Türkiye için reklam vakti
Abone olRamazan Bayramı henüz gelmedi; ama ekranlar Ramazan bereketiyle bayram ediyor. TV ekranlarında İlgili ilgisiz her reklamRamazana, iftar sofralarına bağlanıyor.
Davullar çalınıyor, Karagöz oynatılıyor. Ekranlara bakılırsa
oruç ayı çoktan tüketim festivaline dönüşmüş bile... Eğer Ramazan
ayında Türkiye’ye gelmiş, oruç ve bu mübarek ay hakkında hiçbir şey
bilmeyen bir yabancı olsanız, bir akşam izleyeceğiniz reklamlardan
sonra “Ramazan tıka basa yemek yeme ayı, Cola da bu ayın milli
içeceğiymiş” şeklinde düşünmeniz kaçınılmaz. Çünkü daha Ramazan
gelmeden kırmızı—yeşil kapaklı kola şişeleri kucaklarda oradan
oraya koşuşturmaya, kangal sucuklar ekranları doldurmaya, fesli ve
badem bıyıklı bonuslar cüzdanlardan zıplamaya başlamıştı.
Eğitimleri, ekonomik gelirleri ve memleketleri farklı insanlar
yemek için adeta yarışıyorlardı. Ramazan ayının gelmesiyle birlikte
firmalar birbiriyle acımasız bir yarışa giriyordu. Burger King’ler
‘Ramazan Mönüsü’yle, McDonalds saray tatlılarıyla, hazır gıda
firmaları dondurulmuş ürünleriyle adeta kuş sütü eksik iftar
sofraları öneriyordu. Peki ama, oruç ayı Ramazan paylaşmayı ve
tevazuyu tavsiye etmiyor muydu? Yoksa Ramazan, yeme içme, tüketme
yarışının bir parçası haline gelmişti de haberimiz mi yoktu?
Geleneksel değerler kurnazca işleniyor Ramazan ayının başlaması ile
birlikte ilgili ilgisiz her markanın Ramazanla bağdaştırılmaya
çalışılmasının reklam dünyasının aldığı tavırla ilgili olduğunu
söylüyor iletişim uzmanı Dr. Yalçın Çetinkaya. Geleneksel
değerlerin reklamcıların yeni oyuncağı olduğuna işaret ederek,
“Reklamın işlevi ve amacı ile Ramazan ayının anlamı arasında derin
bir uyumsuzluk ve çelişki var. Bugünlerde yayınlanan bol mönülü
iftar sofralı reklamlar, Ramazanın sadece zengin sofralarına
geldiğini, sanki Ramazanın iftar ve sahur sofralarını kuş sütüne
varıncaya kadar donatmak ve tıka basa yemek anlamını taşıdığını
düşündürüyor” diyor. Muhafazakarlığın reklam dünyasında yükselen
değer haline gelmesinin yanında yeni kuşak reklamcıların geleneksel
değerleri de “kurnazca” işlediklerini dile getiriyor; “Geleneksel
değerleri kullanıyor görünmek, bir reklamcı kurnazlığı ve
işgüzarlığından başka bir şey değil. İzleyiciyi duygulandıracak ve
tanıttığı ürün lehine harekete geçirecek, kısaca satışın artmasına
katkıda bulunacak her şeyi kullanır reklamcı. Kullanıyor da
nitekim.” Çetinkaya, eleştirisi yanında bu tip reklamlar arasında
Ramazanın ruhuna uygun reklamların başarıyla ekranlara taşındığını
söylüyor. Bu anlamda Cola Turka ve Coca Cola reklamlarını başarılı
bulduğunu söylüyor. Paylaşmayı teşvik eden reklamların zaten bizim
kültürümüzde olan “sofraya bir tabak daha koyma” esprisini güzel
yakaladığına değinen Çetinkaya’ya göre, gelenekler önümüzdeki
dönemde de sıklıkla kullanılan bir argüman olacak. Son derece doğal
Reklam dünyasının yakından tanıdığı Bersay İletişim Başkanı Ali
Saydam ise Ramazan ayında bu tip reklamların ekranları kaplamasını
“son derece doğal” buluyor. Reklamın manevi veya kültürel amaç
