Türkiye rektörler cumhuriyeti mi?
Abone olRektörlerin Türkiye'de 'siyaseti belirleyici' bir konumda olduğunu dile getiren Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç'ten ilginç bir analiz.
Üniversite rektörlerinin bizzat siyaseti belirleyici bir güç
haline dönüştüğünü iddia eden Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç,
başlıklı yazısında ilginç bir politik analaze yer verdi:
Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: www.yenisafak.com.tr
- Bir rektör evinde tarihi eser bulundurabilir. Onun
ayrıcalığı, dokunulmazlığı, diğer kamu görevlilerinden farkı
vardır.
Bir rektör çıkıp, bu ülkenin seçimle gelmiş meşru Başbakan'ını
"edepsizlikle" suçlayabilir, onu "zurnacı"ya, "halayık"a
benzetebilir. Bu sözler "kovuşturma nedeni" olmaz. Çünkü birinci
dereceden rektörlerden sorumlu olması gereken YÖK, bu kurumun
başkanlığını yapan zatın da belirtmiş olduğu gibi, üniversitelerin
içişlerine karışmamaktadır.
Bir rektör çıkıp, "Bizim asıl amacımız eğitim değil, kamu düzenini
korumaktır" diyebilir ve memleketin polisi, savcısı, güvenlik
birimleri bu sözleri geniş bir hoşgörüyle izler.
Rektördür.
Kafasına eseni yapar, aklına geleni konuşur.
Mesela çıkıp Yunanistan'a savaş ilan edebilir. Bir süre önce
"Türk-Yunan Barış Ödülü"nü almıştır ama bunun bir ehemmiyeti
bulunmamaktadır. Geceleri okulunda rap rap yürüyüşler, Cumhuriyet
fenerleri filan düzenler, bu etkinliğe katılmayan öğretim üyelerini
kara listeye yazar. Kimse de ona, "Bu yaptığının eğitimle, akademik
çalışmayla ne alakası var?" diye sormaz.
Rektör "bilimsel kurullara" karşı da bağımsızdır. Daha doğrusu
sorumsuzdur. Bir başkasının eserini alıp kendi eseriymiş gibi
sunar. Yaptığı intihal belgelendiği halde YÖK bu suçu müeyyidesiz
bırakır. Çünkü rektörün dokunulmazlığı vardır. Çünkü o sıradan bir
kamu görevlisi değildir. Çünkü o "Cumhuriyet'in muhafızlığını"
yapmaktadır. Bu nedenle, başkasında suç olan şey, özel konumu
nedeniyle onda suç teşkil etmemektedir.
Bir rektör çıkıp, bu ülkenin seçimle gelmiş meşru Başbakanı'na,
"Sonu, 'kara cüppeliler' diyen Menderes gibi olur" diye gözdağı
verebilir, parlamentoyu darbeyle korkutabilir.
Bir rektör "Ordu göreve" diye pankart açabilir.
Normal demokrasilerde "ağır suç" sayılan ve TCK'nın ünlü 146.
maddesini ilgilendiren bu eylem takipsiz kalır.
Bir rektör çıkıp, kendisi gibi düşünmeyenleri "vatan haini",
"satılmış", "alçak" ilan edebilir.
Hiç kimse oralı olmaz.
Bir rektör tüm siyasileri sorumsuzlukla ve beceriksizlikle
suçlayabilir; TBMM'yi takmadığını beyan edebilir. Hiçbir siyasi
tepki göstermez. Gösteremez.
Bir rektör çıkıp, okulundaki öğrencileri "indirimli otobüs
seferleri"yle Rauf Denktaş'lı, Sinan Aygün'lü Kıbrıs mitingine
taşır ve YÖK bu indirimli seferlerin hangi parayla, hangi kaynakla
sağlandığını sormaz.
Bir rektör çıkıp, yine bu ülkenin seçimle gelmiş meşru Başbakanı'nı
"baş bayi" diye sarakaya alabilir, bir Allah'ın kulu çıkıp da
"Bunlar, sizin 28 Şubat'ta karşılarında el pençe divan durduğunuz
paşalar gibi kapalı darbe yaparak iktidara gelmediler, seçim
kazandılar; sen kimsin, ne hakla böyle konuşabiliyorsun?" diye
sormaz.
Bir rektör "senato kararı" alıp "Cumhuriyetimizin temel
niteliklerini korumak ve kollamak sorumluluğunu taşıyan tüm kişi ve
kuruluşları", yani orduyu "sorumluluğun gereğini yerine getirmeye",
yani hükümetin tasarruflarına karşı darbe yapmaya çağırabilir, ama
kafasını "devlet iktidarı-parlamento iktidarı" gibi, bir
eğitimcinin ilgilenmemesi gereken konulara takmış bulunan YÖK
Başkanı bu açık darbe çağrısını takibatsız bırakır.
Dahası var.
Ama bu kadarı yeterlidir sanırım.
Bir üniversite sistemi düşünün ki, lügatında hukuk, demokrasi,
bilim, özgür düşünce yer almıyor; ama "statüko" adına ne varsa
sahipleniyor.
Bir üniversite sistemi düşünün ki, rektörleri hem siyasete, hem
hukuka, hem de ahlak ve moral değerlere karşı sınırsız bir
"dokunulmazlık hakkına" sahip...