'Türkiye ÖCÜ değil!"
Abone olTürkiye'ye karşı ön yargısı olan ülkelere, Ümit Boyner işte bu sözlerle seslenecek. Boyner ve arkadaşları, Türkiye'nin ÖCÜ olmadığına ilişkin kampanyası başlatıyor.
Röportaj: Funda Özkan
Kaynak:
NEDEN ÜMİT BOYNER?
Malum, Avrupa kamuoyuna Türkiye önyargısı hâkim. Son yapılan
kamuoyu araştırmalarından birinde Avrupa'nın yüzde 52'sinin
Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğu sonucu çıktı. Türkiye'ye en çok
tepki gösterenler ise Avusturyalılar, Almanlar ve Fransızlar. Tüm
kamuyou araştırmalarında aslında üç aşağı beş yukarı hep benzer
sonuç alınıyor. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) de
uzun müzakere sürecinde, Türkiye'nin Avrupa komuoyunda tanıtımı
için kolları sıvadı. Tanıtım çalışmalarını yürütecek komisyonun
başkanlığını, TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi Ümit Boyner üstlendi.
TÜSİAD üyelerinden toplanan 1.5 milyon avroluk bütçeyle ilk 15 ayda
hedefleri Fransa, Almanya ve Avusturya'ya yönelik tanıtım
kampanyası yürütmek. Tanıtım komisyonu, özellikle TÜSİAD üyeleri
nezdinde rüştünü ispat edebilirse daha sonraki dönemde bütçeleri de
büyüyecek.
Boyner Holding Yönetim Kurulu üyesi de olan Ümit Boyner ile bir
diğer şapkaları, KAGİDER (Kadın Girişimciler Derneği) Yönetim
Kurulu Başkan Yardımcısı ve Kadın Fonu Başkanı olarak kadın
sorunlarını da konuştuk.
TÜSİAD, Avrupa kamuoyunda Türkiye'nin tanıtılması görevini niye
üstlendi?
Müzakerelerin başlanmasına karar verildiği 17 Aralık zirvesi
öncesinde de TÜSİAD, AB'nin çeşitli mercilerinde ve üye ülkelerdeki
muhatabı olan işadamları dernekleriyle ilişkilerinde zaten ciddi
şekilde bu işi yapıyordu. Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde yer alması
için ciddi çalışmalar yaptık, açıkçası biz Türkiye'nin üyeliği
mücadelesinde TÜSİAD'ın etkili olduğunu düşünüyoruz.
17 Aralık sonrası TÜSİAD üyelerinden şöyle bir talep geldi:
Türkiye'nin Avrupa kamuoyunda tanıtımı. Çünkü bizim esas
proplemimiz iş dünyası değil. Tabii ki iş dünyasında da birtakım
problemler var ama asıl sorun başka. Avrupalı siyasilere de eğer
ideolojik ciddi bir Türkiye karşıtlığı taşımıyorsa, kendimizi
anlatmamız ve hak ettiğimizi kazanmamız kolay. Çünkü Türkiye'nin
ekonomik gücünü, siyasi önemini biliyorlar. Ancak kamuoyunda
özellikle Türkiye'ye hiç gelmemiş, Türkiye'yi hiç görmemiş
kamuoyunda çok ciddi bir Türkiye'yi bilmemek veya Türkiye karşıtı
olma durumu var. Onları kazanmak zorundayız. Hele referandumlar söz
konusu olacaksa veya müzakere süreci sonunda bütün ülkelerin
kabulünü almak istiyorsak kamuoylarına nüfuz etmeliyiz.
Türkiye'nin de bu konuda çok ciddi bir zaafı var. Türkiye hiçbir
zaman bir marka olamamış. Türkiye kötü, yanlış, eksik tanıtılmış
değil, aksine Türkiye hiç tanıtılmamış. Küresel gücünü, etnik
zenginliğini, kültürel zenginliğini, coğrafyasını göz önüne
alırsak, bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman Türkiye çok
güzel bir marka olabilirmiş aslında. Tam tersine, meydan boş
kaldığı için de Türkiye karşıtlarının, ideolojik olarak Türkiye'yi
istemeyenlerin bizi kullanabileceği siyasi malzeme haline
getirilebileceği bir ülke haline gelmişiz.