gütmediğini, sadece bir fikri, ürünü ya da hizmeti karşı tarafa
satmak için araç olduğunu söylüyor. Kültürle uyuşmayan reklamların
sonuç vermeyeceğini söyleyen Saydam, toplumumuzun asırlardır
zihnine yerleşmiş olan Ramazan kültürünün, reklamlarda sık yer
almasını normal karşılıyor. Son birkaç senedir Ramazanla ilgili
reklamların artışını ise Türkiye’nin geçirdiği süreçle
ilişkilendiriyor; “Alman rasyonalizminden etkilenen Türkiye, İslamî
kesimi, baskı altına almıştı. Özal döneminde yaşanan kırılmayla
İslamî kesim üzerindeki kabuğu kırdı ve dışarısı ile diyalog
kurmaya başladı. Bu süreç AK Parti’nin iktidara gelmesine kadar
devam etti.” Sürecin hâlâ devam ettiğini söyleyen Saydam, 3
Kasım’da alınan seçim sonucunun önemli bir adım olduğunu dile
getiriyor. Ramazanla ilgili yapılan reklamların artışını da,
yaşanan bu sürecin sonuçlarından biri olarak değerlendiren Saydam,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini yeniden bulmaya çalıştığını ifade
ediyor. Saydam, her ne kadar dini ve kültürel etkileşimlerden
reklamların içeriği etkilense de, reklamların bir dininin
olmadığını aktarıyor. Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Dekan Vekili Prof. Dr. Ünsal Oskay, insanın zihnindeki hiçbir
şeyin, diğer şeylerle ilişkisi olmadığı varsayımından yola çıkarak
reklamların zemininin oluşturulduğunu vurguluyor. “Ramazanın
atmosferini en yoğun yaşayan insanın dahi kafasının başka bir
bölümünde tıka basa yemek yemek vardır” diyen Oskay, reklamcıların
bundan hareket ederek reklam filmlerini hazırladığını söylüyor.
Ramazanla ilgili çekilen reklamlarda dini istismar olmadığını
söyleyen Oskay’a göre; “Reklamcı, sadece satacağı ürünü düşünmez.
En iyi satış yolunun, muhtemel tüketicisine, o ürünün kendisini ve
hayat tarzını satmakla mümkün olduğunu bilir.” Oskay, bu nedenle
Ramazan ayında yapılan bir bisküvi reklamında, bisküvinin değil
oruç tutan adamın reklamının yapılacağını söylüyor. Reklamcılıkta,
insanlarda aptallıkmış gibi görünen; fakat gerçekte hiç de aptallık
olmayan hayat tarzının tekrar tekrar her defasında biraz daha
zenginleştirilerek tüketiciye sunulduğunu aktaran Oskay, alternatif
bir hayat düşünülmeden bu hayatın yaşatıldığını söylüyor. Ramazan
ayında çekilecek bir bisküvi reklamının bu ayın değerlerini içinde
barındıran unsurlar taşıyacağını, aynı reklamın bir ay sonraki
bölümünde bir askerin, nisanda ise kırdaki sevgililerin rol
almasının doğal olduğunu söylüyor. Dine ilgi reklamlara da yansıyor
Reklam Eleştirmeni Ali Atıf Bir, reklamların sosyal olaylardan
etkilendiğine değiniyor. Son dönemde dine olan ilginin artışının
reklamlarda da karşılık bulduğunu söyleyen Bir, reklamın toplumsal
dönüşümün bir yansıması olduğunu söylüyor. “Türkiye modernlikten
postmodernliğe geçiyor, bu süreçte Ramazanın tüketime yorumunu
yaşıyoruz” diyen Bir, reklamlarda sömürünün meşru bir araç olduğunu
söyleyerek dini bir sömürünün R0samazan reklamlarında söz konusu
olmadığını da sözlerine ekliyor. Haber: Tuğba Özden Kaynak:
Aksiyon