Türkiye Antartika'ya çıkıyor
Abone olAntartika; dünyanın yüzde 10’u. Kıta buzullar, penguenler ve balinalardan ibaret değil. Doğal kaynaklar göz kamaştırıyor, suları dünyanın en verimli canlı rezervine sahip.
Kıtada Bulgaristan bile hak sahibi olduğunu öne sürüyor,
İran kıtaya gidiş geliş için okyanus aşırı yolculuklar için inşa
ettiği gemisini bitirmek üzere...
1988 yılında Antarktika üzerinde söz sahibi olan 25 devletin
oydaşma yoluyla hazırladığı “Antarktika’nın Maden Kaynaklarının
İşletilmesinin Düzenlenmesi Sözleşmesi” (CRAMRA), Fransa ve
Avustralya’nın dünya kamuoyundan gelen tepkiler sonucu geri adım
atması ile yürürlüğe girmedi. 1991 yılında hazırlanan Çevre Koruma
Protokolü ile Antarktika madenlerinin işletilmesi 50 yıl boyunca
yasaklandı. 60 Derece Güney Enlemin altında kalan çok zengin doğal
kaynakların özellikle İngiltere ve Yeni Zelanda tarafından
işletilmesinden endişe duyan “üçüncü dünya” devletleri soğuk
savaşın bitmesinin ardından önce 1961 tarihli Antarktika
Antlaşması’na, ardından 1991 tarihli Çevre Koruma Protokolüne taraf
olmaya başladılar. Bunun sonucu olarak 1990’lı yıllarda Kıta’nın
yönetimde söz sahibi olan “Aristokratik Kulüpte” yer alan
devletlerin sayısı 28’e; Antarktika Antlaşması’na taraf olan
devletlerin sayısı 44’e yükseldi. Türkiye de Kıta’ya yönelik olarak
çevre koruma tartışmalarının yaşandığı 1990’lı yıllarda Çevre
Bakanlığı Dı ş İlişkiler Daire Başkanlığı’nın öncülüğünde 1995
yılında Antarktika Antlaşması’na sessiz sedasız katıldı. Çevre
Koruma Protokolünün 1998’de yürürlüğe girmesiyle 2048’de bitecek 50
yıllık maden işletme yasağı başlamış oldu.
50 ülke anlaşmada
2000’li yıllarda, Belarus, Estonya, Malezya, Monako, Pakistan ve en
son 29 Ocak 2010’da Portekiz’in katılımı ile Antarktika
Antlaşması’na taraf olan devletlerin sayısı 50’ye çıktı. Antarktika
Antlaşması, Kıta üzerinde egemenlik iddiasında bulunan 7 devletin
(Arjantin, Avustralya, Şili, Fransa, Yeni Zelanda, Norveç ve
Birleşik Krallık) egemenlik iddialarını dondurmuş; yeni toprak
talebinde bulunmayı yasaklamıştır. Bununla birlikte, Antarktika’da
bilimsel araştırmada bulunmak ve/veya üs kurmak isteyen devletler
anılan devletlerin rızasını aramaksızın hareket edebilmekte. Kıta
ile ilgili olan devletlerin Antlaşma’ya taraf olmasına da gerek
bulunmamakta.
‘Bunlar işgalci!’
Dünyanın yüzde 10’unun bir avuç devlet tarafından paylaşılmasını
doğru bulmayan kimi devletler Birleşmiş Milletler’in (BM)
kurulmasının ardından buzullar ülkesinin hukuki rejimini tartışmaya
açtılar. Antarktika Antlaşmalar Sistemi’nin radikal bir biçimde
revizyondan geçirilmesi konusunda ilk eleştiriler 1982 yılında
Malezya’nın o dönemki Başbakanı Mahatir bin Mohamad’in başında
bulunduğu bağlantısızlar grubundan geldi. Dr. Mohamad, Antarktika
üzerinde egemenlik iddiasında bulunan devletleri her platforma
“işgalci” olarak nitelendirdi. Malezya’nın da dahil bulunduğu
özellikle İslam ülkeleri bloğu ile Afrika ülkeleri Antarktika’nın
“insanlığın ortak mirası” olması gerektiği hususunda eleştirilerini
bugün de sürdürmekteler. 1980’li yıllarda mevcut statükoyu BM
çatısı altında değiştirmeye güç yetiremeyen devletler,
Antarktika’da yürüttükleri bilimsel araştırmalar ve üsleri
vasıtasıyla Kıta’da “ben varım” diyor ve Kıta’nın yönetiminde yer
almak istiyorlar. Özellikle, 2000’li yılların başından itibaren
Kıta’ya gelişmekte olan ülkelerin yoğun bir ilgisi var. Bu ilginin
dört farklı nedeni bulunuyor:
Zengin doğal kaynaklar
Birincisi; Kıta’nın sahip olduğu doğal kaynakların işletmeye
açılması halinde oluşacak paylaşımdan pay almak. Çin ve
Hindistan’ın bu bağlamda geliştirdikleri stratejiler bulunuyor.
