Türkiye'yi darbeden IMF kurtardı!
Abone olAk Parti'ye yönelik darbe planı iddialarına bir yenisi eklendi. İddialara göre, patronlar hükümeti parayla vuracaklardı.
Ekonomist Süleyman Yaşar, 2008'de AK Parti'ye açılan
kapatma davasını, TÜSİAD ve TOBB'un ekonomik kaos planının
izlediğini ama başarılı olamadığını ifade ederek "Hükümet IMF'yle
anlaşsaydı plan başarıya ulaşabilirdi" dedi.
Yeni Şafak Gazetesi, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, yazar Dr.
Süleyman Yaşar Yaşar'la yapılan söyleşiye sayfalarında yer
verdi.
İşte o söyleşinin satır başları...
Türkiye son yıllarda büyük bir değişim içinde. Bu değişim, çoğu
zaman salt siyasal pencereden okuyoruz. Sivilleşme,
demokratikleşme, özgürlük gibi kelimelerle daha çok açıklıyoruz
olanı biteni. Peki ya eşitlik. Eşitleniyor muyuz? Özellikle de
ekonomik alanda? Ekonomi ile siyaset arasında yapısal ilişki ne
kadar devam ediyor? Türkiye'de ve dünya da bu anlamda neler
oluyor?
Önceki hafta Seul'de yapılan G-20 zirvesini, tüm dünya nefesini
tutarak izledi. Bizim medyada G-20, daha çok Başbakan Erdoğan'ın
diğer liderlerle yaptığı ikili görüşmelerle gündeme geldi. Peki
ekonomik olarak ne kararlar alındı zirvede? Başbakan Erdoğan'a
gösterilen ilgi ve yapılan görüşmelerin anlamı ne? Bunlar
Türkiye'nin yükselen siyasal gücünden mi yoksa ekonominin bunda
payı var mı?
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu soruların cevabını İstanbul
Üniversitesi Öğretim Üyesi, yazar Dr. Süleyman Yaşar'dan aldık. Hem
dünya da hem de Türkiye'deki ekonomik gelişmeleri konuştuk. Yaşar,
Seul'u ekonomik olarak önemli bir milat olarak görüyor ve
Türkiye'nin ekonomide trend belirleyen bir ülke olduğunu söylüyor.
Ve çok ilginç bir not daha düşüyor; AK Parti'yi devirmek için
ekonomik alanda da darbe girişimi oldu.
Türkiye ekonomisi nasıl bir değişim içinde?
Turgut Özal'ın ölümüyle bir ülkenin kaderi de değişti. Onunla
değişmeye başlayan değişim kesintiye uğradı bir anlamda. Demirel'in
"kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını veririm" popülist ekonomik
söylemi, ahbap çavuş kapitalizmi uygulamaları, CHP'nin Genel
Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun başında olduğu SSK'nın
batırılışı. Bütün bunlar Türkiye'nin kamu maliyesini bozdu. 28
Şubat süreci, kanun dışı işler, faili meçhullere göz yuman medyanın
bu süreçte banka sahibi olması, bunların içini boşaltmaları, kamu
maliyesini iflas ettirdi. İşte 2001 krizi bu iflasın resmidir.
2002'den itibaren ekonomik olarak da yeni bir dönem başladı.
Nedir bu dönemin özelliği?
Kamu maliyesinin disiplin altına alınması. Evet programı Kemal
Derviş hazırlamış olabilir ama bunu uyguma konusunda siyasi irade
gösteren, bunu sürdüren ve geliştiren AK Parti'dir. AK Parti, kamu
maliyesini sağlamlaştırdı, bütçe açığını % 20'den % 1,5'a düşürdü,
vatandaşın devletten alacakları (KEY, SSDF gibi fonlar) vardı,
ödendi. Sağlıkta ve eğitimde devrim yaptı. Uygulamalar dışında, bu
kalemlerdeki bütçe savunmanın üzerine çıktı. Kamu maliyesinde çok
başarılı olduğu için kırılganlıklar da ortadan kalktı. Bankalar da
yeterlilik açısından çok sağlam durumda. Bu açıdan AK Parti
olmasaydı bu değişim yaşanmazdı. Ekonomik krizde de Başbakan iyi
bir stres yönetimi yaptı. Başbakan "teğet geçti" deyince, onu
eleştirenler, şimdi karşısında saygıyla eğilip, "Efendim dediğinizi
yapacağız" dedi.