Onun için yeni yönetim kurulu görevinde komisyon oluşturulmasına
karar verildi. Yönetim kurulu üyesi olduğum zaman "Böyle bir
komisyon kuruluyor. Siz ilgi duyar mısınız, düşünür müsünüz"
dediler. Açıkçası hiç düşünmeden kabul ettim.
Tanıtım Komisyonu'nda kimler görev aldı?
Komisyonda TÜSİAD üyelerinden çok değerli arkadaşlarım var, çok
ciddi bir takım oyunu oynanıyor. Hepsi ciddi enerji, zaman ve
mesleki birikimlerini aktarıyor. Bunu tamamıyla gönüllülük esasına
dayanarak veriyorlar. Mesela enteresan bir isim, Guiseppe Farina,
(AVEA'yı Aycell ile kuran Aria'nın genel müdürü olarak Türkiye'ye
gelmişti. Halen AVEA Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve
Telecomİtalia Türkiye Grup Temsilcisi.) daha bir tane toplantımızı
atlamadı. TÜSİAD'ın eski başkanlarından Erkut Yücaoğlu var. Yiğit
Şardan çok önemli katkıda bulunuyor. Ayrıca Aldo Kaslowski, Tuncay
Özilhan, Şefika Pekin Barlas, Nuri Çolakoğlu, Bülent Durlanık,
Aykut Eken, Çiğdem Erkman, Mustafa Fethi Gürbüz, Bike Gürsel, Naim
Koçer, Aylin Arıcan Mccarthy, Barış Öney, Esen Talu, Bülent Tosun
ve Bahadır Kaleağası yer alıyor.
Bir de danışma kurulu oluşturduk. Danışma Kurulu'nun başında Tuncay
Özilhan (TÜSİAD'ın eski yönetim kurulu başkanlarından) var. 30
üyemizden oluşacak bu danışma kurulunu senede iki kere
toplayacağız. Projelerimizi, nakit durumumuzu, öz kaynakları nasıl
kullandığımızı anlatacağız, tavsiye alacağız. Onun dışında Yüksek
İstişare Kurulları'nda gelirlerimizi, yaptıklarımızı aynı şekilde
açıklayacağız. Dış Tanıtım Komisyonu'nun neler yaptığını hesabını,
kitabını çok şeffaf bir şekilde görme, eleştiride bulunma, katkıda
bulunma fırsatına erişebilecekler.
Bugüne kadar neler yaptınız?
Dedik ki biz Türkiye tanıtımı yapacaksak ne eksende bunu
yapmalıyız? Turizm var, kültür var, Türk insanı var, bir sürü şey
olabilir. İlk etapta kendi üyemiz olan Türkiye'de faal yabancı
şirketlerin yöneticilerini ve bizim üyemiz olmayan İtalya'dan
başlayıp tüm İskandinav ülkelerine kadar hepsini teker teker masa
etrafında bir araya getirerek beyin fırtınaları yaptık. 'Sizlerin
kamuoyunda Türkiye'nin imajı nedir? Negatif olarak nedir? Pozitif
olarak nedir? Biz de nasıl mesajlar vermeliyiz ve hangi yöntemle
kime ne vermeliyiz?' sorularına aşağı yukarı on değişik toplantıda
Avrupa Birliği'ne üye değişik ülkelerden bilgileri aldık.
'İmajımız nedir?' sorusuna, bizim bildiklerimizin dışında çok
istisna yanıtlar geldi mi?
