Türkiyenin gizli gerçekleri
Abone olFerhat Ünlü, Türkiye'nin gizli gerçeklerini açıklıyor
Türk edebiyatında genç kuşağın keskin kalemlerinden Ferhat Ünlü
son romanı "M.A.T."ta okura ilginç bir siyasi öykü anlatıyor
Türkiye’nin tüm gizli gerçekleri
bu romanla bir gemiye sığdı
"Münasebetsizleri Ayıklama Teşkilatı" ya da kısa adıyla M.A.T.
korkuyla yönetilen "Kader Gemisi"nde geçiyor. Gemideki gizli
teşkilat ise kendine has yöntemlerle münasebetsizleri bir bir
ayıklıyor. Yoksa bu size tanıdık mı geldi?
- Daha önce "Katil kim?" ve "Cinayeti neden işledi?" sorusundan
yola çıkan iki polisiye romanınız yayınlandı. "Münasebetsizleri
Ayıklama Teşkilatı" ise polisiyenin sınırlarının dışına çıkan bir
roman. "Polisiye"den vazgeçmek üzere misiniz?
Haşa! (Gülüyor.) Eğer polisiyeden kastınız gerilim unsuru ise,
bütün romanlarda gerilim unsuru vardır. Her şeyi olduğu gibi
polisiye romanı da ithal ettiğimiz Batı'da genel olarak "mystery
literature", yani gizem edebiyatı diyorlar bu türe. Romanda "gibi"
kelimesinin yerli yerinde kullanımı nasıl gerekliyse gizem de
gereklidir. Zaten her hikâyenin bir sonu vardır. Son da gizem
demek, çünkü henüz bilinmiyor. Gelelim önceki romanlara... Evet,
"Buzdan Gözyaşı" ve "Bir Gölgenin İntikamı", "Katil kim ya da bir
cinayet neden işlenir?" sorularının cevabını arayan polisiye
romanlardı. "Münasebetsizleri Ayıklama Teşkilatı"nda ise bir
geminin ve geminin temsil ettiği toplumun hikâyesi var.
Anlattığınız hikâyeye uygun tür hangisiyse bunu tercih edersiniz.
M.A.T. bir polisiye roman olamazdı zaten.
- Peki "M.A.T." ne romanı? Kitabınız, bu haftadan itibaren rafta
göründüğü anda okura ne düşündürecek sizce?
Bir yazarın romanı hakkında konuşması sakıncalıdır. Yazdıklarınızla
fazla yüz göz oluyorsunuz, tarafsız olamama riski altındasınız.
Bununla birlikte her yazarın eseri hakkında konuşma gibi zor
zaptedilir bir şehveti vardır. Poe, "Raven" adlı şiirini "Yazmanın
Felsefesi" adlı makalesinde kritik eder. Eco da "Bir yazar romanı
hakkında konuşmamalıdır" der, ama "Gülün Adı" üzerine etraflı bir
inceleme yazısı yazmaktan da geri durmaz. Ama bunu ben yaparsam
haddi aşmış olurum.
- Etraflı bir incelemeye gerek yok, tek cümle söyleyin yeter...
O halde, "Münasebetsizleri Ayıklama Teşkilatı" hızlı okunan, ama
alt metni nedeniyle okuru düşünmeye zorlayacak, biraz müstehzi,
siyasi göndermelerle dolu ve edebi olma ilkesini ihmal etmeyen bir
macera romanı diyelim.
"YAZAR OKURUNU
KURNAZCA UYANDIRMALI"
- Sadece göndermeler değil romanın kurgusu da okurun "uyanık"
kalmasını gerektiriyor. "Ya anlaşılmazsa..." kaygısıyla kaleminizin
tutukluk yaptığı oldu mu?
Okuru uyuyan bir dev gibi düşünün, onu sinirlendirmeden
uyandırmanız gerekiyor. Edebiyat ürünü sıradan bir ürün değildir.
Bir romanı piyasa araştırması yapıp yazamazsınız, yazmamalısınız.
Yazarın kendi hedeflediği kurguyu edebi bir bazda oluşturması
esastır. Kuralları bozmadan arkadaşınızı bir oyunu oynamaya ikna
etmek gibi düşünün bunu. Arkadaşınıza torpil geçmek için oyunun
kurallarını değiştiremezsiniz. Zihnini zorlamak istemeyen kişi
zaten oturup roman okumasın. Zihnini zorlamadan yapacağı başka
şeyler var: Pop müzik dinlemek, televizyon izlemek gibi...
"GEÇMİŞ GEÇMEZMİŞ
DİYEBİLMELİYİZ"
- Kader Gemisi'ni bir "Türkiye karikatürü" gibi algılayabilir
miyiz?
Hem karikatür, hem de gerçek bir resim. Romanın iki yönü de
birbirine hiç uzak değil, ama aralarında sırat köprüsü gibi zor bir
geçit de var. Kader Gemisi, her şeyden önce geçmişi olan, ama yeni
bir dünyaya açılmaya çalışan bir gemi olarak Türkiye'ye benziyor.
