'Türkiye'yi Aydın Doğan yönetiyor!'
Abone olCumhuriyet gazetesi, Cem Uzan'la Genç Parti ve Motorola maceralarının getirdiği olaylar üzerine konuştu. Uzan bu röportajda AK Parti'yi ve Aydın Doğan'ı topa tuttu.
Leyla Tavşanoğlu imzalı röportajda "Bakın, Türkiye'de hukuk yok"
diyen Uzan, şöyle konuştu: "Türkiye'yi şu anda sadece AKP
yönetmiyor. Türkiye'yi şu anda AKP'yle birlikte Doğan Grubu medyası
yönetiyor. Bu bir gerçek." CEM UZAN: TÜRKİYE'Yİ AKP İLE BİRLİKTE
DOĞAN GRUBU MEDYASI YÖNETİYOR Uzan ailesine olanları hepimiz
biliyoruz. Kimileri, olayları "Oh olsun" memnunluğuyla, kimileri de
benzer örneklere dokunulmaması şaşkınlığıyla izliyor. Hafta içinde
Cem Uzan'la evinde bir araya geliyoruz. Olanlar yüzünden 44 yaşında
kalp hastası olduğunu anlatıyor. Bir yıl önce başlayan olayları
sıralıyor. Bu okuyacağınız mülakatı, gazetecilik etiği kurallarının
gerektirdiği biçimde ve herhangi bir yanlış anlamaya meydan
vermemek amacıyla hiçbir yorum yapmadan sizlere sunuyorum. -
Özellikle Telsim bağlamında Motorola adlı Amerikan telekomünikasyon
şirketiyle anlaşmazlığa düşmeniz ve Genç Parti'nin seçimlerde baraj
altında kalmasından sonra Uzan ailesinin ve sizin başınıza pek çok
iş açıldı. Bütün malvarlığınız TMSF'ye devredildi. Mallarınız açık
arttırmayla satılıyor. Türkiye'de bunca yolsuzluk, uğursuzluk ve
hırsızlık yapılırken neden sadece sizlerin üzerine gidiliyor? Bunu
nasıl izah ediyorsunuz? UZAN - Bakın, siyasete girme fikrim yeni
değildi. Ben 1999 yılında Tansu Hanım'la (o dönem DYP Genel Başkanı
olan Tansu Çiller) konuştum. Bu teklifimi değerlendirdi ve beni
kabul edemeyeceğini söyledi. - Neden? UZAN - Tavrımı çok net ortaya
koydum. Ben burada siyasette yapılan yanlışları görüyorum.
Milletvekili olmak için siyasete girmek istemiyorum. DYP iktidara
gelir, siz de başbakan olursanız Dışişleri Bakanlığı'nı isterim
dedim. Düşünmek için zaman istedi. İki-üç gün sonra da dolaylı
yollardan bunun olamayacağı mesajını verdi. Ben de beklemeye karar
verdim. 2002'de eşimle bir tatile çıktık ve baş başa konuşarak bir
karar verdik. Bir erken seçim olacağını kestiriyorduk. Tam o
sıralarda da Uzan 46 etkinlikleri başladı. Bunlar, siyasette
başarılı olup olamayacağımın bir çeşit sınanması olacaktı. Oldu da.
Temmuz 2002'de Genç Parti'yi kurduğumuzu ve siyasete girdiğimizi
açıkladık. - Peki, üç ay içinde yüzde 7.5 gibi bir oyu toparlamayı
nasıl başardınız? UZAN - Yetmiş iki gün içinde oldu. O süre içinde
her yere gittim. Sabah akşam durmadım. Bir gün içinde dört-beş il
ve ilçeyi dolaştığımı biliyorum. Doğruları, doğru olduğuna
inandığım şeyleri söyledim. Bu sayede de yüzde 7.5 oyu aldım. - 3
Kasım seçimlerinde bu yüzde 7.5'la oyları böldüğünüz, böylece de
sadece AKP ve CHP'nin TBMM'ye girmelerinin yolunu açtığınız
söylendi ve eleştirildiniz. Buna tepkiniz ne oldu? UZAN - Bu, haklı
bir eleştiri. Ben bunu bilerek yapmadım. Yüzde 7.5'te kalacağım
diye siyasete girmedim. Zaten seçimlerden 15 gün önce oylarımızda
kayma başladı. Bu lafa belki kendisi kızacak, ama belki de belli
oranda Sayın Cem Boyner 'in faturasını ödedim. Onun oyları yüzde
0.45'ti. Oyum heba olur, boşa giderse endişesiyle insanlar son
10-15 günde bizden döndü. Çünkü başlangıçta yüzde 17-18'lerdeydik.