Aslında hayır. İki tane ana konu ortaya çıktı. Yabancı
işadamlarından sonra buradaki yabancı basın temsilcileriyle de aynı
toplantıları yaptık. Biliyorsunuz ciddi bir basın problemimiz de
var. Türkiye ile ilgili on tane şey olsa bunlardan beş tanesi iyi
olsa hiç biri yer almaz. Kötü olan beşi mutlaka yer alır. Mesela
Economist dergisi Türkiye'nin ekonomik hayatıyla ilgili haber
yapar, o habere de mutlaka cami ve çarşaflı kadın fotoğrafı
kullanır. Türkiye'de cami de var çarşaflı kadın da. Ben bunları yok
saymıyorum ama madem ki haber konusu ekonomik hayat, Türkiye'de
fabrikalar da var, işçiler de, şehirler de var. Hep belli bir şeye
kilitlenmiş basınla da karşı karşıyayız. Ve biz gördük ki AB'de iki
tane çok önemli korku var Türkiye ile ilgili. Birincisi Türkiye'nin
ekonomik olarak çok güçsüz bir ülke olduğu korkusu. Türkiye AB'ye
girerse 70 milyonun koştura koştura Avrupa'ya gidip onların
işlerine el koyacağı korkusu hâkim. 'Zaten ekonomik olarak
sıkıntılı bir dönem yaşıyor Avrupa. Bir de Türkleri mi
ekleyeceğiz?' korkusu hâkim.
İkincisi de Türkler Viyana'ya girdiden tutun da İslam'a kadar
dünyadaki konjontüre de paralel, 'İslami terör' konseptinin ortaya
çıkmasıyla İslam ve Müslüman olmakla demokrasinin bir araya
gelmesini Avrupalılar kavrayamıyor. Bu ikisi dışında da var tabii
bir sürü şeyler Kıbrıs sorunu var, Ermeni sorunu var. Bunlar da
önemli ama saydığım iki konu çok önemli.
Bir de kadın konusunda Türkiye olarak maalesef kendimizi hiç
anlatamadık. Türkiye bugüne kadar kadınları ile ilgili çok daha
fazla şey yapmış olsaydı, mümkün olduğunca kadın politikası olsaydı
inanın ki çok farklı bir yerde olurduk. Çünkü kadın da
gelişmişliğin, demokrasinin simgesi.
Tanıtıma siz nereden başlayacaksınız?
Sonuçta kısık bir bütçeyle başlıyoruz. TÜSİAD Tanıtım Komisyonu
olarak ilk on beş ayda yaptıklarımız çok önemli. İlk yapacağımız
birkaç etkinlikle öyle bir etki yaratıp, devamındaki çalışmalar
için hazırlanmalıyız ki destek devam etsin. Hem kamuoyunun başka
kesimlerinden destek alabilelim, hem de biz örnek olabilelim. Onun
için de kendimize ilk on beş ay için seçtiğimiz slogan, 'Türkiye
bir endüstri ülkesidir.'
Bu slogan kendi içinde de çok farklı kavramları taşıyor. Bir
endüstri ülkesi demek zaten modern, gelişen, işgücü yaratan, özel
sektörü kuvvetli, kurumsallaşmaya yönelik, genç dinamik bir ülke
imajı veriyor. Esas anlatacağımız başlığın altında, 'kadının iş
dünyasındaki rolü, kadının üretime katkısı' olabilir. Kadın
konusuna da böyle girmeyi düşünüyoruz.
'Türkiye bir endüstri ülkesidir' sloganıyla tanıtımı yapacağımız üç
tane ülke seçtik ilk on beş ay için. Fransa, Almanya ve Avusturya.
Bu üç ülkeyi seçmemizin nedeni hem referandum sonuçları, hem üyelik
mücadelemizde en zor ülke olmaları hem de özellikle Almanya'nın ve
Fransa'nın etrafındaki başka ülkeleri etkileyici özellikler taşıyor
olmaları. Avusturya da yapı olarak, ideolojik Türk düşmanlığını
taşısa da bu tamamen Türkiye'yi hiç tanımadıklarından
kaynaklanıyor. Avusturya'da Türkiye ile ilgili dogmatik birtakım
şeylerin olduğunu düşünüyoruz. Onun için de kolay kazanabileceğimiz
bir yer.
