaz. Bir ordu
niye devlete, ülkeye insanları düşman etmek için bu kadar uğraşır?
Ve ben Diyarbakır’da yaşananlara da Mamak’ta yaşadıklarımın
ışığında baktım. Ben TSK’yi, 12 Eylül’deki icraatları ile bu ülkede
mutlaka siyasetin ve devlet yönetiminin uzağında tutulması gereken
bir kurum olarak görüyorum. Bu konuda hiçbir yetenek, öngörü ve
hiçbir ufukları yok.
28 ŞUBAT’IN PLANLAYICISI DEMİREL:
Tansu Hanım’ın hatası, orada Erbakan’ı sollayıp süreci
durdurabilirdi, yapmadı. Fakat hatanın Erbakan’dan kaynaklandığını;
ama en önemlisinin de askerlerden çok, dışarıda, yani medyada ve
büyük sermaye çevrelerindeki hazırlığın hükûmeti durdurduğunu
düşünüyorum. 28 Şubat’ın planlayıcısı (Süleyman) Demirel, asıl
sahibi medya ve büyük sermayedir. Askerler sadece icracısıdır.
KARARGAH ISLAH EDİLMELİ:
Ben gerçekten bu
ülkenin geleceğine yönelik en ciddi tehdidin, tehlikenin, kapalı
kapılar arkasında iktidar hesapları yapan askerlerden geldiğini
düşünüyorum. Bu, bütün sorunların da anası. Bir karargâh sorunu
var. Ordu değil bu. Yani bu fitneyi fücuru üreten karargâhın ıslah
edilmesi lazım. Türkiye bu karargâhtan kurtulamadığı takdirde Kürt
sorununu da, hiçbir sorununu da çözemez.