Bizim birey, ülke ve toplum olarak geçmişlerimiz var. Nasıl ki bir
birey geçmişini koparıp atamıyorsa, sözgelimi bir yakınının
ölümünün tahripkâr izlerini silemiyorsa, ülkeler ve toplumlar da
geçmişin iyi ve kötü yönlerini silemezler. Yaşadığımız her şey
ardımızda bir iz bırakır. Her defasında geriye dönüp baktığımızda
kabul etmek istemesek de "Geçmiş geçmezmiş" diyebilmeliyiz. Bunu
itiraf etmeyi başardıktan sonra geçmişimize, tarihimize soğukkanlı
ve nesnel yaklaşabiliriz. Kader Gemisi, geçmişiyle yanlış ilişki
kuran bir gemi ve rotası da yanlış. Yani ileriye, geleceğe de
yanlış gidiyor. Bizler çok güçlü bir devlet geleneği olan, bir
dönem dünyaya hakim olmuş bir medeniyetin mensuplarının
torunlarıyız. Bu yüzden fazla heyecanlıyız. Diğer taraftan şu anki
yetersizliklerimizin de farkındayız. Bu da bizi biraz kompleksli
hale getiriyor. Romanda bunların yeri var.
- "Münasebetsizleri Ayıklama Teşkilatı" George Orwell'ın "Bin Dokuz
Yüz Seksen Dört"ünü hatırlatıyor. Kader Gemisi'nin kuralları, saf
bir ırk yaratma çabası ve münasebetsizleri tespit eden casuslar var
romanda...
Orwell önemlidir tabii. "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört" de kanımca onun
en iyi romanı. "Seksen Dört" bir korku tahayyülüdür, ama çok
gerçekçidir ve insanın içini karartır. M.A.T. ise biraz alaycı bir
roman. İktidarın olduğu her yerde bireyin canını sıkan bir şeyler
olur. İktidar, bireyin varlığına karşı bir şeydir çünkü. Ama
topluma, dolayısıyla bireye hizmet etme yükümlülüğü onu meşru ve
sevimli hale getirir. Fakat Kader Gemisi'nin iktidarı, gücün
gerektirdiği ahlaka ihanet ediyor. Yani hem güçlü, hem de zalim.
İktidar sahipleri ile yönetilenlerin ilişkilerindeki bütün paradoks
işte bu açmazdan kaynaklanıyor. İktidar biz Türkler'in kullanmakta
kontrolsüz davrandığı iki şeyden biri. Diğeri de tüketim
maalesef.
"HAYIR DİYEN OKUR İÇİN
ÜÇ FARKLI FİNAL YAZDIM"
- "Kızın huyunu bozan bütün bu münasebetsizlerdir" diyor Yakup
Kadri. Sizin romanınızda sistemin huyunu bozan "münasebetsizler"
kimler peki?
Münasebetsiz olmak için bir kere memnuniyetsiz olmanız lazım.
Birinin size "münasebetsiz" demesi için bir şeye karşı koymanız,
onu reddetmeniz gerekiyor. Roman sanatı başlı başına münasebetsiz
bir sanattır zaten. Romanın özünde çatışma ve reddetme var çünkü.
Bütün roman kahramanları da biraz münasebetsizdir. Tefeciyi öldüren
Raskolnikov da, Cizvit prensiplerini sorgulayan Dedalus da, ağalara
savaş açan İnce Memed de, "bürokrasi ve küçük burjuvazi"yle alay
eden, intiharı seçen Selim Işık ve Hikmet Benol da münasebetsizdir.
Benim romanımda münasebetsiz olanlar yönetilenler. Bazı şeyleri
sorgulamaya başladıkları vakit münasebetsiz oluyorlar. Romanda da
bunları tespit eden bir teşkilat var, tespit etmekle de kalmıyor,
faşizan bir tavırla ayıklıyor da...
- Romanın sonunda okurları üç farklı final bekliyor. Bu, Türk
romanında belki de bir ilk. "Kitap güzeldi, ama sonunu beğenmedim"
cümlesini kuran okurlara alternatif yaratmak için mi yaptınız
bunu?
Şöyle diyelim biz: Okur benim yazdığım finale "hayır" diyebilir,
buna hakkı var. Okurlar da, en az okudukları romanın yazarı kadar
bu işin bir parçası olmalıdırlar. Sürecin dışında kalan okur,
zorlanmayan okur, yazarını zorlamayan okurun yapabileceği daha
kolay şeyler var az önce söylediğim gibi. Bir olayın üç değil, yüz
sonu da olabilir. Her okurun kendi kafasında kurduğu sonlar vardır.
Üç finalden hangisi kendi tasavvurundaki finale yakınsa onu
seçebilir okur. Bir diğer sebep de şuydu: Romandaki üç anlatıcı
farklı yerlerinden dahil oluyorlar olaya, her birinin kendine ait
bir sonu olmalıydı. Ki zaten, romanın işlemeye çalıştığı şey de bu.