2008-2009'DA YAŞANANLARA BAKILMALI
Kim bunlar?
İstanbul Sermayesi'nin örgütlendiği zenginler kulübü TÜSİAD ve
işveren örgütü TOBB. AK Parti'ye karşı şimdi davaları süren darbe
girişimlerinin benzeri referandum öncesi bu kesimler tarafından
ekonomik olarak yapılmak istendi. AK Parti karşıtları, hükümeti
önce darbe ile düşürmek istemişler, olmayınca kapatma davası ile o
da olmayınca ekonomik kriz çıkararak düşürmek istediler. Ama hiç
biri başarılı olmadı.
Ekonomik alanda da darbe girişimi oldu AK
Parti'ye?
Kesinlikle. Şöyle anlatayım. 2006 yılından sonra mevcut siyasi
iktidara karşı hem işveren cephesinde özellikle İstanbul'un
statükocu sermayesi ve onun örgütü TÜSİAD ve bunun yanında yine
işveren kuruluşu olan TOBB'un ortak tavırlarıyla iktidara karşı
-tabii bunun tamamını değil bir yönetici kadrosunu kastediyorum-
tavır aldığını görüyoruz. Özellikle Merkez Bankası başkanının
atamasından başlayan bir problem yaşandı. Aynı Merkez Bankası, 2006
baharında ABD'de yaşanan ekonomik gelişmelerden sonra faizleri 4
puan arttırması ile Türkiye ekonomisi belli bir sıkışma içine
girdi. Çünkü, faizleri arttırdığınız zaman para maliyeti
yükseliyor, buna bağlı olarak yatırım maliyetleri artıyor ve büyüme
hızınız düşüyor. Bu süreci takiben 2008 Mart'ında AK Parti'ye karşı
kapatma davası açıldı bu da ekonomiyi gerdi. Sonra ABD'deki
ekonomik kriz ortaya çıktı. 15 Eylül'de Lehman Brothers'in
batışıyla beraber özellikle Avrupa ülkeleri ve zengin ülkeler büyük
bir krize girdi.
KRİZİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ NE OLDU?
AYRINTILAR İÇİN SONRAKİ SAYFAYA GEÇİNİZ...
[PAGE]
REFERANDUMDAN SONRA ÇARK ETTİLER
Türkiye'ye etkisi ne oldu bu krizin?
Türkiye'de de bir grup ki bunlara kriz lobisi demeli; bu krizde
ciddi miktarda para kaybettiler. ABD'de, Avrupa'da paralarını
kaybedenler bunları Türkiye'den almak istediler. Ve dünyadaki krizi
Türkiye'de varmış gibi yayınlar yapmaya başladılar. O dönem bir
medya grubunu okusanız, sanki kriz ABD'de değil, Türkiye'de çıkmış
sanırsınız. Ve bu yayınlarla Türkiye'yi IMF ile anlaşmaya
zorladılar. Dedikleri şuydu; IMF ile anlaşıp 35 milyar dolar alıp,
bize vermezseniz Türkiye dış borçlarını ödeyemez ve batar. Hükümet
önce şaşırdı ne yapacaklarını bilemediler. Hemen ardından, çok
büyük bir banka Kasım'da 1700 den fazla kişinin işine son verdi,
İstanbul sermayesinin şirketlerinde işten çıkarmalar başlandı bu da
tüketiciyi de korkuttu. Medyada da bazı gruplar Türkiye batıyor
imajını işlemeye başladılar.
Ama hükümet sağlam durdu: çünkü kriz Türkiye'de değildi ve
etkilenmedi çok fazla. İşte hükümete yönelik ekonomik darbe planı
buydu kısaca. Aynı şeyi aynı gruplar, yine referandumda hükümete
çelme takmaya çalıştılar. Başbakan, TOBB'a gitti, "Her üyeniz birer
eleman alsa 1,3 milyon eder ve burada işten atılanlar işe alınmış
olur ve böyle bir sosyal sorumluluk devreye sokulabilir" dedi. Bu
öneriyi ciddiye almadılar, "Ekonomi teorisine uygun değil" dediler.
Başbakan ekonomi bilmiyor dediler. Ama geçen hafta TOBB
temsilcileri Başbakan'a 1,5 milyon işçi alacaklarına söz verdiler.
