Türkiyede silahlara veda yolu
Abone olPKK artık silahlara veda etmeli... Peki ne yapılmalı? Diyarbakır eski milletvekili Sedat Yurttaş'ın çarpıcı analizi...
Sedat YURTDAŞ
19.Dönem Diyarbakır Milletvekili
ANALİZ
Eminim, Nobel ödüllü Ernest Hemingway’in, adını duyar
duymaz o insanı kendine çeken, baştan sona kahramanlarıyla,
okuyucuyu iç yolculuğa mecbur kılan, ünlü romanı bilmeyen
yoktur.
Ve şüphesiz veda, uzun bir beraberliğin yanıbaşındaki ayrılık
eşiği, kaçınılmaz bir uzaklaşma anı, dayanılması güç bir hüzün,
derin bir burukluk, törensel bir dönüşsüzlük demektir.
Zor sözcüğü, durumu açıklamakta yetersiz kalabilir. Ancak,
yaradılışımız, esasında varlık sebebimiz, zor olanı yapabilme
becerisini gösterebilmektir.
Bu yüzden sözü daha fazla dolandırmadan yazmalıyım.
“PKK silahlara veda etmelidir!”
Bu yargı, benim uzun süreden bu yana seslendirdiğim bir görüş
olması bir yana, kanaatimce artık, hemen her açıdan, kaçınılmaz bir
gereklilik haline gelmiştir.
Bu nedenle, gerek DTP Genel Merkezinin Nisan ayı içindeki daveti
üzerine, gerekse TESEV’in geçen hafta Ankara’da yaptığı toplantıya
katılanlardan biri olarak, kısmen o toplantılarda dile getirdiğim
görüşlerimi, kısaca özetlemekte yarar var.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonraki onlarca yıllık, red ve
inkar politikalarının –elbette daha başka pek çok şeyin- ardından
son otuz yılda, Kürtlerin hak ve özgürlükler adına verdikleri
mücadelenin ve bu mücadelenin bastırılması çabalarının yarattığı,
kayıplar, değerler, kazanımlar ve aynı zamanda onarılması güç
tahribatlar ortada. Dolayısıyla içeride genel bir çözüm düşüncesi,
az çok hep oldu. Bugünse açıkça var.
Ancak yine de sanırım asıl neden, ABD’nin çekildikten sonra Irak
Kürdistan’ında oluşturmak istediği “çatışmasız alan” ile buna bağlı
olarak Türkiye ve Kürt Bölgesel Yönetimi arasında oluşması
hedeflenen güçlü siyasal, sosyal ve ekonomik bağlar, bu işin
belirleyeni durumunda.
Kürt Federe Bölgesinin Ceyhan üzerinden petrol sevkiyatı başladı
bile!
Bu atmosferde, yukarıdan bakınca, PKK’nin gerek Irak
Kürdistan’ındaki, gerekse Kürt bölgeleri yoğunluklu olmak üzere
bütün Türkiye’deki silahlı varlığı, bir sorun olarak öne çıkmakta.
Bu anlamda ABD’nin ve bağlı olarak dünya siyasetinin öngördüğü
çözümlerin başında PKK’nin değil, ancak PKK’nin kullandığı silahın
susturulması, gömülmesi ya da tasfiye edilmesi süreci kendini
dayatmaktadır.
Diğer yandan PKK, spor olsun diye ya da çatışma duygularını tatmin
amacıyla silaha sarılmış değil. Defalarca belirttikleri gibi,
önceleri “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan”, sonraları
“Federasyon” vs. amaçlar hedeflenmiş, ancak şimdilerde, üniter
devlet yapısı içinde, dil, kültür ve kimlik haklarının anayasal ve
yasal güvencelere kavuşturulması ile güçlendirilmiş yerel yönetim
anlamına gelen; “demokratik özerklik” talep eder hale
gelmişler.
Her ne kadar organik yapı olarak farklı olsa da, bugün için DTP’nin
TBMM’de grubunun bulunması, sekizi il olmak üzere yüz belediye
başkanlığı ile sayısız sivil kurumun varlığı yanında, basın yayın
ve propoganda olanakları nedeniyle, ortada inanılmaz güçlü bir
siyaset alanı oluşmuştur.
Kullanılması gereken alan, izlenmesi gereken mücadele yolu tam da
bu “demokratik siyasal” zemin, araç ve yöntemleridir.
Akılda tutulması gereken bir başka nokta da, artık bir tür “zaman
sıkışması” söz konusudur.
Her şeyin, çok daha hızlı bir değişim dönüşüm geçirdiğine tanıklık
edeceğimizi söylemem, kehanet olmayacaktır.
Geçmişte mayınlarla ilgili çalışma yürüten biri olarak, beş yüz
küsur kilometre uzunluğundaki Suriye sınırının mayınlardan -kim,
nasıl, hangi şartlarla temizleyecek tartışmaları bir yana-
gerçekten temizlenmesi için 50 küsur yıl sonra Meclis’te görüşülen
tasarının dahi, yukarıdaki gelişmelerle birebir ilgisi vardır.
Çatışmasızlık ihtimali, Ortadoğu’nun bu nazik coğrafyasında bile,
klasik sınırların önemini daha şimdiden azaltmıştır.
Tarihi fırsat!