İnsanlar için en can alıcı nokta hayat kaliteleri. Biz bu noktada
kendimizi anlatırsak, "Biz sizin için tehlike değiliz"i
anlatabilirsek, bizim aslında gelişmiş bir ekonomimiz var
söyleyebilirsek, başarılı oluruz. Ekonomik büyüklük olarak Türkiye
yeni aday olmuş ülkelerden çok daha büyük. Bütün Avrupa Birliği'nin
içine baktığınız zaman yedinci sırada geliyoruz ekonomik hacim
açısından.
Bu ekonomik büyüklük zaten başımıza dert oluyor mu?
Ama neticede biz kendi kendimize yetebilecek bir ülkeyiz. Müzakere
sürecinde Türkiye'ye yabancı yatırım geliyor. Yatırım ortamı
düzeliyor. Ve burası aslında Avrupa için bir piyasa. Avrupa işgücü
için de bir piyasa, yani biz Avrupa'ya gitmeyeceğiz aksine
Avrupalılar işgücü olarak buraya gelecekler. Ve bu süreç içinde
zaten Türkiye, ekonomisini kendi halkı için de daha fazla istihdam
yaratabilecek hale getirecek. Bunları tüm açıklığıyla ortaya koymak
istiyoruz. Zaten bu buzu kırabilirsek ondan sonra daha saf konulara
yönelebiliriz. Mesela İslam'ın ne olduğunu anlatabiliriz. Yani
İslam ve demokrasinin nasıl bir arada olabildiği'ni anlatabiliriz
veya 'Ermeni konusu nedir?' gibi daha şu anda Avrupa'da insanların
duyduğu zaman tepki gösterdikleri konular olabilir. Ermeni konusu
çok enteresan bir şey 'aman' dediler bu konuda konuşmayın. Akademik
çalışma çok farklı olabilir ama kalkıp da bir sivil toplum örgütü,
'esasen bu konu şöyledir' dediği anda doğru bile olsa, bu bir
propaganda olarak algılanıyor. Kulaklar kapanıyor. Birtakım buzları
kırmak lazım. Onları kırdıktan sonra yavaş yavaş diğer konulara,
ülkelere geçmeyi planlıyoruz.
Neler yapacaksınız?
Açıkçası biz tanıtım yapmak istiyoruz, propaganda değil. Olduğumuz
gibi, tüm özelliklerimizle Avrupa'nın bize ihtiyacı olduğunu
düşünüyoruz. Avrupa'nın demokratik anlamda devamlılığı için,
Avrupa'nın dünyanın bu kısmıyla biraz daha kucaklaşabilmesi için ve
her şekilde katacağımız çok şey olduğunu düşünüyoruz.
Bütçeniz nedir?
Biz 1.5 milyon avroyla başlıyoruz. İlk on beş aydaki harcama planı
bu.
Türkiye'nin en zengin kulübü olarak 1.5 milyon avro az değil
mi?
Değil. Burada komisyona büyük görev düşüyor. Çünkü hiç kimse tam
olarak ne yapacağını bilmediği bir şeye baştan büyük paralar
vermez. Daha başında 'Bizim kafamızda böyle bir şeyler var. Bize bu
kadar para çıkarın' demek bence profesyonelce değil, akıllıca da
değil. O açıdan ilk 15 ay yapacaklarımız çok önemli. Biz şunları
yaptık dedikten sonra destek istemek çok daha kolay olacak. Doğru
çalışmayı ortaya koyabilirsek, üyelerimizden, hatta fonlardan ki bu
konuda AB fonları var, destek alabileceğiz.
'Hayata nasıl baktığınız önemli'
Kadın girişimcilerin derneği KAGİDER'in de kurucularındansınız.
KAGİDER'i tanımayan okuyuculara kısaca anlatalım. KAGİDER'in
misyonu kadın girişimci sayısını artırmak, ekonomik hayatta daha
fazla kadının yer almasını sağlamak. Sizlere "Ekonomik gücünüzle,
eğitiminizle, iş hayatındaki konumunuzla toplumdaki nadir şanslı
kadınlardansınız. Ne anlarsınız kadınların sorunlarından?" diyenler
oluyor. Kadınların sorunlarını gerçekten biliyor musunuz?