Aynı şekilde TUSİAD Başkanı, "Referandum Türkiye'de demokrasinin
önünü açmıştır" diyor: Peki referandumdan önce "ertelensin"
diyordunuz referandum. Şimdi ekonominin iyi olduğunu onlar da
teslim ediyorlar. Ne değişti bu sürede. Bu gruplar, referandumda
"hayır" çıkması için çalıştılar. Hayır çıksa hükümeti
indireceklerdi. Başaramadılar şimdi hükümetin yanında
görünüyorlar.
Kriz lobisi AK Parti'den ne istiyor?
Statükocu İstanbul sermayesi, bütçe hakkının seçilmiş hükümette
olmasını istemiyorlar. Çünkü onların gelir kaynağı üretim değil
rant. IMF anlaşmalarında hep işçi ücreti eğitim ve sağlık
harcamalarının kısılması programa alınıyor: Çünkü IMF ekonomisinde
büyüme ve istihdam değil ödemeler dengesini sağlamak ve enflasyonu
düşürmek değişkenleri temel alınır. Bu bir yerde silah alımlarına
ses çıkarmaz. Türkiye'de bugüne kadar 19 IMF anlaşması yapılmış
hiçbir tanesinde silah harcamalarını azaltın maddesi yok, ne var,
sağlık, eğitim harcamalarını azaltın, emekli maaşını azaltın,
dolayısıyla sizi sıkıştıran ve gelişmenizi engelleyen bir sistem
getiriyor. İstanbul sermayesi, IMF ile yeni bir anlaşma istedi,
çünkü, bütçe vesayetini sürdürmek istiyorlardı. 12 Eylül'de bu
durum değişti. Vesayetler kalktı. Şu anda hükümete karşı tavırları
değişmiş gibi ama çok fazla güvenmemek lazım bunlara. Çünkü,
Anadolu sermayesi gibi rekabetle para kazananlar değil onlar. Bu
zenginliklerinin büyük kısmı devlet rantından elde edildiği için
sistemin değişmesinden rahatsızlar. 28 Şubat'ı da bunlar yaptı.
Nasıl?
Erbakan Başbakan olunca; "Bir havuz kuracağım KİT'ler kendi
finansman fazlalarını kendi aralarında kullansınlar" dedi. Ve
operasyon başladı. Çünkü TÜSİAD'çılar çok yüksek faizlerle KİT'lere
borç veriyorlardı. Erbakan'ın açıklaması bu al gülüm-ver gülüm
düzenini bozacağı için post-modern darbe girişimi başladı.
Bu firmalar rekabetle para kazanmadığı için biz halk olarak
kötü ürünler kullanıp, kötü arabalara bindik?
Kesinlikle. Çünkü devlet tarafında koruma duvarları ile
korundular. İç piyasada bunlara mahkum edildik. Devlet bunlara
mahkum olduğu için, toplum olarak da bunların ürettiklerine mahkum
olduk. Mesela herkes et ve gıda fiyatları yüksek diye bağırıyor.
İyi güzel de, neden kimse araba, enerji fiyatları neden yüksek diye
sormuyor? Öyle bir düşünce sistemi kurmuşlar ki, TUSİAD'çıların
ürünlerindeki fiyatları tartışamıyorsunuz. Fakat köylünün koyunun
fiyatını, buğdayın fiyatını tartışıyorsun. Enerji niye yüksek?
Faizler niye yüksek? Otomobil fiyatları niye yüksek? Bize hep
şekerin, buğdayın küresel piyasalarda fiyatı çok düşük, bizde
yüksek denir. Peki enerjinin küresel fiyatıyla bizdeki fiyatı niye
tartışılmaz?
Neden?
Çünkü bunların çoğunu TUSİAD'çılar üretiyorda ondan. Bu sistemi yıkmak da çok zor. Özellikle bu son dönemde özellikle elektrik santrallerinin çoğunu TUSİAD üyeleri aldı. Enerjide bir TUSİAD tekeli var. Bunlar tekel kurmuşlar yıkılmasını da istemiyorlar.
KAYITDIŞI OLAN KÜÇÜKLER DEĞİL BÜYÜKLER
Geçtiğimiz günlerde bir vergi affı çıktı. Ne düşünüyorsunuz?