O günlerde bana değişik televizyonlardan, Gelin bizde konuşun
teklifleri geldiğinde reddettim. - Neden? UZAN - Biz bir kampanya
yürütüyorduk. Bu kampanya yolunda gidiyordu, iyi sonuç veriyordu.
Kamuoyu araştırmaları iyi gidiyordu. Niye bir ayar yapma ihtiyacı
hissedecektik? Ama son 10-15 günde büyük bir kayma oldu ve yüzde
7.5'te durduk. Bu benim için de bir şoktu. Tabir caizse üzerimden
silindir geçmiş gibi oldum. O kadar uğraşmadan sonra insan kendini
reddedilmiş hissediyor. - O yenilgiden sonra ne yaptınız? UZAN -
Meşhur Pamukova'daki çiftliğe gidip üç gün ne yapmam gerektiğini
düşündüm. Soru da, Tamam mı, devam mı? idi. Orada şu kanaate
vardım: 2.5 milyon insan, her türlü negatif propagandaya rağmen
sana inandı ve oy verdi. Senin bu 2.5 milyon insanı ortada bırakma
hakkın yok. Onun için de devam etmeye karar verdim. Yaptığım işi
iyi yapmaya çalışırım. Türkiye'de siyasetçiler seçimden seçime
meydanlara çıkıyor. Böylece Ocak 2003'te tekrar yollara düştük.
Sarıkamış'tan başladık. Bu insanların ayda 70 milyon lirayı bile
bulamadan nasıl yaşadıklarını insanlardan bire bir dinledim. Köy
köy, kasaba kasaba dolaşıyorduk. Yaptığımız araştırmalar yine Genç
Parti'ye akın akın oy kayması olduğunu gösteriyordu. Çünkü farklı
bir siyaset uyguluyorduk. - Her anlamda üzerinize gelinirken nasıl
oluyor da Genç Parti'yi kapatmaya kalkışmadılar? UZAN - Partiyi
kapatmaya kalkmadılar, çünkü kendilerinin başına gelmesin diye
parti kapatmayı zorlaştırdılar. Ama yerel seçimlerden önce partinin
parasını vermemeye kalkıştılar. Hiç unutmuyorum. 11 Haziran'da
Afyon'daydım. İstanbul'a döneceğim, 13'ünde de Bursa'ya gideceğim.
O arada babamı aradım. Bana hemen, Sen bırak şimdi bunu. Şu anda
polis ÇEAŞ'tan içeri girdi, el koydular dedi. Bundan birkaç gün
önce Sayın Başbakan'ın, Genç Parti tek rakibimiz yolunda bir
beyanatı vardı. Ankara'da ne kadar kurt siyasetçi, bürokrat varsa
araya aracılar koyup partide pozisyon almak için akın akın
geliyorlardı. Ve bir anda dünya çapında büyük bir şirketin bütün
malvarlığı Bakanlar Kurulu kararıyla alınıyor. Bir devlet bunu
kamulaştırabilir. Ama bunun bir usulü vardır. Bedeli ödenir. Hiçbir
mahkeme kararı olmaksızın, bir gecede bakıyorsunuz ki yoksunuz. -
İyi de, bir hukuk devletinde bu nasıl olabiliyor? UZAN - Oraya
geldiğimizde zaten benim söyleyeceğim çok ağır laflar olacak. Bu
olayın üzerine ben Bursa'ya gittim. Meşhur Bursa mitingi oldu.