Özellikle Avrupalı devletlerin yeni kıtaları keşfetmesi ve oradaki
zenginlikleri kendi ülkelerine aktardıkları birinci küreselleşme
döneminden ders alan ülkeler; 1990’larla başlayan ikinci
küreselleşme döneminde Kıta’nın yeni bir Batılı sömürgecilik
akımına neden olmasını istemiyor. Örneğin, Yeni Zelanda’nın kontrol
ettiği Ross Sea bölgesinde Suudi Arabistan’ın sahip olduğu petrol
rezervlerinden sonra dünyanın en büyük ikinci rezervi bulunuyor.
Bazıları, 2048 yılına kadar devam edecek yasağın protokole taraf
olmaktan vazgeçen devletleri bağlamayacağını; bazıları ise
hidrokarbon (petrol) rezervlerinin yasak kapsamında olmadığını
ileri sürüyor. Bu bağlamda aynı şey canlı kaynaklar için de
geçerli: Antarktika suları dünyanın en verimli canlı rezervine
sahip. Kuzey Kore gibi Antarktika sularında izinsiz avlanma yapan
devletlere karşı bir şey yapılamıyor.
Siyasi mücadele var
İkincisi; Siyasi olarak Antarktika’nın yönetimini gelişmiş ülkelere
bırakmamak düşüncesi var. Bu mücadele, başta BM Güvenlik
Konseyi’nin yapısı olmak üzere uluslararası kuruluşlarda gelişmiş
ülkeler lehine kurulmuş olan statükonun değişmesini isteğinin bir
devamıdır. Bu bağlamda, Malezya ve Pakistan, Kıta’nın yönetiminde
oy hakkına sahip olmak için 1990’lı yılların başlarından itibaren
Kıta ile çok yakından ilgilenmekte ve burada üsleri bulunmakta.
İran İslam Cumhuriyeti Ulusal Okyanus Bilimi Kurumu yetkilisi Hamid
Alizade Laheyecani, Güney Kutbu’nun insanlığın ortak mirası
olduğuna işaret ederek, “Güçlü ülkeler, Kuzey Kutbu’nu tekellerine
almışlar, fırsatı kaybetmemek için bir an önce Güney Kutbu’nun su
sınırlarında hazır olmamız gerekir” diyor. İran’ın okyanus aşırı
yolculuklar için inşa ettiği gemisinin inşası bitmek üzere.
Gizli deneyler yapılıyor
Üçüncüsü; Kıta’da üssü olan devletler tarafından yürütülen gizli
araştırma ve deneylerin içeriği hakkında bilgi sahibi olma isteği.
Kıtanın bu yönüyle gizemli bir boyutu bulunuyor. Nazi Almanyası
döneminde III. Reich’tin Kıta’ya yönelik özel bir ilgisi oldu.
Kıta’da eski uygarlıklara ait teknolojileri keşfetmek ve UFO
benzeri gizli silahlar üretmek amacıyla 1930’lı yıllarda Alman
Deniz Kuvvetleri faaliyet gösterdi ve bölgeye diğer devlet
gemilerinin yaklaşmalarına izin vermedi. 1946-1947‘de Amerikan
Deniz Kuvvetleri gizli Alman Üslerini ve teknolojilerini bulmak ve
imha etmek amacıyla 6 aylık askeri bir sefer düzenledi ancak
görevlerinin ikinci ayında bilinmeyen üstün teknoloji sahibi güçler
tarafından yapılan saldırılar sonucu gemileri hasar görerek geri
dönmek zorunda kaldılar. Bugün Antarktika’daki Amerikan üslerinde
yılda yaklaşık 3 bin personel görev yapıyor. Amerika’nın 2012
yılında Antarktika’ya ayırdığı bütçe yüzde 5,8 artışla 477 milyon
dolar oldu. Krizdeki Amerika’nın bu kadar insan ve bütçe ile sadece
“bilimsel” araştırma yapmadıkları kesin. Antarktika’nın paranormal
aktivitelere konu olan gizemli yapısı olduğunu bilenler konu
hakkında konuşmuyor; bilmeyenler ise Antarktika’yı buzullar,
penguenler ve balinalardan ibaret sanıyor. Rusya, Ukrayna, Estonya,
Romanya ve Bulgaristan gibi eski Sovyet mirasına ardıl olan
ülkelerinin Kıta ile ilgilerinin bu gizemli yanı keşfetmekle ilgili
olabileceği gözden uzak tutulmamalı.
Kadın araştırmacılar
Dördüncüsü; Kimi devletlerin Antarktika ile ilgisi siyasi
nedenlerle açıklanabilir. Örneğin, Monako bir “devlet” olduğunu
dünyaya göstermek için 2008 yılında 1961 Antlaşması’na taraf oldu.