Ben bu girişimi kayıtdışı sistemi kayıt altına alma girişimi olarak
okumaktan yanayım. Olay her ne kadar vergi affı olsa da. Bu aftan
en çok yararlanacak olanlar da büyük firmalar. DPT'ye göre % 40
kayıtlı, gerisi kayıtdışı. Bu çok yüksek bir oran.
Peki büyük firmalarda da kayıt dışılık var mı?
Tabii. Bakın vergi teorisinde şu ilke vardır; "Büyükleri
denetle". Büyük firmaları denetlersen, küçükleri de denetlemiş
olursun. Yani büyükte kaçak olmazsa, ona girdi sağlayan, onunla
ticaret yapan küçüğün kayıtdışı olma şansı olmaz. Bu yönüyle,
Türkiye'de asıl sorun büyük firmalar vergi kaçırıyor ve bunları
yeterince denetlenmiyor oluşu. Daha doğrusu kimse bunları
denetlemeye cesaret edemiyor. Küçükler, büyüklerin etrafında,
büyüğün kaçırdığı oranda onun kurduğu sistemin parçası oluyor.
Geriye seyyar satıcılar vs. kalır onlar önemli değil.
Öyleyse neden bunca zaman gündem gelmedi?
Gelmez, çünkü, "biz kayıtlıyız" deyip çıkıyorlar işin içinden. Hâlbuki onlar denetlenmeli. Hükümet de denetleyemiyor. Birinin üzerine gittiğiniz zaman işte basın özgürlüğü, demokrasi gündeme geliyor. ABD'de de, AB'de firmalar denetleniyor. Orada da medya grupları denetleniyor, ama oralarda bizimkisi kadar bu denetimler, basın özgürlüğüne müdahale olarak gündeme gelmiyor. Vergi affından burada büyük bir medya grubu faydalandı. Ne oldu, basın şimdi özgür mü olacak?
ÜNLÜ EKONOMİST KILIÇDAROĞLU İÇİN NE DEDİ?
AYRINTILAR BİR SONRAKİ SAYFADA...
[PAGE]KILIÇDAROĞLU SOLCU DEĞİL
Son olarak CHP'de gelişmeler hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Bence Kılıçdaroğlu sol görüşlü birisi değil. Ahmet Kaya ve
Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret etmekle solcu olamazsınız. Solcu
olmak dünyaya bakış açısıdır. Emeğin yanında mısın, sosyal adaletçi
misin? Askeri vesayete ve IMF'ye karşı mısın? Dersim'de katliam
yapılmış CHP Genel Başkanı Dersimli diyor ki; "Ben 1942'de doğdum,
benden önce olmuş bu". Tayyip Erdoğan çıkıyor, "Vergi vermedikleri
için bu insanlar Dersim'de katledildiler" diyor ve zamanın
devletini eleştiriyor, muhalefet lideri bunu söyleyecek kadar cesur
değil. O açıdan ben CHP'yi sol bir parti olarak görmüyorum.
Ekonomik olarak bir söylemi var mı CHP'nin?
Ekonomik modeli de yok. Zaten AK Parti, her şeyi aldı elinden.
Türkiye'de vatandaşın eğitimine ve sağlığına yatırım yapan bir
devlet anlayışı öne çıkıyor. Bütün bunları da statükocu İstanbul
sermayesinin küçümsediği AK Parti yapıyor. Anlayacağınız ekonomi
artık halkın refahını artıracak yönde değişiyor. Bu halkın yanında
bir bütçe demektir. CHP her zaman ordunun vesayetini savundu.
IMF'yi savundu, TUSİAD, TOBB ile yan yana durdu.
TÜRKİYE TREND BELİRLEYEN ÜLKE
Dünyadaki küresel ekonomik gelişmelerden başlayalım
isterseniz. Geçen hafta Seul'de G-20 zirvesi toplantı. Neler oluyor
dünyada ekonomik olarak?
Yapılacak ilk tespit, ABD'nin ekonomik hegemonyası azalıyor
oluşudur. Seul'deki toplantıda ortaya iki somut şey çıktı. İlki, 9
maddelik konsensus. İkincisi de daha katılımcı bir ekonomik modele
gidiş ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin dünya sisteminde daha
fazla söz sahibi olması. Bu bir anlamda dünya ekonomik sisteminin
değişiminin de bir başlangıcı aslında.
Ne var 9 maddelik Seul Konsensusu'nda?