Orada bazı sözleri irticalen söyledim. Bunların birçoğu mecazi
anlamda söylenmiş laflardır. Ama belki de söylediğim en sert laflar
arasındadır. İrticalen konuştuğunuzda bazen kantarın topuzu
kaçabiliyor. Ağzınızdan, daha sonra, Keşke söylemeseydim dediğiniz
laflar çıkabiliyor. Bunları mecazi anlamda söyledim. Ama algılanış
şekli çok daha sert oldu. Bunun ardından İmar Bankası'ndan
inanılmaz bir para çekilişi başladı. Malum, Doğan Grubu'nun bütün
yayın organları bize saldırmaya başladılar. Kemal Bey (baba Kemal
Uzan ) elindeki bütün maddi imkânının tamamını bankayı ayakta
tutabilmek için toparladı. 3 Temmuz'da bankaya el kondu. Ben hâlâ
işin dışındaydım ve 1990'dan beri kendi işimi yaptığım için
olayların ne olduğunu da bilmiyordum. Derken tutuklama kararları
çıktı ve belli kişiler tutuklandı. Aile fertleri de gıyabi tutuklu
olarak aranıyorlar. - Peki, babanız ve kardeşiniz neredeler? UZAN -
Onu söyleyemem. Çünkü tam olarak bilmiyorum. Ama şunu
söyleyebilirim: Tabii ki olayların gelişmesindeki 15 aya baktığımda
ister istemez bu olayların içine girip neyin ne olduğunu öğrenmek
zorunda kaldım. 28 Temmuz'da Ada Bank'a el kondu. Bunun büyük
hissedarı benim. Toplam 50-60 trilyon lira mevduatı bulunuyordu. El
konduğu gün Merkez Bankası'nda da 140 trilyon lira overnight'ta
parası vardı. Yani, sağlam bir bankaydı. Bu siyasi linçi
başlatanlar hemen sonra beni siyasette yıpratabilmek için bana
hırsız damgasını basmaya karar verdiler. Ama baktılar ki Cem Uzan
kendi işlerini yapıyor, ama siyasete girdiğinde de bunları
kardeşine devretmiş, kanun çıkardılar. - Hangi kanun bu? UZAN -
4969 sayılı kanun. Bakın, Türkiye'de hukuk yok. Çünkü geçmişe
yönelik kanun çıkarılamaz. Bu, evrensel bir hukuk kavramıdır. Bu
ülkede siz gül ekimini yasaklayacaksanız bugün itibarıyla
yasaklarsınız. Türkiye'de ise geçmişe yönelik kanun çıkarılıyor.
Artı, kan bağı suç haline getiriliyor. Bunun gerekçesi de
hortumcudan para almak. Büyük bir medya baskısı var. Kanun TBMM'den
geçti; Cumhurbaşkanı tarafından imzalandı. CHP, bunun anayasaya
aykırı olduğunu bile bile sesini bile çıkarmadı. Çünkü mantık
şuydu: Siyasi arenadaki rakibimiz dayak yiyorsa yesin. - Medya
baskısı, dediniz. Medya hangi amaçla baskı yapmış olabilir? UZAN -
Türkiye'yi şu anda sadece AKP yönetmiyor. Türkiye'yi şu anda
AKP'yle birlikte Doğan Grubu medyası yönetiyor. Bu bir gerçek. Bu
kanun çıkarılır çıkarılmaz bana, eşime, çocuklarıma haciz geldi.
Ama şirketler yaşıyordu. Aslında şirketlerin vergi borcu filan da
yoktu. - Oysa çok ciddi vergi borcunuz olduğu söyleniyordu. UZAN -
Bakın, önümüzdeki üç yılda ödeyeceğim vergiyi hemen hacizle
istediklerini söylediler. Sırf bütün şirketlerimizi tıkayabilmek
için. Derken 5020 sayılı kanun çıkarıldı. Buna göre bankanın
sahipleri, çocukları, torunlarının yanı sıra adına hareket edenler
diye de bir kavram eklendi. Ne demekse? Hamurabi 'den beri evrensel
hukukta suçun şahsiliği kavramı vardır. Aziz Yıldırım 'ın babası
eşini öldürdü. Ama Aziz Yıldırım hapse girmedi. Ben hep bunu örnek
gösteriyorum. Çünkü işlenen suç Aziz Yıldırım'a ait değil ki... Ben
bunu aile fertlerim suçlu anlamında söylemiyorum. Sadece evrensel
hukukun ilkelerinin yok edildiğine dikkat çekmek istiyorum.
Şirketlere el kondu ve bir yağma düzeni başladı. Şu anda inanılmaz
bir yağma yaşanıyor. - Şirketleri yağmalayan kimler, peki? UZAN -
TMSF'nin atadığı yöneticiler. Avantalar, rüşvetler. Kanuna göre
atananların hepsinin dokunulmazlıkları var. - Peki, İmar
Bankası'ndaki 7.5 katrilyon liralık açık ne olacak? UZAN - Ben de
buna gelmek istiyordum. 1994, 1999, 2001 krizleri yaşandı. Bütün
bankalar bu krizlerde değişik biçimlerde zarar ettiler. Her banka
farklı yöntemlerle zararını sakladı. İmar Bankası'nın yöneticileri
de mevduatı düşük göstererek zararı saklamışlar. Kartuşlar yok,
diye her yer basıldı. Her taraf didik didik arandı. Ama kartuştan
daha önemlisi her banka şubesinde bulunan mudilere ait kartonlar.
