Türkiye Kürtlerindir...
Abone olHürriyet Gazetesi'nin mottosunu değişime uğratan Yasemin Çongar'dan ironik bir başlık geldi: Türkiye Kürtlerindir...
"Onlar, Taraf’ın başından beri Türk milliyetçiliğine de,
Kürt milliyetçiliğine de karşı çıkan bir gazete olduğunu; Türklerle
Kürtlerin gerçek anlamda ve her ortamda eşit olacağı bir ülke
istediğini; “Türkiye Türklerindir” demediğini, demeyeceğini, zira
bu gazeteyi çıkaranların “Bu memleket ne kadar Türklerin ise, en az
o kadar da Kürtlerin” diye düşündüğünü kavrıyorlar."
Bu satırların sahibi Taraf Gazetesi'nden Yasemin
Çongar... Taraf yazarı bugünkü köşesinde kaleme aldığı Kürtler'le
bakın nasıl dertleşiyor:
- PKK’nın akıl ve vicdan yoksunu Reşadiye saldırısı,
Türkiye’deki Kürtlerin eşitlik mücadelesinde bir kırılma noktası
olabilirdi...
Hâlâ da olabilir ama yaklaşık iki milyon Kürdün oyuyla Meclis’e
giren Demokratik Toplum Partisi’ni, Reşadiye saldırısından dört gün
sonra “oybirliği” ile kapatan devletin, bu kırılmayı bir hayli
zorlaştırdığı da kesin.
Çarenin, Kürtlerin meşru siyaset kanallarını kapatmakta değil
aksine çoğaltmakta olduğu aşikârken; barışa giden yol, Kürt
gençlerini dağdan indirip meşru siyasete çekmekten, silahla değil
sözle hak aramaya ikna etmekten geçerken, Meclis’te grup kurmayı
başarmış bir Kürt partisinin siyaset dışına itilmesi, belki “yasaya
uygun” bir karardı ama buna cevaz veren “yasa”nın akla, vicdana,
Türkiye’nin gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uygun düştüğünü söylemek
çok zor.
Yine de, gerek Reşadiye saldırısından gerekse DTP’nin
kapatılmasından sonra, Kürt siyasetçilerinden ve sivil toplum
önderlerinden gelen tepkilerin bir kısmı bence ziyadesiyle ümit
verici.
Reşadiye saldırısının, bazı DTP’lilerin yanı sıra bazı PKK’lıların
da “aklına, vicdanına aykırı” düştüğünü, bu çevreden gelen
tepkilerden bizzat biliyorum.
Örgütün böyle bir eylemi, böyle bir zaman ve yerde
gerçekleştirmesinin, bu ülkede eşitlik mücadelesi veren, barışı
isteyen ve siyaset yapmakta ısrarlı Kürtlere ne büyük bir zarar
verdiğini, onların işini nasıl da zorlaştırdığını en iyi Kürtler
anlıyor zira.
Onlardan bazıları PKK’yı doğrudan eleştirdi; bazıları ise eylemin
“karanlık” olduğunu, PKK üstlense bile “işin içinde başka bir iş
olduğunu” söyleyerek sorguladılar Reşadiye saldırısını.
Bence, DTP’nin kapatılmasının kısa vadedeki en olumsuz
sonuçlarından biri, işte bu sorgulamayı, bu kırılmayı
zorlaştırması...
Buna karşın, Reşadiye saldırısına da DTP’nin kapatılmasına da tepki
duyan kesimde, bu yaşananlardan, “Madem siyaset kanallarını
kapatıyorlar, öyleyse dağa gitmeye, savaşmaya devam” sonucunu
çıkarmayan, tam tersine, Meclis’in dışında bile olsa siyasetin
içinde kalmak ve şiddeti reddetmek konusunda ısrarlı olunması
gerektiğini savunan Kürtler çoğunlukta.
İşte o Kürtler, örgütün Reşadiye saldırısını üstlenmesi üzerine
attığımız “PKK iki halkın da düşmanı” manşeti ile DTP’nin
kapatılmasına tepki veren “Türkiye’yi Ankara’da böldüler”
manşetinin, aynı aklın, aynı vicdanın sesi olduğunu; iki manşetin
de aslında aynı şeyi söylediğini gayet iyi kavrayabiliyorlar.