Bu konsensus 9 madde ve bir de ek metinden oluşuyor. Ancak
Türkiye'de bunu yeterince tartıştığımızı söylemek mümkün değil. 9
maddelik konsensus çok önemli. Bu maddeler; 1) Ulusal ve bölgesel
altyapı yatırımları artırılacak. Altyapıdaki yetersizliklerin
giderilmesi için tam kamusal, yarı kamusal ve özel kaynaklar
harekete geçirilecek. 2) Emeğin becerisini artıran yatırımlar cazip
hale getirilecek, 3) Küresel ekonomik istikrarın sağlanması için
serbest ticaret ve yatırımın engellenmemesi. 4) Büyüme ve
istihdamın artırılması için özel sektör yatırımlarına ağırlık
verilecek. 5) Gıda güvenliğinin sağlanması ve gıda fiyatlarındaki
dalgalanmanın piyasa davranışlarını bozucu etkisini önlemek için
uluslararası bir düzenleyici kuruluş geliştirilecek. 6) Ekonomik
şoklara karşı gelir güvenliği ve sosyal koruma programı
geliştirilecek ve ülkesi dışında çalışan işçilerin kazandıkları
dövizlerin kendi ülkelerine transfer maliyetleri azaltılacak. 7)
Küçük ve orta büyüklükte işletmelerin finans kaynaklarına ulaşması
sağlanacak. 8) Sürekli gelir ve sosyal eşitlik sağlayan bir vergi
idaresinin inşa edilmesi desteklenecek. Ve sonuncusu da; Gelişmekte
olan ülkelerin kapasitesini artırmak için güncel bilgi ve
tecrübeler aktarılarak ülkelerin kendi politikalarını bu doğrultuda
oluşturması sağlanacak.
Ortak noktası nedir bu 9 maddenin?
Mesela ilk maddesi; artık ülkelerin altyapıları kendi
inisiyatiflerine bırakılmıyor. Elektrikten suya, limanlardan
demiryollarına kadar altyapı tesislerinde eğer tıkanıklık varsa,
bunun giderilmesi küresel düzeyde ele alınıp çözülmeye çalışılacak.
Yani bölgesel yatırımlar ve bölgesel çözümler modelleri
geliştirilecek. İkinci maddesi, emeğe daha fazla önem veriliyor ve
ucuz işgücü yerine becerisinin geliştirilerek karşılığının
verilmesi savunuluyor. Kısaca bu dokuz maddenin ortak noktası, daha
adil bir dünya kurma yönünde bir çabayı ima edi-yor. Ki bu çok
önemli. Yani sıkça ifade edildiği gibi, "Seul zirvesinden hiçbir
şey çıkmadı" değil. Tersine çok önemli kararlar alındı.
Türkiye bunlardan birisi mi?
Hem de en önemlilerinden. Aslında fotoğrafa şöyle bakalım. Bu
kararları alan öncü ülkelere baktığınızda ABD var. Brezilya, Çin,
Endonezya, Türkiye var. Bu ülkelerin liderlerine baktığınızda
hepsi, ülkelerinde daha sosyal adaletçi kamu düzenini savunan
liderler. Yani daha solcu demek doğru. İlginç olacak ama Türkiye'de
yani Başbakan Erdoğan da buna dahil. Şimdi bu solcu liderlerin
aldığı kararların daha sosyal adaletçi, eşitlikçi olması da doğal
bence.
Türkiye'nin durumu nedir G-20 içinde?
Türkiye gibi ülkelerin de önemi artıyor. Türkiye mali açıdan
sağlam. Mesela Yunanistan'ın bütçe açığı % 15, İrlanda'nınki % 32.
Türkiye'ninki % 4. Önümüzdeki 3 yılda % 2'nin altına düşmesi
bekleniyor. Kamu borç yükü % 40'ın altına. Türkiye şimdi iyi
durumda ama gelecekte daha iyi durumda olacak. AK Parti,
muhafazakâr ama icraatı kamu harcamasına baktığınızda sol bir
tasarıma sahip. Düşük gelirdekilere harcama yapıyor, sosyal
adaletçi. Türkiye ekonomik alanda trend belirleyen ülke.
Ne demek trend belirleyen ülke olmak?
Dünya ekonomisinin yönünün belirlenmesinde etkin olmak anlamına geliyor. Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan, Türkiye, Endonezya ve Güney Kore bundan sonra dünyanın trendini belirleyen yedi ülke olarak sayılıyor.