İmar Bankası'nda da bunlar son derece titizlikle tutulmuş. Tutuklu
banka yöneticileri her seferinde hâkime bir heyet kurulup şubelerin
incelenmesini, saklanan zarar olduğunun görüleceğini talep ettiler.
Her seferinde de bu reddedildi. Yoksa hiç kimse parayı bir yerden
alıp başka yere götürmedi ki... Sonunda iki pilot şube seçildi.
Gidildi, bakıldı ki sanıkların dedikleri doğru çıkıyor.
Vazgeçtiler. - Bu özel bir mahkeme, öyle değil mi? UZAN - Evet.
Özel mahkeme kurulması da evrensel hukuka aykırı. Suçun şekline
göre sanıklar o gün mevcut olan mahkemelerden birinde
yargılanabilir. Özel bir mahkeme kurup insanlar bu mahkemede
yargılanamaz. Ama burada özel mahkeme kuruldu, özel kişiler atandı.
Neyse, aradan aylar geçti. Avukatlar bir gün, Maliye'nin, ödenen
faizlerden vergi ödenmesi gerektiğini öngören bir rapor çıkardığını
söylediler. - Yani vergi kaçakçılığı raporu mu? UZAN - Evet. Bakın,
polis, jandarma, Maliye gibi Türkiye'nin her ili ve ilçesinde
bulunan kurumlar var. Bu rapor 18 klasör, yaklaşık beş bin sayfa.
Özeti 800 sayfa. Hesap uzmanları, Maliye müfettişleri bankanın 71
şubesini incelemişler. Bunun sonucunda 4 katrilyon 750 trilyon ve
bilmem ne kadar kuruşuna kadar vatandaşa faiz ödediğimiz, ama bunu
bildirmediğimiz saptanmış. Hani Pamukova'da, binalarda, bahçelerde
aranan 7.5 katrilyon lira var ya, onun 4 katrilyon 750 trilyonunun
vatandaşa faiz olarak ödendiğini gizlemişiz. Yahu, bu paranın
nereye gittiğini Maliye kendi raporuyla beyan ediyor. Bu rapor
mahkemeye verildi. Üstelik Maliye bununla ilgili cumhuriyet
savcılığına vergi kaçakçılığından suç duyurusunda bulunmuş ve
sanıklarla ilgili vergi kaçakçılığı davası açılmış. Aranan 7.5
katrilyonun yaklaşık beşinin nerede olduğu belli. - Ya geri kalan
2.5 katrilyon ne oldu? UZAN - Üç kişilik bir hesap uzmanları
heyetine o rapordan bankanın kur farkı zararını çıkarttırdım. O da
3.2 katrilyon lira çıktı. Bir de bankanın resmi olarak
kullandırdığı kredileri var. Telsim'in İmar Bankası'na kredi borcu
bulunuyor. Bunun tutarı da 6.5 milyon Euro. Grubun öbür
şirketleriyle birlikte toplam 700 trilyon lira dolayında alınmış
kredi bulunuyor. Bir de bankanın malvarlığını topladığınızda bir
zimmetin, hırsızlığın olmadığı da ortaya çıkıyor. Ama
karşınızdakiler sizi dinlemek istemiyor. - Peki, sizce neden
dinlemek istemiyorlar? UZAN - Çünkü amaç üzüm yemek değil, bağcıyı
dövmek. Geçen ramazanda Maliye ve Adalet bakanlarıyla görüştüm.
