'Türkiye neden AB'ye kabul edilmeli'
Abone ol17 Aralık zirvesi öncesi öncesi Avrupa medyası Türkiye'yi tartışıyor. Le Monde gazetesinin 12-13 Aralık 2004 tarihli sayısının serbest tribün köşesi bu konuya ayrıldı.
Le Monde gazetesinin 12-13 Aralık 2004 tarihli sayısının serbest
tribün köşesinde, sosyolog Edgar Morin, soyolog Alain Tourain,
yazar ve Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütünün eski başkanı
jean-Christophe Rufin, deneme yazarı ve köşe yazarı Guy Sorman gibi
tanınmış Fransız kanaat önderlerinin Türkiye ile ilgili makalesi:
Şunu kabul edelim: Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne girmesinin olumlu
etkiler yaratacağını düşünenlerin ileri sürdüğü mükemmel
gerekçeler, muhalefetini coğrafya ve tarih üzerinden yapan
kamoyunun direncinin yanında zayıf kalıyor. Batı Avupa’daki pek çok
kişi, Osmanlı İmparatorluğu'nun XIV. yüzyıldan itibaren Avrupalı
bir güç olduğunu, çöküşüne ve 1. Dünya Savaşı'nın ardından
Türkiye'nin doğuşuna kadar da öyle kaldığını unutmuş olmalılar.
Bugün Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişi üzerine üye ülkelerin
her birinde referandum yapılacak olsa, sonuçların her yerde olumlu
olmayacağı ihtimal dahilindedir. Ancak doğru olduğuna inandığımız
tutuma karşı bir tutuma bizi sürüklemeye çalışan kamuoyuna bir
durum hatırlatması yapmak gerekmez mi? Muhakkak ki evet. Zira
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini gerektiren asıl neden
bambaşka bir çerçevede yeralmaktadır. Bu üyelik, Avrupa'nın dünya
çapında rolünü bulması veya muhafaza etmesi, yani İslam dünyası
ile, Amerikalıların Ortadoğu'da yarattığı ilişkiden farklı bir
ilişki kurabilmesi için vazgeçilmez bir koşul oluşturmaktadır. Eğer
Avrupa, üye devletler arasındaki artan çeşitliliğin getirdiği
sorunlar tarafından git gide yutulacaksa o zaman neden Avrupa’yı
yaratıyoruz? Avrupalı devlet başkanlarının, milletvekillerinin ve
memurlarının, işlerini yapmaları ve Avrupa Birliği’nin iç
işleyişini iyileştirmeleri gerekmektedir. Kamuoyları onların
çalışmalarına açıkça itiraz etmiyorlar, ancak bu idari işleyişten
de meemnun oldukları söylenemez. Buna karşın Avrupalılar, Avrupa
Birliği’nin ekonomik gücü ile uluslararası siyasi alandaki
iktidarsızlığı arasındaki hayret verici farkın da bilincindeler.
Avrupalıların, giriştikleri her uluslararası meselede bizzat kendi
içlerinde bölünmeler yaşadıkları da bir gerçek. Ama işte tam bu
konuda bir karar almaları gerekiyor: Amerikan hegemonyasının
muhafaza edilmesine öncelik verenler bunu yüksek sesle söylesinler,
ancak diğerleri de korkularından ve ikiyüzlülüklerinden sıyrılarak,
Avrupa -veya Batı- ile İslam dünyası arasında başka bir ilişki
kurmanın mümkün olduğunu açıkça söylesinler. Tüm dünyadaki savaş ve
barışın, günümüzdeki askeri saldırılara ve terörizme son verme
kapasitemize bağlı olduğunun bilicine varsınlar. İslam dünyasıyla
ilişkilerimizde böyle bir değişim, ancak Türkiye ile ilişkilerimiz
sayesinde meydana gelebilir. Çünkü Türkiye, laiklik ve İslam
arasında bizzat yaşamakta olduğu uzlaşmayla, hasımların karşılıklı
imha edilmesinden başka çözüm yolları olduğunu kanıtlamaktadır.
Burada sorun, önyargılı kesimlerin kamuoyuna yeterince bilgi akışı
olmasını engellemesinden ve bazı kesimlerin, başka yerlerde olduğu
gibi Türkiye'de de şiddet ve savaş haricinde bir seçenek olmadığını
düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Bir çözümün mümkün olduğuna
inanmayı başaramadığımız takdirde, günümüz dünyasında bir rol
oynama ümitlerimizi terketmemiz gerekecektir. Başka bir ifadeyle,
günümüz dünyasının büyük stratejik sorunlarının çözümünde bir
rolümüz olmayacaktır: İslam ile Batı'nın karşılaşması, dünya
ekonomisine hakimiyet konusunda ABD ile Çin arasında yaşanacak
rekabet, az gelişmişliği gittikçe artan Afrika'nın hayatta kalma
mücadelesi, bunlara ilaveten, dinin kamusal yaşamdaki yeri, insan
hakarına saygı veya şimdiye kadar konferans salonlarının dışına
taşmayan kalıcı kalkınmanın gerçekleştirilmesi gibi coğrafyayla
ifade edilemeyecek bir takım sorunlara çözüm arayışında… Türkiye'yi
reddetmek, ufkumuzu daraltmak ve dünya çapında her hangi bir
sorumluluk üstlenmekten vazgeçmek anlamına gelecektir. İşi sadece
Avrupa'nın “içindeö alınacak bir karara bırakırsak, Türkiye'nin
üyeliğine taraftar ve karşı olanlar daha uzun zaman tartışırlar.
Fransa da prensipte Avrupa seviyesinde kabul edilmiş kararlara
karşı çıkarak kendini lüzumsuz risklere atmaya devam etmiş olur.
Tam tersine, Avrupa genelinde bu üyeliğe taraftar veya muhalif
olanların ileri sürdüğü tüm gerekçeleri bir an için bir tarafa
bırakarak, Avrupa'nın dünya meselelerinde ve dolayısıyla dünya
barışında nihayet başrol oyunculardan biri olması gerektiğini ve
Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne girişinin, Avrupa ve İslam dünyası
arasında yeni ilişkilerin kurulabilmesi için kesinlikle şart
olduğunu tüm gücümüzle dile getirmeliyiz.