Türkiye'de gazetecilere güvenilmiyor
Abone olGazetecilik, ahlaki sorumluluk isteyen mesleklerin başında geliyor. Umur Talu, gazeteciliğin Türkiye'deki etik anlayışını inceledi. Ortaya çıkan tablo, olumlu değildi.
Umur Talu, gazetecilik ve etik üzerine düşündüklerini, bize
aktardı. Talu, Türkiye'de gazetecilere olan güvensizliğin
nedenlerini de irdeledi. Talu, asıl amacı enformasyon (haber,
bilgi) taşımacılığı olan gazetecilerin tarzındaki olaylarla
ilgilenmesini ve kurum çıkarları için toplum çıkarlarını arka plana
atmasını eleştirdi.
Gazeteciliğin "etik" kuralları... Uluslararası, ulusal, örgütsel,
kurumsal "sorumluluk ve doğru davranış" metinleri iki temel amaçla
ortaya çıkmıştı.
Biri, gazeteciliğin sınırlarını belirleme işini iktidarlara,
devlete bırakmamak...
İkincisi, o şekilde idrak edilen basın özgürlüğünün "sınırsız
serbesti" sanılmasını önlemek.
Gazeteciliğin, kamusal alanda bilgi, eleştiri ve tartışma mecrası
olarak özgürlüğü ve...
İnsan hayatlarının, üstelik bir "kamu yararı" bulunmaksızın
tarumarının önlenmesi.
Açıkçası;
İçten gelen, işte edinilen, başka kültür ve ahlak değerleriyle
oluşmuş "ilkeler" dışında, mesleğin özgürlük ve etik tarihi üstüne
ancak "köşe"ye çekilince daha yoğun bilgilenebildim.
Meslekte yıllarım geçmiş, yöneticilik yapmış ve "gelenek, görenek,
sağduyu, iyi niyet" gibi unsurların katkısı ile kanunların hizaya
sokması ve habere sevgi, topluma titizlenme, bir de özsaygı
dışında, omurgayı sağlam tutmanın "meslek ilkeleri" ne fazla kafa
yormamıştım.
1995'te yöneticiliği bırakınca, "yaptığımız iş" üstüne daha fazla
düşünme, soru sorma ve bilgilenme imkânım ve vaktim oldu. Bir
manyak gibi, kullanabildiğim iki yabancı dilde kitaplar
taşıdım.
Dünyanın her tarafında, ama gerçekten her tarafında, gazetecilerin
basın özgürlüğü mücadelesi ve meslek ilkeleri üstüne oluşmuş
tarihleri ve metinleri inceledim.
Bu, bir bakıma kişisel açıdan geç çaba, 10 yıldır "Dipsiz Kuyu"da
çırpınan yazıların dışında bir meyve daha verdi.
"Meyve", bence hâlâ dünyanın en tutarlı ve ayrıntılı "gazetecilik
etiği" metinlerinden biri olan "Türkiye Gazetecileri Hak ve
Sorumluluk Bildirgesi" idi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde tartışılmış, orada
kalmamış, sivil toplum örgütlerine de açılmış, sonunda 3 bin
dolayında imzayla 1998'de bir "beyanname" olarak ilan
edilmişti.
"Bildirge"nin özü, sunuştaki şu ifadede yer almaktaydı:
"Gazetecinin özgürlükleri, hakları ve sorumlulukları arasındaki
kopmaz bağ."
"Kopmaz" demiştik de, nasıl lime lime edildiğini, koparıldığını,
abuk sabuk yamandığını bilmiyor muyduk! Kimileri "özgürlük" ten
sadece kanunlar karşısındakini anlıyor, işletme içi özgürlüklere,
vicdanın çeşitli çıkar ve baskılardan gerçekten bağımsız
kılınmasına filan yanaşmıyordu.
Kimileri "ahlaklı, sorumlu gazetecilik" noktasına geliyor; ama tüm
haberleri temiz, tüm yorumları pırıldak, tüm fotoğraf ya da
görüntüleri pak, "steril" bir gazeteciliğin dahi, bakmadıkları,
görmedikleri, vermedikleri yüzünden "özgür ve sorumlu"
olamayacağını anlamıyordu.
Belki anlıyor ama ıslık çalıyordu.
Toplumun medyaya güvensizliği denen "istatistiki" mesele, sadece
"yalan haber" yüzünden değildi.
Haber seçimi, insanların asli sıkıntılarına duyarsızlık ve
"verilmeyen, verilemeyen haberler" ile gazeteciliğin, daha ziyade
şirket ve sektör çıkarlarının kovalanması, siyasi-bürokratik bağlar
kurulması şeklindeki tezahürü asıl sorundu.
O yüzden, bir baskı kurumu olarak iktidarların parlamenter
çoğunluklar ile çıkardığı yasalara değil, "Bildirge, öncelikle
vicdanlara emanet"ti.
O yüzden, asıl mesele, "vicdan özgürlüğü"dür.
YAZI:Umur TALU
SABAH