Baktım, bir yere varılması mümkün değil. Aynen tabiriyle
söylüyorum. Adam diyor ki: Çıkar paraları cukkadan. Ben de dedim
ki: Şu anda ben babamın oğlu olduğum için karşınızdayım. Babam 70
yaşında. 50 yıl boyunca gece gündüz çalıştı. Bu adamın parası olsa
bankasının batmasına izin verir miydi? - Ama paraları yurtdışına
kaçırdı, diyorlar. - Yurtdışına kaçırsa ne yapacak? Allah aşkınıza,
yetmiş yaşında kırmızı bültenle aranan bir adam ne yapacak? Üstelik
dünyanın en mütevazı hayatını yaşar. 1995'te aldığım Zeytin
Adası'nda yılın altı ayı yaşar, altı ayını da haftada bir gün işe
gitmek kaydıyla İstanbul'da geçirir. Bu adam neyi, nereye
kaçıracak? - Asil Nadir, Zeytin Adası'nın asıl sahibinin kendisi
olduğunu söylemişti. UZAN - Zamanında Asil Nadir'in İmar Bankası'na
borcu vardı. Ödeyemedi, icra yoluyla banka adayı aldı. Grup parayı
bankaya ödeyip Zeytin Adası'nı satın aldı. Yani Asil Nadir'in
adanın üzerinde bir hakkı yok. - Sizin TMSF'yle pek çok toplantı
yaptığınız biliniyor. Bu kadar toplantıdan hâlâ bir sonuç alınamadı
mı? Siz herhangi bir ödeme planı vermediniz mi? UZAN - Avukatım
Şaylan Bey bütün toplantılara girdi. 18-19 toplantı yapıldı.
Diyorsunuz ki: Ne istiyorsunuz? Birkaç türlü ödeme yapılabilir..
5020 sayılı kanun anayasaya aykırı, ama şu anda yürürlükte. Ben de
vatandaş olarak buna uymak zorundayım. Ben burada babamın oğlu
olarak bulunuyorum. Fiyatlandıralım. Fiyatlandırma Komisyonu
kuralım. Ben size bunları devredeyim. Siz de bunları ne
yapacaksanız yapın. İsterseniz Çukurova'nın sözleşmesinin aynını
yapalım. Cevap: Hayır, siz farklısınız. - Niye farklısınız, peki?
UZAN - Bunu söylemiyorlar. Onlara bir toplantıda, Enerji
Bakanlığı'nda sorun çözülürse geri yanı daha çabuk çözülür. Çünkü
şu anda Berke Barajı'nın davaları sürüyor. Türkiye bundan er ya da
geç mahkûm olacak. Kararı Danıştay verecek. Vermezse AİHM bunun
bedelini Türkiye Cumhuriyeti'ne ödettirir. Bir lira kredi borcu,
garantisi yok. Ben bunu sizin elinizden öylece alabilir miyim?
Alırsam bir gün bedelini ödemek zorunda kalırım. Bakın, şirketin
yüzde ellisi benimse ellisi de sokaktaki vatandaşın. Bu onların da
parası. Bugüne kadar da orada biriken para yaklaşık bir milyar
doların üzerinde. Bunu çözelim. Payıma düşen parayı size vereyim.
Cevap: Biz o işe karışamayız. - Bunu TMSF mi söylüyor? UZAN - Evet.
Bu arada toplantılar çok nazik, medeni bir hava içinde geçiyor.
Sonunda hep, Biz size döneceğiz lafı. Sonrasında kapı duvar. Yine
bir toplantıda, Şirketlerimi bana verin. Satılan mallardan 25
milyon dolar tahsil ettiniz. Ben size 30 gün içinde 30 milyon dolar
daha para öderim. Bu parayı o şirketlerden çıkarırım. Yağmayı
durdurduğum an neyi toparlayacağımı bilirim. Anlaşmayı
imzaladığımız günden itibaren de altışar aylık taksitlerle altmış
milyon dolar daha öderim. Etti mi 120 milyon dolar? İkinci yıl 80,
üçüncü yıl 100 milyon, ondan sonra da her yıl 500'erden 12 yıl
tamamlarım. Herkesle 12 yıllık anlaşma imzalamıyor musunuz? Bu
paraları nereden bulacağımı soruyorsanız da cevabım hepsini
satacağım. Ama bunu siz satamazsınız. Elinizdeki, ihtilaflı mal. Şu
anda 5020 sayılı yasa olmasa devlete hiçbir borcu olmayan bir
insanım. 5020 yürürlükte olduğu sürece sizinle konuşurum. Ama sonra
selam bile vermem. Bu kadar net. Bu en son teklifti. Yazılı verdim.
Ama hâlâ yazılı bir cevap yok. İnsanlar bana niye anlaşmadığımı
soruyorlar. Nasıl anlaşayım? Bu bir evlilik gibi. İki tarafın da
istemesi lazım. Röportaj: Leyla Tavşanoğlu Kaynak: Cumhuriyet
Gazetesi