Taraf’ı ekranda göstererek “Türk gazetelerini satın almayın”
çağrısı yapan Roj TV’nin tutumunu, akıllarında ve
vicdanlarında sorgulayıp bu çağrıya uymayan da o Kürtler zaten.
Onlar, Taraf’ın başından beri Türk milliyetçiliğine de,
Kürt milliyetçiliğine de karşı çıkan bir gazete olduğunu; Türklerle
Kürtlerin gerçek anlamda ve her ortamda eşit olacağı bir ülke
istediğini; “Türkiye Türklerindir” demediğini, demeyeceğini, zira
bu gazeteyi çıkaranların “Bu memleket ne kadar Türklerin ise, en az
o kadar da Kürtlerin” diye düşündüğünü kavrıyorlar.
Ama burada anlatmak istediğim asıl mesele Taraf’la ilgili
değil...
Asıl mesele, Türkiye’de yayımlanan bir gazetenin ya da Türkiye’de
siyaset yapan bir siyasi partinin, kendisini “Türklük” ya da
“Kürtlük” sınırlarına hapsetmeden var olmayı deneyebilmesi
meselesi.
Taraf, en az Türkler kadar Kürt okurlara da satmayı başından
beri hedeflediği ve bu hedefe de ulaştığı için bugün diğer bütün
“Türk” gazetelerinden de, “Kürt” gazetelerinden de ayrılıyor.
Ve DTP’li arkadaşlarımız gücenmesinler ama, AKP de hem
Türklerden hem Kürtlerden oy alabildiği, bu ülkedeki her üç Kürt
seçmenden ikisinin oyunu kazandığı için, eksik de olsa, yavaş da
olsa “Kürt açılımı” diye kolları sıvayabilen, bunun için siyasi
risk alabilen yegâne parti bugün.
Esasen, Reşadiye saldırısı ve DTP’nin kapatılması ardından, her iki
darbeyle biraz daha sıkıştıklarını hisseden Kürt siyasetçilerin ve
sivil toplum önderlerinin yapması gereken ve, ilk işaretlerden
anladığım kadarıyla, içten içe yapmaya başladıkları muhasebe de
bu.
Milletvekilliği düşürülüp beş yıl siyaset yasağı alan Aysel
Tuğluk’un, bu karardan sonra söylediği, “Hepimiz belki
yeniden düşünüp barışa ve demokrasiye dair sorumluluklarımızı
hatırlamalıyız. Nerelerde yanlışlar yapıldı ve nerelerde
eksiklikler var? Herkes bunu düşünmeli. Çünkü şuna inanıyorum ki ya
birlikte kazanırız ya birlikte kaybederiz. Üçüncü bir yol
yok” sözünü ben bu açıdan olumlu bir işaret sayıyorum.
Aynı şekilde, Kürt siyasetinin en makul, en barışçı seslerinden
Ahmet Türk’ün dün bir yandan sine-i millet kararını açıklarken,
diğer yandan Ankara’ya “Kürt açılımını yeniden gözden geçirin, biz
umudumuzu koruyoruz” diye seslenmesini de önemsiyorum.
Şimdi Meclis’ten istifa eden DTP’liler kadar, DTP dışında ve PKK’ya
rağmen siyaset yapma arayışında olan Kürtler açısından da karar
zamanı... Reşadiye saldırısının “savunulamaz”, DTP’nin
kapatılmasının “yanlış” ve Türkiye’nin, “Türklerin olduğu kadar
Kürtlerin de memleketi” olduğunu düşünen her Kürt, bu üç fikri
buluşturacak bir siyaseti kurmak için çalışmaya
başlamalı.
Onlara, kapatılan HEP’in eski genel başkanı Feridun Yazar’ın şu
sözleri rehberlik edebilir belki:
“DTP’nin kapatılması sonrası Kürtlerin önünde iki yol var. Ya bir
Türkiye partisi oluşturacaklar ya da marjinal, milliyetçi bir
parti...”
İlk yolu seçen Kürtlerin sayısı ne kadar çok, sesleri ne kadar gür
olursa, bu ülkede eşitliğin, adaletin ve barışın kurulmasının da o
kadar kolay, o kadar yakın olacağına inanıyorum.