Kader bir olayı çok farklı şekillerde sonuçlandırma kudretine
sahiptir. Bize seçme özgürlüğü sağlayan irade dediğimiz o şey de
kaderin bize sunduğu imkânlarla kuşatılmış. Bu yüzden üç karakter,
yani üç irade için üç son hazırladım.
"EDEBİYATÇILAR EKMEĞİNİ
TAŞTAN ÇIKARIR"
- Gazetecilik yapan yazarlardansınız. Gazetecilik mi, romancılık mı
daha önemli sizin için?
- Edebiyat, en temel meseleyi sorun eder, onunla hesaplaşır:
Hayat... Hayatla uğraşmaktan daha ciddi iş mi var? Fakat ülkemizde
bildiğiniz gibi sadece kurmaca yazarlığıyla geçinebilenlerin sayısı
çok az. Bu yüzden farkındaysanız romancılar aynı zamanda başka bir
işle meşguller ülkemizde. Bu normal bir şey. Yusuf Atılgan kısa bir
süre edebiyat hocalığı, uzun süreyle de çiftçilik yaptı. Oğuz Atay
bir mühendisti, öğretim üyeliği yaptı, büyük bir romancıdır.
Çukurovalı üstadımız Orhan Kemal deyim yerindeyse ekmeğini taştan
çıkarmıştır. Günümüzde de gazetecilik, akademisyenlik ve
reklamcılık başta olmak üzere bir meslekle uğraşan ve aynı zamanda
romancı olan yazarlarımız var. Fakat nedense sadece gazetecilik
yapan yazarlar akla geliyor böyle durumlarda.
- "Gazeteci - yazar", "reklamcı - yazar", "akademisyen - yazar"
gibi tanımlamaları da kabul etmiyorsunuz o halde?
Kabul etmemek değil de, okuru ilgilendiren bir tarafı olduğunu
düşünmüyorum. Gereksiz buluyorum. Romancılığını ve reklamcılığını
yahut gazeteciliğini ayrı ayrı ele almak daha doğru. Roman ilk
ortaya çıktığı günden beri gazetecilerin tartışılmaz bir ağırlığı
oldu bu sanatta. Bu yüzden gazetecilerin adı çıkmış. Fakat dediğim
gibi bu mevzular gazete ya da roman okurunu zerre kadar bağlamıyor.
Biz büyütüyoruz bazı şeyleri.
- "Aksiyon"lu bir roman yazmışsınız. Ama çoğu yerde, mesela "Kader,
seni inatçı keçi!", "Oysa zaman bekâreti bozulmamış bir fahişedir
ancak", "Aciz bir adamın ahlakının değeri yoktur" gibi okurun
zihnini zorlayan "tok" eğretilemeler ve düşünceler var. Bir macera
romanı mı yazdınız, yoksa "edebiyat" mı yaptınız siz?
Kambersiz düğün olur mu? "Gibi"siz de roman olmaz. Elbette hikâyeyi
anlatırken istiareler, teşbihler, hatta mübalağalar ve cinaslara
yer verecek, roman kişilerinin zihninden "derin" düşüncelerin
akmasını sağlayacaksınız. "Münasebetsizleri Ayıklama Teşkilatı",
aksiyonlu bir roman evet. Ama haşa, edebiyatı ihmal etme
münasebetsizliğinde bulunamazdı. "Edebiyat yapmak"tan ne
anladığımız önemli. Bence "gibi" kelimesini ne kadar güçlü ve yerli
yerinde kullanıyorsanız o denli iyi edebiyat yapıyorsunuzdur. Kader
ve zaman da insanoğlunun sürekli kafa yorup anlamaya çalıştığı
şeyler. Zaten edebiyat; ölüm, hayat, aşk, kader gibi bir türlü
tanımlayamadığımız, boyutlarına hakim olamadığımız şeylere
odaklanmaz mı? Roman kişilerinden biri olan Selçuk Sanrı'nın
kaderle bir sorunu var, o yüzden onu "inatçı keçi"ye benzetiyor.
Zamanı bekâreti bozulmamış fahişeye benzetmek de mefhumun
bilinemezliğinden yola çıkıyor belki de.
- Peki yine romanınızda geçen, "Bir kalemin kâğıdın üzerinde usulca
gezinirken mürekkebini boşaltması gibi" benzetmesi de cinsel bir
eğretileme mi?
Hayır değil. Bağlamından kopararak ele almamalı bu cümleyi. Oradan
sözü edilen boşalma, eksilme anlamında esasında. İnsanın kendi
doğurganlığı ya da "yaratma" dediğimiz şey de bir emeğin sonucudur.
Eğer bir şey üretiyorsanız başka bir yerinizden eksilir. Kaçınılmaz
yasa... Bir kalemin, mürekkebini boşaltması da kendini boşaltması
anlamına geliyor. Ben de yazarken bir başka taraftan
eksiliyorum.
Selin ONGUN
Haftalık Dergisi