Gerçekten de “tarihi bir fırsat” söz konusudur.
Bu fırsat, sorunu kangrenleştirme eşiğindeki Devlet açısından
olduğu kadar, bugüne kadarki kazanımların özünü, en tepeden en
sıradan sempatizanına, silaha dayandıran PKK için de, bir o kadar
geçerlidir.
Zaman zaman uygulamalara bakarak, hiçbir şey değişmiyor diye isyan
etsek de, Kürt sorununda şüphesiz otuz, ya da on hatta beş yıl
öncesinden çok daha ileri bir noktadayız. Bu açıdan zaten uzun ve
sancılı bir çözüm sürecini yaşamaktayız. Ancak bugün gelinen düzey,
her zamankinden çok daha ileri bir düzey.
Burada basına kapalı gerçekleşen TESEV toplantısındaki bir
izlenimimi aktarmam, umarım yersiz olmayacaktır.
Görebildiğim kadarıyla, Devlet ve özellikle Hükümet, artık sorunu
nasıl daha etkili şiddet araçlarını devreye sokarak, çözerim
noktasından, sorunu hangi, kültürel, sosyal, siyasal tedbirlerle
çözerim noktasına gelmiş bulunmaktadır.
Ve bunda geçmiştekilerin aksine yola -toplantıda ifade edildiği
gibi- “kaya atmayan” Cumhurbaşkanının ve dahi dünyadaki örnekleri
ince eleyip sık dokudukları anlaşılan bürokrasinin, hiç olmazsa bir
kemsinin önemli bir payı vardır.
Bu bağlamda benim anladığım tarihi fırsat; yüzde altmışı hak ve
özgürlüklerle ilgili olan, diğer yüzde kırkı “politik-psikolojik”
atmosferle ilgili olan Kürt sorununun, çözüm sürecinin dikkatli
yürütülmesinin koşullarının her zamankinde çok daha ete kemiğe
büründüğüdür.
Tamil Kaplanları silahlı mücadeleyi bıraktı!
Tam da çözüm tartışmaların arttığı, CHP’nin bile 1930’ların
politikasından çark ettiği sıralar, kimi benzer yönlerine karşın
pek çok farklı yönleri de olan, 37 yıldır bağımsızlık mücadelesi
veren Tamil Kaplanlarına karşı, Sri Lanka askeri güçlerinin
yürüttüğü orantısız savaş sonucunda, lider Prabhakaran öldürerek
askeri zafer ilan edildi. Tamil Kaplanları da, silahlı mücadeleyi
bıraktıklarını...
Dahası, “Tamil halkını kurtardıkları” yönünde basına demeç veren
Sri Lanka Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü arayarak,
Kürt sorununu çözüm yöntemi konusunda, sanki aynı yöntemden
habersizmiş gibi, akıl da verdi!
Bu aklın, daha ilk anda pek çok yazar tarafından mahkum edilmesi
sevindirici. Ancak artık ne Sri Lanka’nın -toplamda 70-80 bin- son
saldırılarda 7 binden fazla sivilin öldürmesi nedeniyle savaş suçu
işlediği gerçeği, ne de kendi içinde ikiye bölündüğü anlaşılan
BM’ye yapılması olası başvuru, Tamil liderliği açısından sonucu
değiştirmiyor.
Sanırım benim için olduğu kadar, pek çok kimse için de dramatik
olan, Tamil Kaplanlarının 2005 yılındaki seçimleri boykot ederek,
istemeden de olsa Sri Lanka’da iktidara, kendilerine karşı sürekli
savaşı öngörenlerin gelmesini sağlamış olmalarıdır.
Dün bir radyoda, simültane çeviri ile dinlediğim Norveçli
Uluslararası Kalkınma Bakanı ve Uluslar arası Barış yapımcısı, Erik
Solheim’inde, mealen “Tamil Kaplanları 2002 yılında federasyon
önerisini reddederek bu çatışma ortamını hazırladılar” şeklinde,
yukarıdaki yargıyı doğrulayan sözleri oldu.
Yazının konusuna dönersek…
Her ne kadar PKK için silah bırakmak en son düşünülecek olasılık
gibi görünse de, her şeye karşın, gelişim çizgisinin oldukça esnek
olduğunu, ortaya çıkan yeni şartlara uyum ve kendini yeniden üretme
konusunda, zaman içinde büyük beceri gösterdiği sır değil.
12 Eylül ile birlikte, tam da tamamen bitirilmiş olduğu
düşünülüyorken, Diyarbakır Cezaevinden işkencelerle yeniden
doğması; arada birinde Bar Elias’a giden heyette benim de
bulunduğum süresiz ateşkes ilanları; 1999’da Abdullah Öcalan’ın
Kenya’dan getirilmesinden sonra, lideri yakalanmış halde durumu
absorbe etmesi; uzun yıllar boyunca silahlı güçlerini Türkiye
dışına çıkarması; PKK’nin en imkansız görünen politikaları, en
beklenmedik zamanda ve en net ifadelerle uygulayabildiğinin açık
göstergelerdir.
Yeniden, üstelik 1991’den bu yana, siyasallaşmayı önüne koyan bir
örgüt açısından silahlara veda hiç de uzak bir ihtimal değil. Ne
dersiniz?
23 05 2009 syurtdas@yahoo.com