Hayata nasıl baktığınızla ilgili. Eğer önemli olan sadece kendi
yaşadığınız ev, görüştüğünüz üçbeş arkadaşınız ise kadınların
sorunlarıyla da, hiçbir sorunla da ilgilenmeyebilirsiniz ama eğer
yaşadığınız yer Türkiye gibi bir yer ise... Türkiye sosyal devlet
değil. Bunu bilip de 'herkes kendi bacağından asılır' demek korkunç
bir şey.
KAGİDER bünyesindeki, başkanı olduğunuz Kadın Fonu neler
yapıyor?
Kadının sosyal, siyasal, ekonomik olarak yükselmesi için çalışan
tüm sivil toplum kuruluşlarına fon sağlıyor. Proje yapmıyoruz,
geliştirmiyoruz ama projelere fon buluyoruz. Çünkü çoğu kadın
kuruluşunun ciddi fon sıkıntısı var. Dünyada olsun, AB'de olsun
fonlar var ama bu fonlardan destek alabilmek için belli bir
geliriniz olması lazım, belli düzeyde yöneticileriniz olması lazım
ki o başvuru formlarını hazırlayabilirsiniz. Bize başvurmak ise çok
daha kolay. Aynı lisanı konuşuyoruz. Türkiye'nin her yerinde bu tip
sivil toplum kuruluşlarını destekliyoruz.
Öncelik verdiğiniz konular neler?
Kadın girişimciliğinden, kadına karşı şiddete kadar kadınların
hayatını ve toplumsal dinamiğini dönüştürücü projeler. Çok geniş
bir anlam taşıyor ama buna danışma kurulumuz ve seçici kurumlarımız
karar veriyor. Kaç kadının hayatını etkilediği önemli bir kriter.
Örneğin destek verdiğimiz kadın kuruluşlarından birinin çok önemli
bir misyonu olduğunu düşündük. Kadın akademileri kuruyor, kadınları
eğitiyor, bu arada da kirasını ödemek zorunda ve bağış yaratabilen
yapısı da yok. Biz oraya böyle bir katkıda bulunduk.
AKP'nin kadın politikası yok
Kadınlar için fırsat eşitliği yaratılmasında AKP hükümetinin
politikalarını nasıl buluyorsunuz?
Bence AKP'nin burada hiçbir politikası yok. Ben bunu görmedim,
duymadım.
Esasen en çok duymak istediğimiz şeylerden biri. Bu hükümet AB
istedi diye yapıyor demek istemiyorum ama AB projesine girdiysek
kadın politikası olmamasının anlaşılır hiçbir yanı yok. Kadından
sorumlu Devlet Bakanı var ama bu bir politika olması demek
değil.
Kadından sorumlu Devlet Bakanı sizce ne kadar aktif, etkili?
Tabii yeni geldi Nimet hanım. (Nimet Çubukçu) hiç tanışmadım,
bilmiyorum. Daha önceki bakan (Güldal Akşit) genelde açıktı
diyaloğa, çok rahat görüşebiliyorduk. Ama hep bize sürekli kaynak
sıkıntısından bahsediyordu. Kadın Sorunları Genel Müdürlüğü diye
bir yapı var ama bütçesi yoktu. Aslında parlamentodaki diğer bütün
kadın üyelerin de buna karşı çıkması gerekiyor. Bu bir AKP sorunu
değil ki, CHP'nin de kadın politikası için destek vermesi
lazım.
Hükümetin nasıl bir kadın politikası olması gerekir?
En can alıcı yerden başlayalım.
Türkiye bugüne kadar kız çocuklarının eğitimine para harcamamış.
Dip nokta eğitimden, her türlü noktaya gelebiliriz, kadınların
parlamentoda temsiline, kadınların sosyal haklarına kadar.