Tayvan da bir “devlet” olduğunu dünyaya göstermek için, atom altı
parçacıklarla ilgili bir deneye biliminsanlarını, teknolojisini ve
2 milyon dolarını tahsis etti. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi
Arabistan kadınların toplumdaki rolünü göstermek için kadın
araştırmacıları Antarktika keşiflerine göndermektedir. 2011’de
Kazakistan, bağımsızlığının 20. yılında bayrağını Antarktika’da
dalgalandırmak için Devlet Başkanlarının desteğinde Kıta’ya bir
araştırma ekibi gönderdi. Kıta’nın yönetiminde oy hakkı bulunan
Bulgaristan ise ilk Ortodoks kilisesini inşa ederek bir ayrıcalık
elde etmek istedi.
Atasoy gündeme getirdi
Türkiye ise bugüne kadar Kıta’ya yönelik olarak devlet düzeyinde
diplomatik ve bilimsel bir girişimde bulunmadı. Antarktika’da Türk
üssünün kurulması düşüncesi, Denizci Osman Atasoy’un 14 metrelik
‘Uzaklar II’ adlı yatıyla yaptığı Antarktika gezisi sonrası gündeme
geldi. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım
Ocak 2013’te söz konusu projeyi destekleyeceklerini ifade etti.
TAKBAM adlı derneğin de bu konuda devlet düzeyinde girişimleri
oldu. Antarktika’da bilimsel araştırma yapan çok az akademisyenimiz
var. Bunlar araştırmalarını Amerikan üslerinde yaptılar. Örneğin,
Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Umran İnan, plazmalardaki
elektromanyetik dalgalar, yıldırım sırasında oluşan akım
boşalımları, iyonosfer fiziği, yakın-dünya uzay fiziği, radyasyon
kuşakları ve çok düşük frekanslı uzaktan algılama konularındaki
araştırmalarının ardından ABD Antarktika Servis Madalyası’na layık
görüldü ve Antarktika’daki dağlardan bir tanesine “İnan Tepesi” adı
verildi. İkinci örnek, doktora çalışmaları yapan İTÜ Denizcilik
Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Burcu Çiçek, 2006’da Antarktika’ya
Türk bayrağını dikti.
Anlaşmayı bile unuttuk
TÜBİTAK bünyesinde 1985 yılında kurulan Uzay Teknolojileri
Araştırma Enstitüsü, Göktürk II Uydusu ile rüştünü ispat etti.
Ancak, TÜBİTAK bünyesinde bugüne kadar bir Kutup Araştırmaları
Enstitüsü kurulmamış olması izah edilemez. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, Antlaşmaya taraf olduğumuzu bile unutmuş; her iki yılda
bir düzenlenen Danışman Devletler Toplantıları’na gözlemci
statüsünde bir temsilci göndermedi; Çevre Protokolü’ne taraf
olunması için bir girişimde bulunmadı. Türkiye’nin vakit
geçirmeksizin Kıta’da bir bilimsel araştırma üssü kurması için
hazırlıklara başlaması gerekiyor. TÜBİTAK bünyesinde oluşturulacak
araştırma ödeneğinin 2014 bütçesine konulması için geç kalınmamalı.
Konu ile ilgili olarak bir yasal çerçeve hazırlanmalı ve Kıta ile
ilgili bürokrat ve akademisyenlerden oluşan bir Üst Kurul
kurulmalıdır. Dışişleri Bakanlığı’nın öncülüğünde çevre, denizcilik
ve bilim ve teknolojiden sorumlu bakanlıklar arasında koordinasyon
toplantılarına başlanmalı.
Dünyanın “altına” hücum edildiği bir dönemde, “Hattı diplomasi
yoktur; sathı diplomasi vardır; a satıh da bütün dünyadır” diyen
Dışişleri Bakanımızın Piri Reis’in misyonuna sahip çıkacağı ve
konuya duyarsız kalmayacağına inanıyoruz.
Prof. Başlar kimdir?
1988 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1991 ve 1995
yıllarında Nottingham Hukuk Fakültesi’nden uluslararası hukuk
alanında yüksek lisans ve doktora derecelerini aldı. Antarktika’nın
hukuksal rejimini de incelediği ‘Uluslararası Hukukta İnsanlığın
Ortak Mirası Kavramı’ adlı doktora tezi Kluwer Law International
tarafından 1997 yılında kitap olarak basıldı. 2002 yılında
‘Antarktika Antlaşmalar Sistemi’ adlı makalesini kaleme aldı.
2002-2007 arası Anayasa Mahkemesi Raportörlüğü ve ardından Genel
Sekterliği görevlerinde bulundu. Güvenlik Bilimleri Fakültesi ve
Bilkent Hukuk Fakültesi’nde uluslararası hukuk, insan hakları ve
anayasa hukuku dersleri veriyor.